29 Kasım 2023 Çarşamba

Anladım ki

Anladım ki vatan, millet ve ayağa kalk Sakarya diyenlerin derdi vatan değil; cebellezi, makam, mevki, bitmez tükenmez ego tatmini, kendi itibar ve şöhretleri imiş. 

Anladım ki birilerinin sırtına basarak yükselenler, geldikleri ve çıktıkları yeri unutuyormuş.

Anladım ki din, iman, dava, ideal diyenlerin derdi, kendilerini merkeze koymak ve zirveye çıkmakmış. 

Anladım ki bize korku salanlar, üzümü çifter yiyorlarmış. Ama bu çifter yemeyi gizlemeyi çok iyi beceriyorlarmış. Çünkü bu çifter yiyor deyince, biz parmağını gösterdiği yere baktık. Bu arada kendileri de üzümü çifter götürüyor.

Malumunuz kişi, karşıyı ve başkasını işaret ederken işaret parmağıyla gösterir. Baş parmak da aynı hizada karşıyı gösterirken geriye kalan üç parmak kendisini gösterir. Biz karşıya bakarken kendisini gösteren diğer üç parmağı görmüyoruz. 

Anladım ki gerçeklik diye konuşulanların her biri birer algıdan ibaretmiş. Olguları yaşıyoruz derken algılar imiş yaşadıklarımız. 

Anladım ki tek geçerli kriter insan olmak ve insan kalmakmış. Kısaca insanlıkmış asıl olan. İnsanlığı olmayanın savunduğu değerler hayatına bir şey katmıyormuş. Böyle tipler için o değerler satışa sunulmak için varmış. Bu değerlerin müşterisi de bol olunca yükselmenin sınırı yokmuş. Zira yanında değerler olan tacirin karşısında kim ya da hangi güç durabilir. O yüzden yanına değerleri alan her daim maça bir sıfır galip başlar. Değerle yola çıkan, değerlerin üstüne basarak yükselir ve parsayı toplar. Değerlerle mesafeli olanlar ise döküntülerle yetinir, onlarla beslenir.

Anladım ki değerleri altına alarak yükselenler, değerleri yıprattığı için değerler büyük darbe yermiş, insanlar değerlere mesafe koyarmış. Bunlar için önemli değil. Zira satışta mal yıpranır. Önemli olan satıcının kazanmasıdır. Bu uğurda nice değerler varsın feda olsun.

Anladım ki değerlerle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayanlara; yapmayın, bu değerleri emellerinize alet etmeyin deseniz, adınız değer düşmanına çıkar. İnmezsiniz sekize. Olursunuz bir değer düşmanı. Bu durumda sizi ben bile kurtaramam.

Ne yapmalı bu durumda? Ben nasıl yükselmeliyim. Ne önerirsiniz? Bizde mi bu değerleri kullanalım derseniz? Hiç tavsiye etmem. Zaten deneseniz de başarılı olamazsınız ve gülünç duruma düşersiniz. Zira ikna edici olamazsınız. Çünkü değerlerin distribütörü bellidir. Zamanında tekellerine almışlar. Size buradan ekmek çıkmaz. Değerlerin asıl satıcısı varken çakmasını ne yapsın kalabalıklar. Hurra giderler asıl satıcıya.

Bu durumda sizin göreviniz, mevcut yerinizdir. Siz size güvenenleri oyalayacaksınız. Çarkın bir parçası olacaksınız. Onlar köşe olurken siz de suyundan faydalanmaya devam edeceksiniz. Çünkü siz olmalısınız ki bu çark dönsün. Değilse, bu çark dönmez.

Tüm bunları anladığımda maalesef iş işten geçmiş. Atı alan zaten Üsküdar’ı geçmiş. Alavere için Bor’a yöneleyim dedim. Bor’un pazarı da kalkmış. Bu aşamadan sonra eşeğimi Niğde’ye sürsem kaç yazar... 

Maceranın Yeri Bir Başka

Rab Teala, en iyisini bilir ama dilde kemiğe yer vermemiş. İyi ki de vermemiş.

