19 Mayıs 2024 Pazar

Bir İstanbul Beyefendisi Bakanlık Müfettişi

Akıllı telefonlar hayatımıza bir girdi, pir girdi. Bugün kullanmayan yok gibi. 

Akıllı telefonun kolaylıklarından faydalanıyoruz. Bu telefonların sunduğu kolaylıklardan biri de T9 özelliği. 

Cep telefonu marifetiyle yazdığımız yazıları otomatik olarak kendince düzeltiyor. Bir kelimeyi yazarken daha kelimeyi bitirmeden yazacağımız kelimeyi önüne seçenek olarak sunuyor. Çoğu yazım yanlışlarını ve kelimenin tamamını bu imkanla kolayca yazarken bazen de bu imkan sıkıntıya sebebiyet verebiliyor. Çünkü yazdığımız kelimeyi T9 başka bir kelimeye dönüştürüyor ya da bu kelimenin yapım veya çekim eklerini değiştiriyor. Yazdığımız yazıyı geriye dönüp kontrol etmezsek, kastetmediğimiz bir kelime veya hitap yazıya geçmiş oluyor. Nice sonra bir vesileyle yazdığımız cümleye, yazıya veya yoruma geri döndüğümüzde, ben böyle bir kelime veya hitap yazmadım. Nasıl oldu diye düşünüyorsun. Özellikle hızlı yazan, yazdığını geriye dönüp tekrar okumayan kişilerin başına geliyor bu durum. Aslında bu durum T9'un azizliğinden başkası değil. 

T9'la ilgili bu açıklamadan sonra geleyim sadede. "Tanıyamadığım Tanıdığım" başlıklı yazımı sosyal medyada paylaşmıştım. Bu yazıma bir arkadaşım, "Tuhaflıkların adamı olmak kolay mı Ramazan Hoca." şeklinde bir yorum yazmış. Yorumdaki Hoca hitabı dikkatimi çekmedi değil.

Normal şartlarda Hocam şeklinde yazılması ve hitap edilmesi daha şık olurdu. Gündelik hayatta Hoca şeklinde hitabın su götürmez bir kabalığı ifade ettiğini bilirim. Bu şekilde hitap edenler için dağdan inmiş ama medenileşememiş biri diye geçiririm içimden. Ki içimizde var böyleleri.

Yazı dilindeki Hoca hitabı ise yine bazıları için kaba ve sabalığı ifade ederken bazıları, özellikle tanıdığım kişiler için T9'un azizliğine uğramış derim. Çünkü akıllı telefon marifetiyle yazılan çoğu yazıları, T9 otomatik olarak kendince düzeltiyor. Bu düzeltmeden ise yazının sahibinin haberi olmuyor. Yorum yazan arkadaşımın Hoca yazımı da bundan ibaret. Uzun yazılarımı bile cep telefonu marifetiyle hızlı ve çalakalem yazan, yazdıktan sonra geriye dönüp okumayan biri olarak bu şekil T9'un azizliğine defalarca maruz kaldığımı söylemeliyim. Şu anda yazarken bile gözüm T9'un klavye üzerinde bir kelime için sunduğu seçenekleri izliyorum bir taraftan. Mesela “taraftan” kelimesi için aynı anda "tarafta, taraftan, taraftarına" seçeneğini sundu. Bu üç seçenekten birini tercih etmezsen; klavye, üzerini kararttığı kelimeyi seçiyor. Bunu seçerken senin kastına bakmıyor ama kastetmediğini seçerek bazı insanlar gibi iyi bir niyet okuyuculuğu yapıyor. 

İlk yazmaya başladığım yazılardan birinin başlığı T9’un Azizliği başlığını taşıyordu. Orada bu kolaylığın azizliklerine değinmiştim.

Bu yazımda tekrar T9’u konu edinmemin sebebi de “Tuhaflıkların adamı olmak kolaymış Ramazan Hoca.” yorumunun sahibi oldu.

19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramının kutlandığı Pazar günü kahvaltımı yaptım. Çayımı yudumlarken bir gün öncesinde yazıma yorum yapan bu arkadaş aradı. Uzun süredir de görüşmüyorduk. Kendisiyle 2000’li yıllarda birkaç defa aynı seminerde bulunmuştuk. Aramızda bir hukuk oluşmuştu. Yüz yüze görüşemesek de telefonumuz kayıtlı idi. Ara ara telefondan da olsa hal hatır sorarız. Aynı zamanda sosyal medyada da arkadaşız. O beni takip ediyor, ben de onu.

En son müdürlük yaparken 2016 yılında telefonla görüşmüştüm. Bir de 2023 yılında WhatsApp aracılığıyla yazışmıştık.

Ben 2016’da öğretmenliğe geçmiştim, o ise Bakanlık müfettişliği yapıyor nicedir.

Hal hatırdan, ne yapıp ettiğimizi konuştuktan sonra konuya girdi Bakanlık müfettişi arkadaşım. “Hocam, dünkü yazdığım yorumda, Ramazan Hocam yazmıştım ama bugün gördüm ki yazım Ramazan Hoca şeklinde çıkmış. Böyle yazmamıştım. Ki böyle hitap yapmam” dedi. Hocam, hassasiyetin ve inceliğin için teşekkür ederim. Biz bizi tanırız. Problem değil. Siz de benim zaman zaman maruz kaldığım gibi T9’un azizliğine uğramışsınız. T9 bunu hep yapıyor dedim. Sonra sağdan, soldan konuşup yüz yüze görüşmek üzere temennilerde bulunduk. O, Ankara’ya geldiğinde uğramamı, ben de kendisinin yolu Konya’ya düşerse beklediğimi söyledim. Ardından iyi dileklerle konuşmayı sonlandırdık. Sonra yorumuna baktım. Yorumunda da Hocam şeklinde düzeltme yapmış. 

Ardından biraz yürüyüş yapayım diye dışarı çıktım. Yolda yürürken Bakanlık müfettişinin duyarlılık ve nezaketi gözümün önüne geldi. İçim içime sığmadı. Böyle ince düşünenler, gönül alanlar, hal hatır soranlar, zarafet, incelik, nezaket ve görgünün zirvesini yaşayanlar pek kalmadı içimizde. Bu zarafet ve inceliğin üzerine bir yazı gider dedim. Attım kendimi bir çay ocağına. Edindim kendisini konu. Zira örnek olmalı hepimize bu incelik. Çünkü bu zamanda ve her zamanda bu duyarlılıklar hepimize lazım. Bu incelik bu hassasiyet ise parayla edinilmez, haydi deyince de kazanılmaz.

Hasılı sevinçliyim, mutluyum, içim içime sığmıyor pazardan başlayan pazartesi sendromunun olduğu bir günde. İzin almadığım için ismine yer vermiyorum Bakanlık müfettişinin. İyi ki tanımışım kendisini. Çünkü bir İstanbullu olmasa da bir İstanbul Beyefendisi duruyordu karşımda. Ne diyeyim. Allah sayılarını çoğaltsın.

Krizde Değil, Hep Tasarruf

Enflasyonla mücadele çerçevesinde tasarruf genelgesi nihayet yayımlandı. Kurumları harcamada kısıtlayan bir dizi karar alındı. Zorunlu olmadıkça araç kiralama yoluna gidilmeyeceği, kiralanan araçların geri verileceği de genelgede yer verilen hususlardan. 

Tasarruf genelgesinin öncelikle hayırlı olmasını, inşallah sonuç alınmasını temenni ederim. Şu var ki gecikmiş bir genelge. Zamanında enflasyonla mücadele için kısa ve orta vade programları açıklandığında, mücadelenin bir ayağı da kamuda tasarruf. Bu programın bu ayağı eksik diyenlere pek kulak verilmedi. Üstüne üstlük "İtibardan tasarruf edilmez" denmek suretiyle tasarruf diyenler tu kaka yapıldı. 

Gecikilmiş olsa da tasarruf genelgesi sadece ekonomik kriz ortamlarında değil, her daim özellikle kriz olmadığı dönemlerde bile tasarruf önceliğimiz olmalıydı. Üstelik bu ülkede enflasyon sadece bu yıla mahsus değil, 2018 yılından beri bu ülke enflasyon ve hayat pahalılığı yaşıyor. 

Tasarruf bizim kültürümüze ve inancımıza ters olmadığı gibi dinin amir hükmü üstelik. Ayette, "Eli sıkı olma. Saçıp da savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir" buyurulur. Aynı şekilde yemek dualarında, "Yiyiniz, içiniz, israf etmeyiniz. Çünkü Allah israf edenleri sevmez" ayetini okuruz. Kısaca bu toplum israf ve savurganlık konusunda hem dinen hem kültürel olarak duyarlı olmak zorunda. Hem bunları okur hem de israf edersek, söz ve eylem çelişkisine imza attığımız gibi söylediğini yapmayanları Kur’an, kitap yüklü mektebe benzetir.

İnsanımız genel itibariyle kriz olsun veya olmasın, tasarruf konusunda gerekli özeni gösterirken nedense kamuda tasarruf sadece kriz ortamlarında akla gelir. Halbuki yokken ve sıkıntıda iken değil, varken ve sıkıntı yokken de tasarruf etme gibi bir görevimiz olmalıydı. Çünkü kamu malı yetim malı olarak görülür. Nedense biz bu yetim malını hoyratça kullanmada ve devletin malını ve imkanlarını deniz görmede adeta yarışıyoruz. Gerekçemiz de hazır. Neymiş de ihtiyaçmış efendim. Ayrıca devlet bu imkanı verdiğine göre biz de bu imkanlardan yararlanmalıymışız. Yapılıyorsa kuruma yapılıyormuş, kurumların, devletin ve makamın itibarı önemliymiş. 

Devlet imkan verse bile eğer bir şey ihtiyacımızı görüyorken yenisini almak veya kiralama yoluna gitmek israfın daniskasıdır. Bir şey ihtiyaç ise kriz döneminde bile alınır ve kullanılır. İhtiyaç değilse alma veya kiralama yoluna gitmemek lazım. Bu, ister kriz ortamında olsun veya bolluk içinde olsun. Çünkü israf bir şeyi yerli yerinde kullanmamaktır. 

Devletin imkanlarını yerli yerine kullanma konusunda kamuda üst düzey görevde bulunanlar azami gayret göstermekle yükümlüdür. Özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda diğer kurumlara örnek olacak şekilde başı çekmelidir. 

Gel gör ki israf konusunda Diyanet diğer kurumları aratmadı. Nitekim il dışı yoğun programlarda kullanılmak üzere kiralanan Audi A8 model araç çok eleştirildi. Eleştiriler üzerine Diyanet, bunun bir ihtiyaç olduğuna dair açıklama yaptı. 

Şimdi görüyoruz ki ihtiyaç diye belirtilen A8 tasarruf tedbirleri çerçevesinde geri verilmiş. İyi de kardeş, madem ihtiyaçtı. Niye geri veriyorsun. Al tepe tepe kullan yoğun il dışı programlarında. Geri verildiği açıklandığına göre demek ki bu işler A8 olmadan da oluyormuş. Bu durumda kiralanan bu araç israf olmadı mı? Ayrıca bu aracın geri verilmesi için illa tasarruf genelgesi mi olması gerekirdi. Diyanet'e yakışan, mevcutlar işimizi görürken bu kiralanacak araç israftır. Kullanmamız mümkün değil demek olmalıydı. 

Bir diğer husus, bundan sonra hizmet içi faaliyetlerinin ya çevrim içi ya da kuruma ait eğitim merkezlerinde yapılması üzerine alınan karar da kiralanan A8 aracından farksız. Sahi kuruma ait eğitim merkezleri varken başta Diyanet olmak üzere devletin diğer kurumları niçin bugüne kadar seminer ve toplantıların bu yerlerde değil de özel sektöre ait beş yıldızlı otellerde yapıyorlardı? Devlet bu imkanı veriyor, ödeneğimiz var, her kurum yapıyor, bizim personelimiz de bu imkanlardan yararlanmalı yarışının neresi tasarruf idi? Bu yapılanlar yani kuruma ait eğitim merkezleri varken beş yıldızlı otellerde seminer yapmak devletin imkanlarını özel sektöre peşkeş çekmek değil mi? Bunun için illa tasarruf genelgesi veya kriz mi gerekti?

Beş yıldızlı otellerde yapılan seminer ve toplantıların zamanlaması da manidar. Genelde kış mevsiminde ve otellerin müşteri yönünden sinek avladığı dönemlerin tercih edildiği göz önüne alınırsa, bu tür seminerlerin özel sektörde birilerini koruyup kollama adına yapıldığı anlaşılır. 

Kiloyla TL Dönemine Doğru

2021 yılının Kasım ayında başımı sokacak bir eve talip oldum.

Eve bakıp beğendik. Ev eski olsa da bakımlıydı. Mevkii de iyiydi. 

Ev sahibiyle emlakçıda buluştuk. El sıkıştık. On bin lira kapora verdik. Ara tatil dönüşü de üzerimize almak üzere kavilleştik.

Tapuyu üzerimize alacağımız günün öncesinde, emlakçı, parayı tapu dairesinde kameralar önünde elden alacağız, orada sayacağız dedi.

İyi de bu parayı bankadan çekip elde nasıl getirecektik? Nasıl elimizde taşıyacaktık?

Oğlanları aldı bir telaş. Biz de gelelim dediler. Gerek yok, abartmayın, ben hallederim bir şekil dedim. 

Parayı çekmeden iki-üç gün öncesinde bankayı arayarak paramın tümünü şu gün çekeceğim dedim. Belirttiğim gün, saat 11'de paramı çekebileceğim söylendi. 

Gün geldi çattı. İşe gidecek oğlan işinden izin aldı. Evdeki oğlan ile birlikte arabaya bindik, bankanın yolunu tuttuk.

Beni bankanın önünde indirdiler. Benimle beraber oğlanın biri de indi. Diğeri, yol üzeri park sorunu olduğundan daha ileriye park etti arabayı. Planımız, ben parayı çekeceğim. Diğer oğlan beni bankanın dışında bekleyecek. Parayı çektiğim an bankadan çıkmayacağım. Diğer oğlana haydi gel diye telefon açacağım. Araba bankanın önüne gelince ben bankadan çıkıp hemen arabaya bineceğim. Tüm hesap kapkaççılara karşı tedbir almaktı. Öyle ya ev alacağız derken eldeki ev parasından da olurduk maazallah.

Bankaya girip sıramatikten sıramı aldım. Beklemeye koyuldum. Sıram gelince, tüm paramı çekme üzerine işlem yapıldı. Bir daha da bu banka ile işim olmaz diye hesapları da kapattırdım. Görevli, paranı arka tarafta verelim deyip beni bankanın iç tarafına götürdü. Önüme bir yığın para koydu. İçine koyacak çantan var mı dedi. Yok dedim. Bir ya da iki siyah poşet buldu geldi. İçine doldurduk. 

Oğlana telefon açtım. O kapının önüne arabayı getirince, dışarıda bekleyen çocuğum da bana korumalık yaptı. Arabaya bindim. Evin yolunu tuttuk.

Öğleden sonra saat dörtte tapuda olmam gerektiği telefonunu emlakçıdan aldıktan sonra yine oğlan nezaretinde poşetleri bagaja koyarak tapunun yolunu tuttuk.

Tapuda imza işimiz kısa sürdü. Çıkıp aşağıya geldik. Poşetleri uzattım eski evin sahibine. Alın sayın dedim. Karı koca ve emlakçı birbirine baktı. Bu paraları elle saymak saatler alırdı. Ancak para sayma makinesi gerekirdi. Nasıl sayacağız dediler. Bu paraları şimdi ne yapacaksınız dedim. Yetiştirebilirsek hemen bankaya yatıracağız dediler. O zaman oyalanmayın. Zaten ben de paraları bankadan çektim. Bankaya gidince banka görevlisi sayar. Eksik çıkarsa veririm dedim. Tamam dediler. Hayırlı olsun deyip vedalaştık. Bereket ikna oldular. Değilse, para saymak için mesai yetmez, geceye kalırdık.

Olmuş 2024 yılının Mayısı. Bir para çekmem gerekti. Bir günde çekebileceğim miktar en fazla on bin imiş. Yazdım on bin lira diye. ATM epey saydı geri planda. Sonra para verme haznesi açıldı. Verdiği para hep yüzlük idi. İki yüzlük verseydi ne güzel olurdu dedim içimden. Bir ara parayı geri yatırayım istedim. Sonra vazgeçtim.

Parayı cüzdana koymaya kalktım. Cüzdan bükülmedi. İkiye katlayıp yan cebime koydum. Burada para var diye bağırıyordu şişkin cebim. Sonunda üşürsem giyeyim diyerek kolumda taşıdığım yeleğin cebi aklıma geldi. Bir deste parayı oraya koydum. Koluma atıp çıktım. Allah vere de kolumdan açılıp düşmese. Çarşının ortasında bir de bununla uğraş endişesi taşımadım değil.

Yolda birkaç şey alıp yüzlüklerden çıkarıp verdim. Ne kadar harcadığımı bilmiyorum.

Eve geldikten sonra ne kadar kalmış, bir sayayım dedim. İnan, say say bitmedi. Taşıması zor olduğu gibi sayması da zor. Nasıl aramazsın şimdi para sayma makinesini dedim içimden. Eskiden para saydıkça çıkan para sesi içimi açardı. Şimdi ise tiksinti verici geldi.

Eskiden eft yapıp parayı görmeden işimizi hallediyorduk. Şimdi ise nakit deniyor. İyi de say say bitmiyor elimizin kiri para ve değeri pek bir anlam ifade etmeyen TL’miz.

Paramızın durumu bu iken hükümet her ne hikmetse hala en büyük para olarak 200 lira da direniyor. Şu ana kadar beş yüz binlik ve binlik banknotlar basılıp piyasaya sürülmesi gerekirdi.

Bir ara böyle giderse deste deste TL sayma işi kiloyla tartılmaya başlayacak yazısı yazayım dedim. Ben daha yazı konusu edinmeden esnaf bir arkadaş, yakında esnaf, paraları kiloyla tartmaya başlar dedi. Dedim böyle düşünmede yalnız değilim.

İnan böyle giderse büyük paraların döndüğü alışverişlerde para makinesi bile iş görmez. Ancak tartı çözer bu işi.

Vah ki vah bize... Vah ki vah paramıza...