Ana içeriğe atla

Kapaniler, Karaimler ve Mikail Bayram

Mikail Bayram'ın aramızdan ayrılmasının ardından, Sabah gazetesindeki köşesinde Salih Tuna, 06.08.2024 tarihinde "Hoca aramızdan ayrıldı" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Sayın Tuna yazısında tarihimize dair Mikail Bayram'a atfen ezber bozan açıklamalara yer verdi. Yazı pek gündem oluşturmadı. Sayın Tuna'nın bu yazısı ilginçti halbuki.

Salih Tuna'nın değindiği bu hususlarda, Mikail Bayram Hoca'nın özel sohbetlerinde devlette etkin gruplardan bahsettiğini işitmiştim. İddialar ne derece doğru bilmiyorum ama Salih Tuna vasıtasıyla devlette etkin grupların kimler olduğunu bu vesileyle öğrenmiş olduk.

Buna göre; 

Türkiye Cumhuriyetini Karaim ve Kapani Yahudileri kurmuş. Birlikte kurmuş olmalarına rağmen Kapaniler devleti ele geçirmiş. 

Karaimler, devletten haklarına düşen payı almak için 1946 yılında harekete geçmişler. 1950 seçimleriyle birlikte yönetime gelmişler. 

İsimlerini çokça duyduğumuz Refik Koraltan, Fatin Rüştü, Celal Bayar, Fuat Köprülü, Adnan Menderes gibi etkin ve yetkin kişilerin Karaim Yahudilerinden olduğunu söylüyor.

Kapaniler, Karaimlere 1960 yılına kadar sabretmişler. 1960 darbesiyle Karaimleri alaşağı ederek cezalandırmışlar. 

Salih Tuna buraya kadar Mikail Bayram'dan nakil yaptıktan sonra arkasını getirmiyor. Ya Mikail Hoca burada kesti ya da Salih Tuna bundan sonrasına yazısında yer vermedi. Sadece bu iki Yahudi toplumunun Sabetayist (dönme) olduklarını ifade ediyor Salih Tuna. 

Böyle midir, değil midir bilmiyorum. Mikail Hoca vefat ettiğine göre bu iddiayı doğrulatma imkanımız yok. Ayrıca bu iddiayı nereye dayandırıyor, bunu sorma imkanımız da yok. Adı üzerinde iddia.

Gerçi yüz yüze görüştüğümde kendisine bu iddiasını sormuştum. Soruma kısaca, “Karaimler buraya uzak” demişti. Hocam daha önce şöyle iddiaların vardı demedim. Çünkü sorduğum zaman beyin kanaması geçirmiş, başını zor dayıyordu. Yanımıza gelmek için önünde engelli değneği ile gelmişti. Hoca ile bizi görüştüren kişinin beyin kanamasından dolayı Hoca’nın kendisini toparlayamadığını, git-gel yaşadığını, zaman zaman hafızasının normale döndüğünü, o zaman konuşturduklarını söylemişti.

Şu var ki Mikail Bayram bir akademisyenden ziyade bilim adamı idi. Akademisyen bilim adamından kaynak gösterir. Bilim adamı ise kaynak gösterilir. Ahi Evran’ın Nasrettin Tusi olduğunu ilk söyleyen ve tespit eden de kendisi idi. Karaim ve Kapani Yahudileri hakkında söyledikleri de yabana atılacak bir iddia değil ise de yine de araştırılmaya değer. Yeter ki tabular yıkılsın, konuşulmayanlar rahatça konuşulabilsin.

Kısaca Hoca’nın iddiaları doğrudur, yanlıştır demiyorum. Çünkü bilmiyorum. Bunu araştırmak da tarihçilerin görevidir. Mikail Bayram da önemsenmeyecek bir tarihçi değildir. Böyle bir tespitte bulunmuştur ya da tez ortaya atmıştır.

Tekrar Karaim ve Kapani Yahudilerinin yönetimde etkin oldukları hususuna gelirsek biraz beyin jimnastiği yapalım.

Türkiye Cumhuriyeti devam ettiğine göre bu kurucu unsurlardan ya biri ya ikisi birlikte ya da bir o, bir diğeri, kuruluşundan bu yana yönetimde etkinler ya da bir müddet sonra yönetimi millete bıraktılar. 

1960 ihtilaliyle Kapaniler yeniden yönetime geldiklerine göre bunların yönetimi, öyle zannediyorum, 12 Eylül 1980 ihtilaline kadar sürmüş olmalı. 

80 darbesiyle birlikte yönetime yeniden Karaimler hakim olmuş olabilir (ya da Cumhuriyetin kuruluşunda birlikte hareket ettikleri gibi 80'den bu yana yönetime yeniden ortak olmuş olabilirler). 

Darbeden darbeye bir Kapani bir Karaim hakimiyeti söz konusu oldu ise bu ülkede askeri darbelerin de ne amaçla yapıldığı üzerine konuşulmaya değer.

Burada şu soru akla gelir: 80 darbesinden bugüne, Karaimlerin hakimiyeti devam mı ediyor? 28 Şubat post modern darbesiyle yönetimlerini pekiştirmiş olabilirler mi ya da Kapanilere mi geçti? 15 Temmuz darbe teşebbüsünü nereye koyacağız? Bu darbe teşebbüsü de Kapani-Karaim çatışmasının bir sonucu olabilir mi? Mesela şöyle bir iddia da kapalı kapılar ardında dillendiriliyor: 60 ihtilali İngilizlerin darbesi, 80 ihtilali ABD’nin İngilizlerden aldığı intikam, 15 Temmuz da İngilizlerin ABD’lilerden aldığı rövanş deniyor.

Tüm bunlardan, eğer bu ülkeyi başkaları kurmuş ise bir ülkeyi kuranın bir müddet sonra bize eyvallah, alın ne haliniz varsa görün demeyeceği, yönetime şu ya da bu şekilde devam ettiği düşünülebilir. Darbelerin de onların kendi aralarındaki anlaşmazlıktan kaynaklandığı ve güç devşirmeye kalkıştıkları akla gelir.

Hasılı bu iddialar doğru ise bu durumda bu milletin öz evladı yönetimin neresinde? Temenni ederim ki bu ülkeyi baştan beri bu ülkenin asli unsurları yönetmiş ve yönetiyor olsun.

Yazım uzadı biliyorum ama Kapani ve Karaim iktidarını iddialardan hareketle şöyle yorumlayabiliriz:

1923-1938 arası Kapani-Karaim iktidarı,

1938-1950 arası Kapanilerin,

1950-1960 arası Karaimlerin,

1960-1980 arası Kapanilerin,

1980-2016 arası Karaimlerin,

2016-... Kapanilerin iktidarı gibi

Sanki Kapaniler laik ve seküler, Karaimler ise milliyetçi-muhafazakar gibi.

Kısaca Kapaniler sol ile iktidara geliyor, Karaimler ise milliyetçi, muhafazakar ile.

Not: 1. Yazı Salih Tuna’nın ilgili yazısından esinlenerek kaleme alınmıştır. İddianın gerçekliği ve yanlışlığı konusunda nötr durumdayım. Yaptığım iddiayı yorumlamaktan ibarettir. 

2. Salih Tuna'nın ilgili yazısının linki: Hoca aramızdan ayrıldı https://www.sabah.com.tr/yazarlar/salih-tuna/2024/08/06/hoca-aramizdan-ayrildi 



Yorumlar

  1. Karaim nedir, Kapani nedir konusunu bilen biri olarak okuyucunun akıl sağlığı açısından önce tarihi kökleriyle ve Yahudilikle ilişkilriyle birlikte yazmanızı beklerdim.

    YanıtlaSil
  2. Haklısınız. Karaim ve Kapaniler hakkında biraz bilgi vermek gerekirdi. Bu yazı iki sayfayı buldu. Normalde bölünmesi gereken bir yazı idi. Bölmedim. Bir de bu topluluklar hakkında bilgi verseydim, yazı epey uzayacaktı. Ayrıca bu iki topluluk gizemini koruyor. Haklarında çok bir bilgi yok bildiğim kadarıyla. Yine de bir başka yazımda kısaca bilgi vermek isterim. Teşekkürler.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde