19 Ağustos 2024 Pazartesi

Hafızayı Beşer

Vefatı dolayısıyla "D. Mehmet Doğan" başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Yazıda "Mehmet Doğan'ın konuşmacı olarak Devran Ajans'ın sahibi Sayın Kemal Özer tarafından Konya'ya davet edildiğini fakat rahmetlinin gelmediğini, gelmeme sebebini bilemediğimi, bildiğim bir şey varsa organize eden ajans sahibinin zor durumda kaldığını" ifade etmeye çalışmıştım.

Yazı, Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlandığı gün yazıda adı geçen Sayın Kemal Özer yazıdan bir şekilde haberdar olmuş, görüşelim inşallah mesajı göndermiş.

Aynı okuldan mezun olmuştuk Kemal Bey'le. Bizden alt sınıflarda idi. Ben liseyi bitirip fakülteye gittiğimde o ise Devran Ajans'ı kurmuştu 1990'lı yıllara doğru.

Mezun olduktan sonra ben öğretmenliğe gittim. O ise basın ve medya sektörü başta olmak üzere birçok alanda girişimciliğini gösterdiğini biliyordum. Gıda üzerine yaptığı konuşmalarla televizyonlarda gördüm. Yazılar yazdı, kitaplar çıkardı. Tüm bunları basından izledim. Ayrıca yüz yüze görüşmedik.

Müsait olduğum bir zamanda Kemal Bey'i verdiği numaradan aradım. İstanbul'da Yenişafak grubunda çalıştığını öğrendim.

Mehmet Doğan ile ilgili yazıda bir sıkıntı olup olmadığını sordum. Durum aynen sizin yazdığınız gibi dedi. Niçin gelmemiş Mehmet Doğan dedim. Başladı anlatmaya. 

Konuşma yapacağı gün, saat ve yer konusunda Mehmet Abi ile görüşme yaptım. Mutabık kaldık. Gerekli izinleri aldım. Otobüs biletini aldım. Kargo ile gönderdim.

Kalacağı yeri ayarladım. Konferansın yapılacağı salonu kiraladım.

Konferansın yapılacağı gün kendisini tekrar aradım. O yıllarda cep telefonu yok. Telefona eşi çıktı. Mehmet Bey evden çıktı gitti. Ama nereye gittiğini bilmiyorum dedi. 

Bizim konferansa da gelmediğine göre nereye gitmişti.

Emniyete giderek şu isimle kayıtlı birinin otellerde kalıp kalmadığını soruşturduk. Yanlış hatırlamıyorsam, Ege taraflarında bir ilin otelinde olduğunu tespit etmiştik. Resepsiyona çağırttık. Kendimi tanıttım. Mehmet Abi niye gelmedin konferansa dedim. Nereye, ne konferansı dedi. Hatırlatınca, doğru, otobüs biletleriniz de cebimde. Ama ben unutmuşum o konferansı dedi. 

Sanırım morali çok bozukmuş, evden öylesine nereye gittiğini bilmeden kafa dağıtmak üzere çıkmış, şehri terk etmiş dedi. 

Yıllar sonrasında bir Kudüs gezisinde Hayfa'da beraberdik. Sanırım Ramazan ayıydı. Kendisine Mehmet Abi, bana yemek borcun var dedim. Niye dedi. Bundan 30-40 yıl önce konferansımıza gelmemiştin deyip geçmişteki o konferansı hatırlattım. Bir yemek ne olur, Ramazan boyunca yemeğin benden olsun dedi. 

Başka konulara da girdik telefonda Kemal Bey ile. Ardından nasipse yüz yüze görüşmek üzere telefonu sonlandırdık.

Buradan Rahmetli Mehmet Doğan Bey’in unutmasına gelmek istiyorum. Böylesi bir konferans unutulur muydu? İşin içinde bir organizasyon var, dinleyiciler var. Normal şartlarda unutulmaması gereken bir konu.  Mehmet Bey örneğinde olduğu gibi bir şey ne kadar önemli olursa olsun, demek ki unutabiliyormuş insan. Ne de olsa insanoğlu için “Unutkanlık insanlık halidir” anlamında, “Hafızayı beşer nisyan ile maluldür” denir.

Normal şartlarda gördüğü, bildiği, işittiği şeyler hafızaya kaydedilir. Unutulmazmış. Yani hafıza unutmuyor. Unutan insanın kendisi oluyor. Zaten hatırlatılınca, hatırlaması da bundandır. Bir anlık stres ve gerginlik bir anlık dalgınlık ve dünya meşgalesi insana çok önemli şeyleri de unutturabiliyor.

Unutma da kasıt olmayınca kızamıyorsun da. Ne de olsa insanlık hali. Keşke tüm sıkıntılarımız unutmak olsa. Çünkü bir masumluğu var.

Unutmak kasıt olmayan bir insanlık hali olsa kendimizi ve özellikle başkasını mağdur edecek Unutkanlıklara karşı dikkatli ve duyarlı olmakta fayda vardır. Bunun yolu da not almaktır.

Unutacaksak da gereksiz bilgileri, alınganlık ve dargınlıkları, kin ve intikam beslemeyi, bizi olumsuz etkileyen olayları unutalım. Hatta bunları kuma yazalım. Biri çiğneyince kaybolup gitsin. Değilse hayatı hem kendimize hem de karşımızdakilere zindan ederiz.

Bu vesileyle Mehmet Doğan’a yeniden rahmet diliyor, Sayın Kemal Özer Bey’in de kulakları çınlasın.

İşsizler Ordusunun Yeni Üyeleri *

2024 TYT’ye, 3 milyon 120 bin 870 aday başvurmuş. Her 10 öğrenciden (301.508) biri sınava girmemiş.

AYT’ye, 2 milyon 19 bin 699 aday başvurmuş. Her 8 öğrenciden (243 bin 203) biri sınava girmemiş.

Yerleştirme istatistiklerine gelince, 987 bin 388 aday lisans ve ön lisans programlarına yerleşmiş. 23 bin 738 kontenjan ise boş kalmış.

Rakamlara boğmayayım. 3 milyon adayın içinden yaklaşık 1 milyonu üniversiteli olmuş.

Çocuğum üniversiteli oldu diye aileler seviniyor. Liseler, mezun ettiği öğrencilerle ilgili kazandığı bölümlerden dolayı başarı paylaşımları yapıyor.

Sevinmek, gurur duymak haklarıdır.

Yalnız lisans veya ön lisans bölümlerinden hangi bölüme yerleşen öğrenciden kaçı, yerleştiği bölümden memnun?

Kaçı okuduğu bölümü bitirdiği zaman bitirdiği bölümle ilgili bir iş bulabilecek? Bunu bilmiyoruz.

Yalnız pek azı hariç yerleştiği bölümü isteyerek yazdığını ve isteyerek okuyacağını düşünmüyorum. Çünkü mezun olduktan sonra istihdam durumu söz konusu.

Ne alaka demeyelim? Bizde istihdam için okunur. Hepimiz biliyoruz ki bugün için tıp fakülteleri hariç hiçbir bölümün iş garantisi yok. Çünkü her bölüm o kadar mezun verdi ki bölümler doyuma ulaştı. Bunu mezun olduktan sonra atanmak için girilen KPSS sınavlarına müracaat eden aday sayısının çokluğundan anlayabiliriz.

Kimsenin moralini bozmak istemiyorum ama sadece bu yıl üniversiteli yaptığımız bir milyona yakın öğrenci, mezun olduktan sonra pek azı, bölümüyle ilgili iş bulacak, çoğunluğu da bölüm dışı alanlarda iş bulma yoluna gidecek, çoğu da o iş, bu iş, iş arayıp duracak. Belki de yıllar yılı KPSS’ye girmeye devam edecek.

24-25 yaşına kadar okuyup bu yaştan sonra iş arayışına girmek ve iş bulamamak, öyle zannediyorum, bölümünden dolayı istihdam sorunu yaşayan her gencin korkulu rüyası. Çünkü çoğu mezun, vara okumasaydım pişmanlığı duymaya namzet.

Anlatmak istediğim, üniversiteli yaptığımız öğrencilerin kahir ekseriyeti, mezun olduktan sonra işsizler ordusuna katılacak. Yani okumuş işsizler ordusu eğitimi veriyoruz üniversitelerimiz eliyle.

Burada şu bölüm iyi, bu bölüm kötü demek istemiyorum. Zira her bölüm değerlidir. Yalnız şu var ki istihdam sorunu yaşayan bölümler öğrenci ve vatandaş nezdinde iyi değil, istihdam sorunu olmayan bölümler iyidir.

Hasılı anne babalar, çocuğum, şurayı kazandı diye sevinsin. Çocuklarımız bu bölümü kazandı diye mutluluktan uçsun. Okullarımız şu kadar öğrencimiz şu şu bölümlere girdi diye gururlansın. Biz başarılı bir okulu desin. Üniversitelerimiz tüm bölümlerimiz tercih edildi diye mutlu olsun. Herkesin buna hakkı var.

