3 Mayıs 2024 Cuma

Dayıoğlu, Halaoğlunu Kurtarmak için Devrede

Önce İsrail ile ticaret yok dendi. Nice sonra ihraç edilen bazı ürünlere kısıtlama getirildiği açıklandı. Şimdi de tüm ürünleri kapsayacak şekilde durdurma kararı verildi. Bu konuda ne dersin?

Ne diyeyim, hayırlı olsun. 

Pek sevinmemişe benzemiyorsun. 

Ne yapayım? Kalkıp oynayayım mı?

Oynama. Ama iyi oldu falan de. 

Bir şey deme yerine sana fıkra gibi bir anekdot anlatayım. Anekdota göre iyi mi oldu, kötü mü oldu? Bunun değerlendirmesini yaparsın. 

Dinliyorum. 

Eyüp ile Mehmet, dayıoğlu ve halaoğlu. Birbirlerini pek sever pek sayar bu akran kuzenler. Yedikleri, içtikleri ayrı gitmez bu ikilinin.

Bir gün birlikte beldenin dışına çıkarlar. Bunları burada -daha doğrusu halaoğlu Mehmet’i- bekleyen bir tehlike vardır. Çünkü karşı beldenin gençleriyle Mehmet’in arasında daha önceden kalan paylaşılacak bir kozları var.

Beldenin gençleri, Mehmet’i yaka-paça yere indirir. Tekme, tokat bir güzel döverler. Ardından çekip giderler. Halaoğlu Mehmet, kafa-göz ve kan bere içerisinde yerde yatarken tüm bu kavgayı kenarda seyreden ve hiç kılını kıpırdatmayan Dayıoğlu Eyüp, durun be! Bu yaptığınız mertliğe sığar mı bile dememiş.  

Etrafta kavgacılardan kimse kalmayınca, meydan Eyüp’e kalır, iş başı yapar ve duruma el koyar. Yerde yatan halaoğlunu yerden kaldırmak üzere harekete geçer. Aynı zamanda mübarek ağzından şu cümleler dökülür: “—Halamın oğlu Mehmet! Sana bir daha vursalardı, başlayacaktım” demiş.

Eksik olmasın! Böyle akrabalığı kim yapar değil mi? Sen de sırtını dayayabileceğin böyle bir akraban olsun istemez misin?

Doğrusunu istersen böyle bir akrabam olsun istemem. Baksana kılını kıpırdatmamış.

Belki de çok şey yapmak istedi ama üzüntüsünden bir şey yapamamıştır.

Neyse geçelim bunu. Yalnız bu anekdotun İsrail ile 9,5 milyar dolarlık ticaret hacminin durdurulmasıyla alakasını kuramadım.

Desene boşuna anlattım bu anekdotu. Laf aramızda ben de bağlantı kuramadım. Bu arada İsrail-Gazze tek taraflı savaş ne zaman başlamıştı?

7 Ekimde.

O zamandan bu zamana kaç kişi ölmüş?

Sanırım 30 binden fazla. Bir 50 bin de yaralı var. Sağ kalanların da başlarını sokacak evleri yok. Çünkü taş üstünde taş bırakmadı İsrail.

Niçin sordun?

Hiç, öylesine.

Hayıflanmamak Elde Değil (4)

Neyse hepsini yuttum bunların. Bahtıma yanıp yokluğa terk edilmiş bir halde yoluma devam ederken o ise Başkan olmanın şöhretiyle adından söz ettirmeye devam etti. Şimdi de Audi A8 ile gündemde.

Millet topa tutuyor. Vay efendim, sen bu A8’e nasıl binersin? Hiç mi tasarruf derdin olmaz diye.

Millet bu eleştirisinde de bir kez daha ters köşeye yattı. Çünkü almamıştı bu A8 Audi’yi. Kiralamıştı. Buna da mecbur kalmıştı. Çünkü 2016 yılında Başbakanlık tarafından kuruma tahsis edilen 2010 model araç sık sık arıza yaptığından, masrafa yol açtığından, işlevini tam yerine getiremediğinden ve de ömrünü tamamladığından dolayı sık il dışı programlarda kullanılmak üzere böyle bir araç kiralanmıştı. 2023 model TOGG’u ise makam hizmetlerinde kullanacaktı.

Milletin ağzı yine durmadı. Vay efendim bu Audi A8’i satın alsa daha iyiydi. Kiralığı daha pahalıya geliyor. Bunun neresi tasarruf diyorlar. Şimdi de tutturmuşlar, bu aracı her il dışına gidişte mi kiralıyor yoksa yıllık mı diye. Ona göre maliyet hesabı yapacaklar akılları sıra. Tutturmuşlar bir tasarruf tasarruf diye. Başınıza tasarruf kadar taş düşsün diyeceğim ama beddua bize yakışmaz. Bereket Başkan işini yapıp her söze cevap vermiyor. Biniyor arabasına. Gidiyor yoğun il dışı programlarına ve kınayanların kınamasına aldırmıyor.

Sakın bana döndün asker arkadaşın Ali’yi savunmaya demeyin. Tamam, kendisini ve yakaladığı şöhreti kıskanıyorum. Ama el insaf yahu!

El hasıl kıskançlığım ve hayıflanmam tavan yaptı. O yollardan geçmiş iki kişi olarak o, 2010 modeli aracı ıskartaya çıkarıp Audi A8’lere biniyor. Asker arkadaşı bense 2000 model Nissan Primera’ya biniyorum. Bugüne kadar o kadar il dışına gittim. Yıllık bakım dışında pek sanayiye gitmedim ama hakkını yemeyelim ve bir hakkı teslim edelim. Koskoca Başkan il dışı programları için işi şansa bırakamazdı. Diyelim ki Konya programı var. 4-6 yaş Kur’an kursu açılışı yapacak ve hafızlık icazet programına teşrif edecek. Belirlenen gün ve saat geldiğinde, Başkan Konya’da olmadığında, Başkanım, neredesiniz dediklerinde, efendim 2010 model arabamız yine arıza yaptı. Şu anda Ankara sanayisindeyiz. Tamirinin bitmesine az kaldı. 5-6 saat daha bekleyin mi diyecekti. Bu da olmazdı, takdir ederseniz. Yani Sayın Erbaş ya başkanlık yapacaktı ya da Başkanlığının geri kalan kısmını araba tamiri için sanayilerde geçirecekti. Tamam, tasarruf önemli ama Başkanlığının ve kendisinin itibarı ne olacaktı? Zira tasarruf için itibardan ödün verilemez.

Elhasıl kelam, ben çatlayıp patlasam da bu son araba kiralama olayında Başkan yine haklıydı.

Son söz olarak aynı yolları tepmiş iki Türkiye insanı olarak o Audi’ye biniyor, bense Nissan Primera’ya. Ondan sonra da niye hayıflanıyor? Çalış, senin de olsun diyorlar. Ben çalışınca ona yetişebilecek miyim ayrıca. O yerinde mi duracak sanki. Aynı cendereden geçmiş kişiler olarak o Audilerle uçuyor, ben ise adeta yaya yürüyorum. Onunla benim aramdaki fark başlarda pek yoksa da geldiğimiz nokta itibariyle açıldıkça açıldı. Nasıl ki muasır medeniyet seviyesine ulaşmak için Batı’yı yakalamamız mümkün değilse, benim de asker arkadaşımın şöhretini yakalamam mümkün değil.

Buna rağmen sen yine hayıflanmaya devam et Ramazan. Başkan Ali nerede, ben neredeyim diye.

Demedi deme. Bu hayıflanma seni götürür.

O zaman ölümümden asker arkadaşım Başkan Ali sorumlu olur derim. Bundan sonrasını o düşünsün. Benden söylemesi.

Hayıflanmamak Elde Değil (3)

Söyle, şu komutan sandığın ve tüm cumaları kıldıran eratı dediğinizi duyar gibiyim. Ali Erbaş idi efendim Ali Erbaş. Diyanet İşleri Başkanımız yani. Kendisiyle aynı tugayın aynı taburunda 58 gün dirsek çürüttük. Yani asker arkadaşıyız. Ayrılırken de askerin not defterlerine adreslerimizi yazmıştık. İl dışı programlarından vakit bulup Ankara'da bulunduğu zaman makamında kendisini ziyarete gitsem, beni tanır mı ya da sen de kimsin, hatırlamıyorum der mi, bunu bilmiyorum. Belki de ben o tanıdığın Ali Erbaş değilim, görüyorum ki sen hala öğretmensin, o günkü bıraktığım yerdesin de diyebilir. Çünkü makam insanı değiştirir derler.