Dile kemik koyduğunu düşünün. Söylediğimiz sözden nasıl geri dönerdik? Tükürdüğümüzü hiçbir şey olmamış gibi yalamayı nasıl yapardık? U dönüşünün nasıl bir şey olduğunu nereden bilebilirdik? Büyük konuşanlara, büyük lokma ye. Fakat büyük konuşma diyebilir miydik?

Normali yaratmış aynı zamanda anormali de. Her şeyi zıddıyla yaratmış.

Akı yaratmış, karayı da.

Bilimi yaratmış, bilime aykırılığı da.

Makulü yaratmış, makul olmayanı da.

Modeli yaratmış, modelsizliği de.

Rasyoneli yaratmış, irrasyoneli de.

Ortodoksu ve heterodoksu da.

Çin modelini ve Türk modelini de.

Seçin, beğenin. Seçerken kalitenizi de konuşturun demiş.

Birini uygula. Olmadı mı?

Sonra vazgeç diğerine/öncekine geç...

Düşünün ki hayat hep normal olsa, çekilir miydi bu hayat? Bıkkınlık verir, illallah dedirtirdi bize.

İyi ki her şeyi zıddıyla yaratmış. Değilse, neyin ne olduğunu, maceranın ne olduğunu, maceranın sonunun nelere mal olacağını, ceremesini kimlerin çekeceğini nereden bilebilirdik?

Kulları tekdüze yaratsaydı, hep aynı şey diye sıkıntıdan patlardık.

Bu kulları birbirinden farklı alternatifler bulmasaydı, alternatifsizlikten çatlar ölürdük.

Kullarına, sonucuna katlanmak şartıyla her yolu deneme özgürlüğü vermiş. Böyle olmasaydı, deneme tahtası diye bir şey olur muydu?

Kediyi yaratmış aynı zamanda fareyi de. Bundan insanoğlu ibret almalı ki birileri kedinin fareyle oynadığı gibi oynasın.

Kullarının bulduğu her şeye eyvallah ama maceranın yeri bir başka. Bu macera sayesinde kulları neleri gördü neler görüyor neler görecek...

Simide Son, İğdeye Devam!

Kara simide gelen son zamdan sonra bugün simit alır mısın diyen simitçiye, simide yeni zam geldi mi dedim. "Daha gelmedi. Hala 2,5 lira" dedi.

Hayret ettim fiyatın değişmemesine.

Fırsat bu fırsat dedim. Üstelik fiyatını sordum. Almazlık olmaz deyip bir simit daha aldım.

Simidi yedim ama böyle nereye? Mutlaka bir çıkış yolu bulmalıyım. Bu boğaz harbi ile mücadelenin bir çıkışı olmalı dedim.

Öğle yürüyüşüne çıkarken yanıma bir poşet aldım.

Soluğu üç katlı bir binanın dışında kalmış bir iğde ağacının altında buldum.

Sağa sola bakındım. Kimsecikler yoktu.

Yol kenarında umumun malı gibi görünse de sahibinden izin almak gerekirdi.

Evin de kime ait olduğunu bilmiyorum.

En alt zile bastım.

Tanımadığım biriydi kapıya çıkan.

Kapıya çıkana kendimi tanıttım. 

Kapının önündeki iğde sizin mi dedim. Hayır ama toplayabilirsiniz dedi.

Bu ev kimin dedim.

Sahibi yurtdışında Kamil diye biri dedi.

Soyadı Akar mı dedim.

Evet dedi.

Tanırım Kamil abiyi. Severim kendisini. Hukukumuz da var. Yurtdışından izne gelince helalleşirim dedim.

Gördüğünüz gibi bu kadar topladım.

Yürüyüşümü bitirdikten sonra nevalemi açtım. Yedikçe yedim.

Az sonra doyduğumu hissettim.

Dedim, bundan sonra simide son, iğdeye devam.

Bedavaya karnımı doyuracağım. Simit parası da cebimde kalacak. Daha ne isterim.

Gördünüz değil mi kurtuluş mücadelemi. 29.11.2021

Not: 29.11.2021 günü bu yazıyı yazıp sosyal medyada paylaşmışım. Simidin fiyatı 2 yıl önce 2,5 lira imiş. Kaç aydır 9 lira.