20 Kasım 2023 Pazartesi

Göze Perde İnmişse

Ebrehe'nin Kabe'yi yıkma eylemi lanetlenir ama Hafız Haccac'ın hac mevsiminde Kabe'yi yıkması es geçilir. Haccac'ın bu zulmünü gündeme getirsen, bunun zamanı mı? Sonra bunun ne faydası var denir.

Diyanet'in 4-6 yaş öğrencilerine yönelik eğitimini "çağdışı" diye niteleyen laik ve seküler kişi  unutulmazken ve topa tutulurken, bundan sonra temcit pilavı gibi her seçim öncesi önümüze gelme ihtimali yüzde yüz iken "Nass var nass" dedikten sonra nassı askıya alan kişinin bu ikilemi ve nassı askıya alması, nasla kedinin fare ile oynaması hiç akla gelmez. İlki affedilmez iken ikincinin yaptığı çok masum kabul edilir.

Sahabenin bazı tasarrufları, Cemel, Sıffın Savaşlarını masaya yatırsan, geçti gitti. Şimdi ne gerek var buna denir. Nedense 1950 öncesi yönetimin yaptıkları siyaseten malzeme olarak kullanılmaya devam eder. Kimse bunlar ta ne zaman oldu demez.

Dini hassasiyeti ön planda olan veya dini yönü ön plana çıkmış bir gruba ait infiale sebebiyet veren nahoş bir şey olduğunda, "Bunun aslı astarı yoktur. Amaçları iftira ve tarikatları kötülemektir. Esas amaçları İslam'dır. İslam'a direk saldıramadıkları için cemaatleri hedef alıyorlar. Siz bunları bilmezsiniz" denir. Karşıt kesimden birileri yaptığında enine boyuna inceleriz. "Bunlar var ya bunlar. Hep böyledir. Daha bunların geçmişte şu yaptığı sapıklıklar unutulmadı" denir. Aynı şey yatılı bir Kur'an kursunda olduğu zaman da savunmacı refleks ya da görmezden gelme söz konusu. Hiçbir şey yapılmasa, siz de geçmişte şunu yapmıştınız denir.

Anlatmak istediğim, kendimizi ait hissettiğimiz yerlerde olup biteni bir başka tarafa çekmeye çalışarak kapatmaya çalışırız. Sevdiklerimize söz söyletmeyiz. Sevdiklerimizin yanlışlarını görmeyiz ve dile getirmeyiz. Yani aynı kötülüğü aynı çelişkiyi yapana göre farklı tavır takınırız. Bizden olanı hoş görürken ya da olur böyle şeyler deyip sessizce geçiştirirken başkasından ve karşıt kesimden olana taviz vermeyiz. Arslan kesiliriz.

Başkasını görürken kendimizden olanı hatırlamamak, görmemeye çalışmak, eleştirmemek nasıl bir haletiruhiye olabilir? Bunu gözlere perde inmesi şeklinde izah edebiliriz. Gerçekten göze perde inmişse, gözden bu perdeyi kaldırmadıkça bu göz kör demektir. Buna bakar kör diyebiliriz. Zira aşkın gözü kördür. Nasıl ki aşık sevdiğine toz kondurmazsa, biz de perde inmiş bu gözle sevdiklerimizin, tarafını tuttuğumuz kişilerin hata ve yanlışlarını görmeyiz. 

Hoş, göze perde inmiş diyorum ama gözdeki perde kaldırılınca kişi normal görür diyeceğim. Bu tip kimseler için gözüne perde inmiş demek öyle zannediyorum, çok hafif kalır. Aklı, beyni, zihni ve zihin dünyası dumura uğramıştır bu tiplerin. Tarafını sorgulamaktan yoksundurlar. Kalabalıklar içerisinde kendisine kişilik oluşturmuş, kimlik edinmiş kişilerdir. Karşı çıksam, mahalleden dışlanırım, bugünkü statümü kaybederim endişesini hep taşırlar. Bir başına kalmaktan pek korkarlar. O yüzden kafalarını kuma gömerler, birbirlerini körler ve sağırlar misali yaşamaya devam ederler. Sanırlar ki böyle yaparak millete yutturduk. Maalesef milletin gözünden hiçbir şey kaçmaz. Bu tipler sadece kendilerini kandırmış olurlar.

Çağı Okuyamayan Devletler

Tarihte bazı devletler köklü bir geçmişe sahip. Büyümüş, küçülmüş ama ismi bile değişmeden günümüze kadar gelmiştir. Bazı devletler de vardır. Kurulup genişlemiş, imparator devlet olmuş. Sonra bir bakmışsın tarih sahnesinden silinmiş. 

Bazı devletler ismiyle, cismiyle, ağırlığı veya hafifliğiyle, etkili veya etkisiz bugüne kadar gelirken bazıları niçin gelememiş.

Emeviler, Abbasiler, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Osmanlı vb. halkı Müslüman olan devletler günümüze kadar gelmeyen devletlerden. Bu devletlerin yıkılmasının ardından, sınırları içerisinde başka isimler altında küçük küçük devletler kurulmuştur. 

Emeviler, Abbasiler, Büyük ve Anadolu Selçukluları ile Osmanlı Devleti çok büyük topraklara sahip olmalarına rağmen niçin yıkılmışlardır. 

 Elbette her yıkılan devletin yıkılış sebepleri üzerine tarihçiler kafa yorup birtakım sebepler saymışlardır. Yıkılmalarında iç ve dış sebepleri sıralamışlardır. 

Adı geçen devletlerin bugüne kadar gelmemesini bir tarihçi gözüyle değerlendirmem mümkün değil. Kendi zaviyemden bu devletlerin yıkılış sebepleri üzerinde durmaya çalışacağım:

Bu devletler kuruluşunu tamamlamadan, elindeki topraklarda hakimiyetlerini iyice pekiştirmeden toprak genişletme yoluna gitmişlerdir. 

Toprak genişletmeyi fetih olarak görmüşlerdir. 

Devletler geçimlerini fethettikleri toprakları vergiye bağlamak suretiyle sağlamışlardır. 

Fethettikleri ülkede doğru dürüst yerleşmeden, ağırlıklarını hissettirmeden başka toprak fethine yönelmişlerdir. 

Fethettikleri yerlerde Anadolu'dan getirdikleri insanlardan oluşturdukları mahalle dışında bir varlık ortaya koymamışlardır. 

Fethettikleri yerleri ellerindeki güçle sağlamışlardır. 

Fethedilen yerlere vali atamakla yetinmişlerdir. Merkezden çok uzak bu yerlerin yönetimleri atadıkları vali eliyle yönetilmiştir. 

Fethettikleri yerlere ne kendi kültürlerini götürebilmişler ne fabrika kurabilmişler ne de fethettikleri yerlerin yeraltı ve yerüstü zengin kaynaklarından yararlanabilmişlerdir. 

Başka ülkeler sanayi devrimini tamamlayıp seri üretime geçerken yıkılan bu devletler sanayi devriminden uzak kalmışlar. Toprak fethi dışında akıllarına başka gelir kaynağı gelmemiştir. 

Eskisi gibi toprak fethi de mümkün olmayınca bu devletler önce duraklama, sonra gerileme sonra da yıkılma sürecine girmişlerdir.

Silah ve asker gücüne bağlı fetihler kendilerinden daha güçlü devletler tarafından önce püskürtülmüş sonra da fethedilen toprakları bu güçlere bırakmak suretiyle geri çekilmişlerdir.

Kısaca adını saydığım, bugüne kadar gelmemiş bu yıkılmış devletler, çağın gidişatını okuyamamış, çağa kendilerini hazırlayamamış, yeni güçle kendilerini donatamamışlardır. Kuruluşlarından yıkılışlarına kadar adeta bildikleri yöntemlerle fetih yapma dışında başka varlık mücadelesi geliştirmemişlerdir. Haliyle başka güçlere teslim olmuşlardır.

Zamanın ruhuna uygun yaşamayan, çağına ayak uydurmayan devletlerin günümüz dünyasında devlet olarak kalma imkanları yoktur. Emeviler de Abbasiler de Selçuklular da Osmanlılar da bu yüzden yıkılmışlardır.

17 Kasım 2023 Cuma

Anayasa Mahkemesine Bakışımız *

Anayasa Mahkemesinin varlığı, işlevi, verdiği, veremediği kararlar bu ülkede hep tartışılmıştır. Kimi alkışlamış kimi de yermiştir. Aynı şekilde bu mahkemeye seçilenler de hep tartışıla gelmiştir. Ne kadar tartışılsa da ne kadar eksik ve gediği olsa da Anayasa Mahkemesi yargının son merciidir. Tüm mahkemelerin üstündedir. 

Anayasa Mahkemesi bugünlerde de tartışılıyor. Yalnız bu tartışmalar öncekilere benzemiyor. Bu sefer ki tartışma Anayasa Mahkemesini yok etmeye yönelik bir tartışma. Fitilini de birçok şeyin fitilinin ateşleyicisi olan Devlet Bahçeli'dir. Yeter ki bir şey olmaya karar verilsin. Öncü kuvvet olarak çıkar ortaya. Çok ağır ithamlarda bulundu Anayasa Mahkemesine. Yenilir yutulur cinsten değil. Aynı ithamları bir başkası yapsa, bir partinin genel başkanı aynı zamanda vekil denmez, dokunulmazlığı kaldırılır, iddianame hazırlanır, hakkında yargılama başlardı. Ama işin başında Bahçeli varsa, akan sular durur. Kimse sesini çıkaramaz ve harekete geçemez.

Yargıtay'ın da müdahil olduğu kavga belli ki Anayasa Mahkemesinin birkaç kişi hakkında verdiği hak ihlali kararlarına dayanıyor. Son verdiği hak ihlali kararı bardağı taşıran son damla kabul edilmiş olmalı ki uygulanması zorunlu bir karar olmasına rağmen alt mahkeme kararı uygulamıyor.

Eğer bir uzlaşma olmazsa, belli ki Anayasa Mahkemesi ya kadük hale getirilecek ya da kaldırılacak. Bunun için Anayasa değişikliği gerek. 

Bir kesim için okların Anayasa Mahkemesine döndürülmesi gösteriyor ki tüm kurumlar zapturapt altına alınmış. Söz dinlemeyen bir tek Anayasa Mahkemesi kalmış. Ya teslim olacaklar, pes diyecekler ya da kaldırılacak. 

Nasıl bir ülkede yaşıyoruz ki iktidar olunca kadrolaşmanın yanında tüm kurumları ele geçirme gibi bir eylem içerisine giriyoruz. İstiyoruz ki tüm kurumlar istediğimiz şekilde hareket etsin, istediğimiz şekilde karar versin.

Her kurumla oynansa dahi dokunmamamız gereken yerler başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere tüm yargı kurumlarıdır. Çünkü yasama ve yürütmenin tasarruflarının haklı ve haksız yönden görüldüğü yerlerdir. Yasama, yürütme birliğinin yanında yargıyı da kendimize bağlarsak, idarenin tasarruflarına kim dur diyecek?

Yargılama bu ülkede başlayıp bu ülkede bitse, eh bize özgü adalet böyle. Kendimiz çalar kendimiz oynarız, istediğimizi asar, istediğimizi keseriz diyeceğim. Ama böyle değil. Zamanında Anayasada değişiklik yaparak iç hukuk bittikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitme, orada hakkını arama imkanı vermişiz insanımıza. Buna imza atmışız. Meclisten geçirmişiz. Bizim mahkemelerin üstünde bir mahkeme kabul etmişiz burayı. Bugün iç hukuku bitirdikten sonra AİHM’ne başvuran kişi sayısı az değil. Bu mahkemenin sonuçlandırdığı çoğu davada Türkiye mahkum oluyor ve yüklü miktarda para cezası ödüyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye’nin mahkum olmamasının ve para ödememesinin yolu Anayasa Mahkemesinden geçiyor. Çünkü bu mahkeme bu ülkede iç hukukun bittiği son merci. Anayasa Mahkemesini rahat bıraksak, üyelerine baskı yapmasak, verdiği kararları uygulasak, Türkiye’nin adalet yönden sicili daha temiz olacak, Türkiye hak ihlalleri yönüyle mahkum olup mimlenmeyecek.

Hasılı, Anayasa Mahkemesini göz bebeğimiz gibi korumalıyız. Vatandaş iyi ki AİHM var dememeli. Onların AİHM varsa bizim de Anayasa Mahkememiz var demeli. Bu yönüyle Anayasa Mahkemesi kaldırılmayı değil, korunmayı hak ediyor. Düşman gibi görme yerine bu kurumu milli bir kurum olarak görmeli. Milliyetçilik ve milli duruş da bunu gerektirir.

*20/11/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır