Ana içeriğe atla

Anayasa Mahkemesine Bakışımız

Anayasa Mahkemesinin varlığı, işlevi, verdiği, veremediği kararlar bu ülkede hep tartışılmıştır. Kimi alkışlamış kimi de yermiştir. Aynı şekilde bu mahkemeye seçilenler de hep tartışıla gelmiştir. Ne kadar tartışılsa da ne kadar eksik ve gediği olsa da Anayasa Mahkemesi yargının son merciidir. Tüm mahkemelerin üstündedir. 

Anayasa Mahkemesi bugünlerde de tartışılıyor. Yalnız bu tartışmalar öncekilere benzemiyor. Bu sefer ki tartışma Anayasa Mahkemesini yok etmeye yönelik bir tartışma. Fitilini de birçok şeyin fitilinin ateşleyicisi olan Devlet Bahçeli'dir. Yeter ki bir şey olmaya karar verilsin. Öncü kuvvet olarak çıkar ortaya. Çok ağır ithamlarda bulundu Anayasa Mahkemesine. Yenilir yutulur cinsten değil. Aynı ithamları bir başkası yapsa, bir partinin genel başkanı aynı zamanda vekil denmez, dokunulmazlığı kaldırılır, iddianame hazırlanır, hakkında yargılama başlardı. