21 Ocak 2024 Pazar

Ne Ayak!

Bazılarını anlayamıyorum. Daha doğrusu anlamakta zorluk çekiyorum.

Kimden bahsediyorsun?

İsmin ne önemi var. Önemli olan eylem değil mi?

Ne yapıyor da?

Birilerinin icraatını eleştiriyor. Yerden yere vuruyor. Olmaz bu kadar da diyor. Şöyle yapın diyor. Dediklerini video olarak paylaşıyor. 

Eee, ne var bunda? İcraatı beğenmiyorsa eleştirecek elbet.

Eleştirsin eleştirmeye ama eleştirdiğiyle kalmıyor. Sonra bir bakmışsın, yerden yere vurduğu ile seçimde bir araya geliyor. Seçime birlikte giriyor.

Siyaset bu. Girmesinde ne sakınca var? 

Sakıncası, beğenmediği icraatı bu birliktelik sayesinde yeniden zirvede. Aynı eleştirdiği icraatlar hız kesmeden devam ediyor. Bugün eleştirdiklerinde payı var. Çünkü destek oldu. Büyük çelişki bu. Söz ve eylem çelişkisi.

Kazan kazan politikası güdülmüş olmalı. 

Kazan kazan politikasının da bir omurgası olmalı. Siyasi birliktelik asgari müştereklerde bir araya gelme amacıyla yapılır. 

Hazar asgari müştereklerde anlaşmışlardır. 

Sanmıyorum. Seçim birlikteliği için şunları şunları yaparsanız ittifak yapabiliriz dediler. Öne sürdüğü maddelere tamam dendi. İmzalar atıldı. Fakat gel gör ki şartların hiçbiri yerine getirilmemiş. 

Kısaca kandırılmış. 

Aynen öyle. 

Bir daha seçim ittifakı yapmaz o zaman. Çünkü bir delikten ikinci defa girilmez. 

Sen öyle san. Bir taraftan imza attığımız şartlar yerine getirilmedi diye dert yanıyorlar. Biz seçime kendi adaylarımızı çıkaracağız diyorlar. 

Tamam işte. 

Tamam değil. Zira adaylarını açıklamıyorlar. Seçim ittifakı için göz kırpıyorlar. 

Ne gibi? 

Şu büyükşehri, bu büyük ilçeyi bize verirseniz, ittifakta varız diyorlar. 

Pazarlık için kendilerini ağırdan satıyorlar o zaman. 

Aynen öyle. 

Bu sayede bazı kazanımlar elde etmiş olacaklar. 

Kazanabilirler de böyle giderse inandırıcılıklarını kaybederler. 

Niçin? 

Millet demeyecek mi durmadan eleştir, ardından ittifakında yer al. Bu ne iş bu ne ayak bu ne perhiz bu ne lahana turşusu bu ne yaman çelişki diye. Kısaca yanlışa ortak oluyor. Bu da seçmen nezdinde itibar kaybına uğramak demek. Parlamakta olan partisini intihara sürüklemek demektir. 

20 Ocak 2024 Cumartesi

Kedinin Ciğeri Sevmesi

Falan, bu şehre aşık. Bu aşkını da hep dile getiriyor. Ne dersin?

Bu şehri çok sevdiğini mi söylüyorsun?

Evet. 

Acaba? Nereden biliyorsun? 

İki sözünün biri o şehir. O şehirle yatıp o şehirle kalkıyor. O şehir için çalışıyor. Bugün o şehre kırgın olsa da o şehirden hiç kopamadı. O şehir onu bıraktı ama o, o şehri hiç bırakmadı. 

Niçin kırgın?

İhanete uğradı. O şehir onu yalnız bıraktı. Çünkü sevgisinin ve hizmetinin karşılığını alamadı. 

Anladım. 

Sadece bu kadar mı? Bir şeyler söyle. 

Daha ne söyleyeyim? 

Haksız mıyım? 

Haklı ya da haksızsın diyemem. Ama boş ver birilerinin şehir sevgisini. 

O zaman ne konuşalım?

Bilmem ki. İstersen kedi-ciğer ilişkisini konuşabiliriz. 

Ne alaka? 

Kedi de ciğeri çok severmiş. 

Sevsin. Ne zararı var. Hele sevginin. 

Hatta o kadar severmiş ki olduğu zaman bıkıp usanmadan yermiş. Olmadığı zaman da ciğer hayali kurarmış durmadan. 

İyi de kedi ciğeri seviyormuş. Ne var bunda? Midesi sabah akşam ciğer çekiyorsa varsın yesin. Bunu niye konu edindin?

Ne bileyim, o değilden aklıma geldi. Kedinin ciğeri sevmesi kadar doğal bir şey olamaz. Bir insan da ciğeri sevebilir, bulduğu zaman yiyebilir. Çünkü ciğer yenmek içindir.

Kıssadan hisse?