58 günlük fiili askerliğimiz bitti. Herkes yoluna gitti.

Gel zaman git zaman yaptığı Diyanet İşleri Başkanlığı ile adından sıkça söz ettiren Mehmet Görmez, süresi dolmadan Başkanlıktan emekliliğini isteyince, kamuoyunda kim başkan olur beklentisi oluştu. Çok geçmedi. Diyanet İşleri Başkanlığına Ali Erbaş atandı.

İsmini duyar duymaz bizim Ali ne ara Prof. oldu da başkan seçildi dedim. Meğerse çoktan Prof. olmuş, aynı zamanda fakültesinde dekanlık yapmış. Oradan da başkanlığa gelivermiş. Şimdi nicedir başkan. Yürü ya kulum dedikleri bu olsa gerek.

Gel de hayıflanma bu duruma. Nasıl hayıflanmam:

İHL, ilahiyat şeklinde aynı okulları okumuşuz.

İkimiz de o günün şartlarında beş bin mark vererek askerliğimizi bedelli yapmışız.

İkimiz de Arapça biliyoruz.

İkimiz de 58.Topçu Er Eğitim Tugayının Hafif Taburunda 58 gün bilfiil askerlik yapmışız.

Hasılı kelam, şimdi o nerede, ben neredeyim. 

O olmuş DİB Başkanı. Bende hala boz öğretmenim. Hayıflanmam bundan. Bahtıma yanayım.

Neden böyle diye kendi kendime soruyorum. Aklıma, askerliğin ilk gününde masa başı iş verilmesi geliyor. Bana verselerdi, bunu ben de yapardım. Nizamiyeye geç girdiğime yanayım. İki ay boyunca askerde cumaları kıldırıp hutbe okudu. Bana geç kıldır deselerdi, bunu ben de yapardım. Sesim güzel değil. Gündüz namazında sese ne gerek var değil mi? O Prof. olmuş, ben değilim. Okusaydım ben de olurdum diyorum. Hele hizmet hareketi, hafızlığı bitirir bitirmez, tüm okulları biz okutalım, her şeyi bize ait, yeter ki bize verin dediklerinde, bunu kabul etseydim, belki de Sakarya Üniversitesinde asistan olarak akademisyenliğe başlar, arkası gelirdi ondan sonra. Çünkü ne de olsa Sakarya bizimdi o zamandan 2016’ya kadar. Sonra DİB Başkanı olmak için akademisyen olmak şart mı? Mehmet Nuri Yılmaz akademisyen miydi ayrıca. Üstelik Ali Erbaş hafız değil, ben ise hafızım. Gördüğümüz gibi ortak noktalarımız, artılarımız ve eksiklerimiz var. Tartışsak hep berabere kalırız.

Neyse, geçmişe mazi derler, hayıflanmanın sırası değil deyip tam bunları unutmaya yüz tutmuşken kılıçla Ayasofya’nın minberine çıktığı heybetli görüntüsünü görünce eyvah dedim. Her şeyi yapsam ben bunu yapamazdım. Çünkü bende heybet yok dedim. Etim ne budum ne değil mi? Bunun farkı burada dedim anlayacağınız.

Tam bunu da unutmaya yüz tutmuşken o işinde bense aynı yerimde sayarken bir gün bu ilahiyatçılar be iş yapıyor. Gençlik salavatı bilmiyor deyip bana taş atmaz mı? Güya ben görevimi yapmamış oluyorum ona göre. Ne yapaydım yani. Elimde kılıç gençlere okuyun şu salavatı mı deseydim.

Düşenin dostu olmaz dedim ama gelin bunu bana sorun. Makamı ne olursa olsun asker arkadaşını böyle suçlar mıydı? 58 günün hukuku hiç mi kalmadı? Bana suç buluncaya kadar kendisine bağlı olan ve yaygın eğitim görevi veren cami görevlilerine de bir söz söyleseydi yine gam yemeyecektim. (Devam edecek)