Yalnız bu çocuklar okullarını bitirdikten sonra ne olacak? Bunu da düşünmeyi ihmal etmeyelim. Çünkü bu yönü düşünmek sadede gelmek ve rüyadan uyanmak demektir.

İşsizler ordusuna önerin nedir derseniz, önerim şudur: Her bölüme, ihtiyacın yüzde yirmi fazlası öğrenci alınır. Ölen olur, kalan olur, okulu bırakan olur. Bölümü tercih eden öğrenci, mezun olduğu zaman iş bulma yüzdesini bilsin. Ona göre yarışsın. Yani bir öğrenci tercih ettiği bölümden mezun olduğu zaman ülkenin o alanda kaç kişiye ihtiyacı olduğunu bilsin. Ona göre tercihini yapsın. Devlet ve üniversiteler, ben sadece mezun ederim, ötesine karışmam diyemez. Mutlaka bir istihdam politikamız olmalı. İnsan iş gücünü üniversite yolunda heba etmeye hakkımız yok. Bir bölümde iş arayan yüzbinlerce mezun varken o bölüme yeni öğrenci almak plansızlığın ta kendisidir. Okumuş işsizler ordusuna yenisini katmak demektir.

*21.08.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

18 Ağustos 2024 Pazar

Şiddetin Tasvip Edilmesi *

İnsanın bir başına yaşaması mümkün değildir. Çünkü sosyal bir varlıktır. O yüzden birlikte yaşamak ve aynı havayı solumak zorundadır. 

Fikri, zikri, rengi, cinsiyeti farklı olsa da bu böyledir. 

Birlikte sorunsuz yaşamanın yolu iletişimdir. Bu yol açık olduğu, açık tutulduğu ve farklı görüşe tahammül edildiği ve hoşgörü gösterildiği müddetçe aralarında anlaşmazlık olmasına rağmen insanlar sorunsuz yaşayabilir. Yeter ki birbirini anlamak istesinler yeter ki empati yapabilsinler. 

İletişim yolu açık tutulmayıp farklı fikre tahammül gösterilmeyince, burada güç devreye giriyor. Kimin gücü kime yetiyorsa artık:

Sesini kesmeye çalışıyor. 

Sesini yükseltebiliyor. 

Hakaret edebiliyor. 

Kızıp köpürebiliyor. 

Üzerine yürüyebiliyor. 

Boğazını sıkabiliyor. 

Yumruk atabiliyor.

Tekme tokat girebiliyor. 

Şiddet uygulayabiliyor vs. 

Medeni bir şekilde konuşulamayıp aykırı fikirlere tahammül edilemeyince tüm bunlar ve daha fazlası olabiliyor. Bunların hepsi şiddet, kaba kuvvet demektir. 

Hele bir de kişi kendine hakim olamayacak şekilde sinirli ise ve konuşacak fazla kelime hazinesine sahip değilse bunların olması bu toplumda olağandır. Bir de küçüklüğünde, üzerinde şiddet uygulanmışsa veya şiddet ortamında büyümüşse bu tiplerin şiddet uygulamaması mümkün değildir. Çünkü bu toplumun kahir ekseriyeti ya üzerinde şiddet uygulanmıştır ya da başkasının üzerinde uygulanan şiddeti görmüştür. 

Hasılı şiddet toplumuyuz vesselam. Meselelerimizi şiddetle çözmeye yatkınız. En ufak bir parlamada şiddete başvururuz. Artık kimin gücü kime yeterse. Öğretmen öğrenciyi, koca karısını, anne çocuğunu, veli öğretmeni, hasta veya hasta yakını doktoru dövmesi bundandır. Özel otoların çoğunda balta veya kürek sapının bulundurulması da hazırında işi çözümsüzlüğe götürmek için başvurular çözüm yolumuzdur.

Aslında şiddet sözün bittiği yerdir ve acizliğin bir göstergesidir. Sonu hep pişmanlık ve nedamettir.

Şiddet toplumu olmaya şiddet toplumuyuz da en çok garibime giden de şiddet uygulayanın tasvip edilmesi ve savunulması. Marifetmiş gibi bunun paylaşılması. Bu bile şiddet toplumu olduğumuzun bilinçaltına işlediğinin bir göstergesi.

Halbuki şiddeti tasvip nefret tohumlarının ekilmesi demektir. Söndürülmesi gereken yangına körükle gitmek demektir. Şiddete başvuranın hatasını görmemesi demektir.

*23.08.2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.