Kimsenin sevgisini tartamam. Bir şehri ne kadar sahiden ya da sever görünüyor? O şehre hizmet etmekten ne kadar hoşnut oluyor bilemem. O şehri sahiden seviyorsa o ülke ve o şehir hizmete doyar. Korkum, o şehri kedinin ciğeri sevmesi gibi severse. Ciğer nasıl yenerek yok olursa o şehir de yene yene yok olur. Bu yüzden özden sevgi olsun. Bu sevgi, o şehre ihanete dönüşmesin. O şehir siyasi çekişme ve rantlardan uzak bir şekilde, tarihi ve kültürel yapısıyla elle gösterilen, dünyaya örnek ve yaşanabilir bir şehir olsun. O şehre kedinin ciğere baktığı gibi bakılmasın. Kaybeden değil, kazanan ciğer olsun.

Anlamadım.

Pardon! O şehir olsun.

Çalışmak da Bir İbadettir *

Vaaz kürsülerinde ve hutbelerde inanç ve ibadetten dem vuruyoruz. Döner döner anlatırız. Ahlaktan bahsetmeyi de ihmal etmiyoruz. Ama önceliğimiz iman ve ibadet. 

Kur'an ve hadislere bakıyoruz. İman ve ibadet öncelikli.

İlmihallere baktığımız zaman öncelik yönünden iman ve ibadet yine baş sırada ve ana konular. 

Gündelik hayatta insanları tasnif ederken iman ve ibadet yönünden değerlendiririz.

Çocuğumuza eş ararken sorup soruştururuz. Ya namazında, niyazında olup olmadığına bakarız ya da sorduklarımız; namazında, niyazında der. Hoş, bu anlayış şimdilerde biraz geriye itildi. Önceliğimiz kadrolu çalışana yöneldi.

Birine kızıp eleştireceğimizde beynamaz deriz.

Birini methedeceğimizde hiç namazdan kalmaz deriz. 

Kısaca hayatımız iman ve ibadet dense yeridir. Bu kadar üzerinde durulmasına rağmen iman ve ibadetten mesafe aldığımız söylenebilir mi? Haydi diyelim ki imanın bir ölçütü yok. İbadetler ölçülebilir olmasına rağmen ibadetleri yerine getirme konusunda büyük bir zaafın olduğu aşikar.

İbadet dendiği zaman ibadetten kasıt sadece namaz değil dense de bütün örnek ve değerlendirmelerimiz namaz üzerine.

Öğrencilere proje geliştiriyoruz. Namaz üzerine ve sabah namazından başlıyoruz. Namaza gelenlere bisiklet türünden hediyeler veriyoruz.

Burada iman ve ibadet üzerine yapılan konuşmaların gereksiz ve önemsiz olduğunu anlatmaya çalıştığım anlaşılmasın. İslam'ın, iman ve ibadetin yanında ayrılmaz bir parçası olan ahlakın üzerinde yeterince durulmadığını, duruluyor ise de ahlakın uygulamaya geçirilemediğini söyleyebilirim.

Bir diğer husus; iman, ibadet ve ahlakın dışında hayata dair başka konu ve sorunlar üzerinde yeterince durmadığımız. Mesela çalışmak konusunda ne din kültürü kitaplarında yeterince yer ayrılmakta ne de vaaz ve hutbede gereğince üzerinde durulmakta. Şayet değinilse bile "Çalışmak da bir ibadettir" diyoruz. Tırnak içine aldığım cümledeki "da" edatı, burada başlı başına bir sorun. Niçin “Çalışmak ibadettir” demiyoruz da çalışmak da bir ibadettir diyoruz. Niye ibadet dendiğinde sadece dar anlamda namaz, oruç, hac ve zekât geliyor? Niçin "Allah'ın razı olduğu, insanları hoşnut eden her türlü söz ve fiile" ibadet denir şeklinde tarifi yapılan ibadetin geniş alandaki tanımını ön plana çıkarmıyor ve önemsemiyoruz da "Çalışmak da ibadettir" diyoruz. Bundan yani cümledeki ayrı yazılan “da” dan, sen ilk önce iman ve ibadeti yerine getir, sonra vakit kalırsa çalış. Çünkü bu da bir ibadettir anlamı çıkar. 

Elhasıl iman, ibadet ve ahlak üzerinde duralım. Buna eyvallah. Bunlar üzerinde durduğumuz kadar çalışmanın üzerinde de duralım. Teşvik edelim. Çalışıp üretmeyenleri eleştirelim.

Bunun yani çalışma üzerinde hassaten durmuş olsaydık belki de bugün ülke olarak çokça üreten, ürettiğinin fazlasını ihraç eden ve ülkeye katma değer üreten olurduk, topluca ülkeyi kalkındırırdık, ileri ve gelişmiş ülkeler seviyesine yükselir, fakirlik sorunumuz olmaz, fert başına düşen gayri safi millimiz daha yüksek olurdu. Vatandaşından sadaka bekleyen devlet, devletinden sadaka bekleyen halk olmazdık.

İman, ibadet ve ahlak üzerinde çokça durulmasına rağmen bunlar da bile zaafımız çok. Bunları bile yeterince yerine getirmiyoruz. Çalışmak üzerine eğilince mi çalışmaya kendimizi vereceğiz denebilir. Bu endişe haklı bir eleştiri. Yalnız çalışmanın ibadet olduğu konusunda üzerine basa basa tekraren durmuş olsaydık, üzerinde çokça durduk. Yine olmadı derdik ve üzerimizden sorumluluğu atardık.

Heyhat ki heyhat...

*09/02/2024 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.