14 Temmuz 2024 Pazar

Boyacı Aşkım

Üç, dört müdür yardımcısının görev yaptığı bir okulda, Karadenizli bir müdür yardımcısı da var.

Bir gün telefonunu okulda bırakıp çıkmış. Geride kalan müdür yardımcıları birkaç defa çalan bir telefona bakarlar. Bakarlar ki Karadenizli hocanın telefonu. Eğer evden eşi arıyorsa, hocamız dışarı çıktı diyecekler. Arayan "Boyacı" adı altında kayıtlı biri.

Az sonra müdür yardımcısı okula gelir. Boyacı diye biri aradı durdu hem de kaç defa. Boyacıyla işin ne? Bir ara, acil sanırım derler. Hoca umursamaz. Benim hanım o der.

İyi de eşini boyacı diye mi kaydettiniz? Ne alaka derler. Bir ara bir boyacıya bir iş yaptırdım. Onun telefonunu boyacı diye kaydetmiştim. Boyacıyla işim bittikten sonra numarasını silip hanımın numarasını yazmıştım. Öyle kaldı demiş.

Olur mu böyle şey demeyin. Hem üşengeç hem de inat bir arkadaştı. Emniyet kemerini takmazdı araca binince. Aracın verdiği uyarıya da kulak asmazdı. Şunu tak da şu ses kesilsin dediğimizde 15 km sonra kesiliyor, az sonra kesilir, merak etmeyin derdi.

Eşini boyacı adıyla kaydettiğini eşi biliyor mu bilmiyorum. Hoş bilse de gelecek tepkiyi pek umursayacağını sanmıyorum. Hoşsohbet bir arkadaştı. Kulakları çınlasın.

Ne var bunda. Ben de kaydederim demeyin. Cesaretiniz varsa, haydi eşinizin numarasını "Boyacı" diye kaydedin bakalım. Görelim er mi yaman, bey mi yaman. Ya kafaya tava yersiniz ya da kendimizi dışarıda bulursunuz. O yüzden hiç tavsiye etmem.

*

Bir markete girdim. Bir iki kalem bir şey alıp çıkacağım. Sebze ve meyve reyonuna doğru dönerken önümden bir bey geçti. Meyvelere bakıp geçerken evde kiraz var mı diye seslendi. Kime diyor derken, arkadan, önünde çocuk arabası ile bir kadın geliyordu. Aralarında iki, üç metrelik mesafe vardı. Eşinin ne dediğini tam duyamayan kadın, "Aşkım, duyamadım. Bir daha söyler misin" dedi. Eşi, evde kiraz var mı dedi bir kez daha arkasına bakmadan. Kadın yine duyamamış olmalı ki aşkım aşkım, anlayamadım, bir daha söyler misin dedi durdu hem de kaç kere. Her tekrarda aşkım sayısına bir aşkım daha ekledi. Eşim duysun diye erkek ne geri döndü ne yavaşladı. Aynı tempoyla yürüyüşünü sürdürdü. Sonrasını bilmiyorum. Adamın adı mı aşkım idi yoksa eşinin kocasına hitabı mı böyle ya da ilk günkü gibi aşkları devam ettiğinden mi aşkım diyordu bilemedim. Bunu da çok merak etmeme rağmen soramadım. Ama gördüğüm bir şey var. Ne kadın kocasına kızdı ağzının içinden konuşma diye ne kocası hanımına kızdı sağır mısın diye. Herkesin duyacağı şekilde aşkım aşkım garibime gitse de bu aşka şapka çıkardım bilesiniz. 

Bu arada bırakalım Karadenizlinin hanımını boyacı diye kaydetmesini, bırakalım kadının kocasına aşkım aşkım diye hitap ettiğini de sizin durumunuz ne? Eşinizi ne diye kaydettiniz telefona ya da başkasının yanında ne diye çağırıyorsunuz? Bunu söyleyin.

Bilirim ki boyacı diye kaydedemezsiniz. Zira boşanma sebebi ya da aile saadetini bozmak için birebir.

Bu arada telefonunuza ne diye kaydettiğiniz ya da eşinizi ne hitapla çağırdığınız hiç umurumda değil. Sadece merak benimki. Aşkım diye mi kaydettiniz yoksa bitanem diye mi ya da ne?

Sizi bilmem ama babam, kız kız derdi anamı çağırırken. Her kız hitabının yanına bir kız daha eklendikçe ses tonu biraz daha yükselirdi babamın. Hasılı anamın adı babamın yanında kız idi. Anam da herif derdi bu arada.

Bırak babanı, senin durumun ne derseniz, telefon hattımdaki kayıtlı numaralar silininceye kadar telefonumda eşim, “Eyvah, hanım” diye kayıtlıydı. Nicedir hanım diye kayıtlı.

13 Temmuz 2024 Cumartesi

Bezdiren Uyarı ve Talepler

Cemaat kametle birlikte ayağa kalkmış, en ön saf olmak üzere yan yana safa geçerek arada boşluk olmayacak şekilde safa ip gibi dizilmiş.

İp gibi dizilmemek mümkün değil. Çünkü halılara öyle desen verilmiş ki istese de cemaat yamuk duramaz safa. 

Cemaat beklemeye koyuluyor ayakta. Bir taraftan da niyetini yapmış içinden. İmamın tekbiriyle birlikte ellerini kulaklarına götürecek.

Cemaat bekliyor, imam da. İstiyorlar ki müezzin kameti bitirsin ve tekbirle birlikte tüm eller havaya kalksın.

Kametin ardından imam başını geriye çevirdi. Önce sağa, sonra sola baktı. Saf tam istenildiği gibiydi.

Bu durumda ne yapılması lazım? İmam tekbir alacak, tekbirle birlikte tüm eller kulağa doğru kalkacak. Çünkü her şey tamam.

Tekbir beklerken, imamın, safları sık ve düzgün tutunuz uyarısıyla cemaat bir sağına bir soluna bakıyor acaba yamukluk bende mi diye. Bu, okula okul kıyafetiyle gelen öğrenciye, “Okula, okul kıyafetiyle geleceksin” demek gibi bir şey.

Ardından tekbir alınıyor ve namaza başlanıyor.

Birbirinin tıpatıp aynısı olan bu durumu aşağı yukarı her camide görürüm. Saflar sık ve düzgün iken üstelik gözüyle düzgün olduğunu gördüğü halde imamlarımız niçin hala safları sık ve düzgün tutunuz der?

Bir diğer husus, çoğu zaman yine camide cep telefonlarınızı kapatınız uyarısı gelir. Cep telefonunu sessize almada çoğu insanımız duyarlı. Çok az sayıda sessize almayan var. Ne kadar uyarılsa da bunlara ne cep telefonlarını kapattırabilirsin ne de sessize aldırabilirsin. 

Telefonu sessizde olsa da olmasa da namaz esnasında pek telefon çalmıyor. Buna rağmen imamlarımızın çoğu bu uyarıyı yine yapıyor. Hatta bir imam tanıdım ki bir buçuk yıl ardında cuma kıldım. Bu zaman zarfında bir Allah'ın kulunun telefonu çalmamasına rağmen her hutbe bitiminde " Kardeşler, ne olur telefonlarınızı kapatınız. Bir yarım saat telefonunuz kapalı kalsa ölmezsiniz" uyarısını hiç es geçmedi. Bu kadar uyarıya rağmen bir Allah'ın kulunun telefonu çalsa hiç gam yemeyeceğim ve imama hak vereceğim. 

Bir diğer husus, “muhtelif cami ve Kur’an kursu inşaatlarına yardım”dan boşta kalan cumalar için “Müftülüğümüze bağlı Kur’an kurslarında okuyan çocukların ihtiyacı için yardım” talebinin yinelenmesi.

Belli ki Kur’an kurslarına okumaya gelen çocuklardan masrafları karşılayacak bir ücret talep edilmiyor. Halbuki bir kursa ya da camiye okumak için gelen çocuğun velisinden ihtiyaçları karşılayacak bir ücret talep edilebilir.

Ücreti karşılayamayacak çocuğun masrafı Diyanet Vakfından karşılanabilir.

Devlet nasıl ki diğer kurumlara kaynak aktarıyorsa, buralar da devletin kurumu olduğuna göre devlet buralara da ödenek ayırabilir.

Kur’an Kursları için ayrı bir kalem yoksa pekala Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinden buralara kaynak aktarılabilir.

Daha olmadı, çoğu kurslar cami bünyesinde eğitim ve öğretim yaptığı için cami lojmanlarının gelirleri bu kursların masraflarına harcanabilir.

Bunların hiçbiri yapılmadığını göre öyle anlaşılıyor ki kursların masrafları da cami cemaatinden karşılama yoluna gidiliyor. Halbuki az veya ücret alınsa devamsızlık problemi olmaz. Buralara çocuğunu gönderen veli eğitim ve öğretime daha ciddiyetle yaklaşır. Öyle görünüyor ki kurslardan ücret alınmaması da Milli Eğitim Bakanlığının, okullarda açtığı destekleme ve yetiştirme kurslarından para almamasına benziyor. Veli ve öğrenciden para çıkmayınca bu DYK’lerden ne kadar verim alındığı da herkesin malumu.

Işığı Söndürüp Açma Eylemim

Ömrüm, hep başıma bir şey gelir korkusuyla geçti. Bu yüzden ne etliye karıştım ne de sütlüye.

Korka korka bu yaşıma geldim. Bu dünyadan göçüşüm de yakın. Çocuklarıma beş kilo kaya tuzu dışında bırakacağım bir miras da yok.

Bırakacağım miras olmasa da çocuklarım babam cesurdu desinler dedim.

Kimse görmeden bir cesaret örneği göstereyim. Bir tepki de ben göstereyim istedim.

Ne yapmalıyım derken saat 21.00'de ışıkları kapatıp açma tam bana göre dedim. Üstelik bir emek sarf etmeye de gerek yok. Zaten alışkınım ışık söndürüp açmaya. Torunun hoşuna gider, kapatıp açmak. Sonra yaşlılık da bir nevi çocuk olmak değil mi?

Bekledim gündüzden akşam dokuzu.

Beklerken sere serpe uzanmışım.

Tam dokuz oldu. Vücudum hiç kalkmak istemedi. Şu üşengeçlik denen şey ne menem şeymiş böyle.

Söz verdim kendi kendime. Kedi olalı bir fare tutmalıyım dedim.

Tam böyle düşünürken ya ışıkları söndürüp açarken yoldan geçen birinin haberi olur da hain, burada bir hain var deyip camımı taşlarsa...

Bir de cam parası çıkacak yok yere.

Hain olduğum da cabası.

Bu kadar korkacaksın hiç bu işe girme dedim kendi kendime.

Sonra bir hışımla kalkıp panjurları indirdim iyice.

İyice kapatacağım ki ışığı açıp kapattığım dışarıdan belli olmasın. Öyle ya korku denen şey başa bela.

Oturdum kanepeye tekrar. Uzandım yine o değilden.

Sonra cesaret örneği göstererek kanepeden doğruldum. Elim düğmeye gitti. Öyle ya oturduğum yerden kapatıp açacaktım fazla emek sarf etmeden. Ara ki düğmeyi bulayım.

Meğer bizim ev eski ev olduğu için düğmeler yukarıda imiş. Bir de her aradığın yerde bulunmazmış. Kimsenin oturmadığı kapıya yakın bir yerde imiş.

Kimse kusura bakmasın, eylem yapacağım diye kanepeden kalkıp da ta kapının oraya gidip düğmeyi kapatıp açamam. Çünkü bu kadar fedakarlık bana fazla geldi.

Bir an için ortaya çıkaracağım ve herkese göstereceğim cesaretimi içime gömdüm tekrar.

Zaman ne cesaret zamanıydı ne de rahatından ödün verme zamanı.

Kim yaparsa yapsın, kimin ne derdi varsa halletsin deyip kanepeye bıraktım kendimi yeniden.

Hasılı ışığı kapatıp açma eylemim başlamadan bu şekilde bitti.