Ana içeriğe atla

Hafızayı Beşer

Vefatı dolayısıyla "D. Mehmet Doğan" başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Yazıda "Mehmet Doğan'ın konuşmacı olarak Devran Ajans'ın sahibi Sayın Kemal Özer tarafından Konya'ya davet edildiğini fakat rahmetlinin gelmediğini, gelmeme sebebini bilemediğimi, bildiğim bir şey varsa organize eden ajans sahibinin zor durumda kaldığını" ifade etmeye çalışmıştım.

Yazı, Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlandığı gün yazıda adı geçen Sayın Kemal Özer yazıdan bir şekilde haberdar olmuş, görüşelim inşallah mesajı göndermiş.

Aynı okuldan mezun olmuştuk Kemal Bey'le. Bizden alt sınıflarda idi. Ben liseyi bitirip fakülteye gittiğimde o ise Devran Ajans'ı kurmuştu 1990'lı yıllara doğru.

Mezun olduktan sonra ben öğretmenliğe gittim. O ise basın ve medya sektörü başta olmak üzere birçok alanda girişimciliğini gösterdiğini biliyordum. Gıda üzerine yaptığı konuşmalarla televizyonlarda gördüm. Yazılar yazdı, kitaplar çıkardı. Tüm bunları basından izledim. Ayrıca yüz yüze görüşmedik.

Müsait olduğum bir zamanda Kemal Bey'i verdiği numaradan aradım. İstanbul'da Yenişafak grubunda çalıştığını öğrendim.

Mehmet Doğan ile ilgili yazıda bir sıkıntı olup olmadığını sordum. Durum aynen sizin yazdığınız gibi dedi. Niçin gelmemiş Mehmet Doğan dedim. Başladı anlatmaya. 

Konuşma yapacağı gün, saat ve yer konusunda Mehmet Abi ile görüşme yaptım. Mutabık kaldık. Gerekli izinleri aldım. Otobüs biletini aldım. Kargo ile gönderdim.

Kalacağı yeri ayarladım. Konferansın yapılacağı salonu kiraladım.

Konferansın yapılacağı gün kendisini tekrar aradım. O yıllarda cep telefonu yok. Telefona eşi çıktı. Mehmet Bey evden çıktı gitti. Ama nereye gittiğini bilmiyorum dedi. 

Bizim konferansa da gelmediğine göre nereye gitmişti.

Emniyete giderek şu isimle kayıtlı birinin otellerde kalıp kalmadığını soruşturduk. Yanlış hatırlamıyorsam, Ege taraflarında bir ilin otelinde olduğunu tespit etmiştik. Resepsiyona çağırttık. Kendimi tanıttım. Mehmet Abi niye gelmedin konferansa dedim. Nereye, ne konferansı dedi. Hatırlatınca, doğru, otobüs biletleriniz de cebimde. Ama ben unutmuşum o konferansı dedi. 

Sanırım morali çok bozukmuş, evden öylesine nereye gittiğini bilmeden kafa dağıtmak üzere çıkmış, şehri terk etmiş dedi. 

Yıllar sonrasında bir Kudüs gezisinde Hayfa'da beraberdik. Sanırım Ramazan ayıydı. Kendisine Mehmet Abi, bana yemek borcun var dedim. Niye dedi. Bundan 30-40 yıl önce konferansımıza gelmemiştin deyip geçmişteki o konferansı hatırlattım. Bir yemek ne olur, Ramazan boyunca yemeğin benden olsun dedi. 

Başka konulara da girdik telefonda Kemal Bey ile. Ardından nasipse yüz yüze görüşmek üzere telefonu sonlandırdık.

Buradan Rahmetli Mehmet Doğan Bey’in unutmasına gelmek istiyorum. Böylesi bir konferans unutulur muydu? İşin içinde bir organizasyon var, dinleyiciler var. Normal şartlarda unutulmaması gereken bir konu.  Mehmet Bey örneğinde olduğu gibi bir şey ne kadar önemli olursa olsun, demek ki unutabiliyormuş insan. Ne de olsa insanoğlu için “Unutkanlık insanlık halidir” anlamında, “Hafızayı beşer nisyan ile maluldür” denir.

Normal şartlarda gördüğü, bildiği, işittiği şeyler hafızaya kaydedilir. Unutulmazmış. Yani hafıza unutmuyor. Unutan insanın kendisi oluyor. Zaten hatırlatılınca, hatırlaması da bundandır. Bir anlık stres ve gerginlik bir anlık dalgınlık ve dünya meşgalesi insana çok önemli şeyleri de unutturabiliyor.

Unutma da kasıt olmayınca kızamıyorsun da. Ne de olsa insanlık hali. Keşke tüm sıkıntılarımız unutmak olsa. Çünkü bir masumluğu var.

Unutmak kasıt olmayan bir insanlık hali olsa kendimizi ve özellikle başkasını mağdur edecek Unutkanlıklara karşı dikkatli ve duyarlı olmakta fayda vardır. Bunun yolu da not almaktır.

Unutacaksak da gereksiz bilgileri, alınganlık ve dargınlıkları, kin ve intikam beslemeyi, bizi olumsuz etkileyen olayları unutalım. Hatta bunları kuma yazalım. Biri çiğneyince kaybolup gitsin. Değilse hayatı hem kendimize hem de karşımızdakilere zindan ederiz.

Bu vesileyle Mehmet Doğan’a yeniden rahmet diliyor, Sayın Kemal Özer Bey’in de kulakları çınlasın.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde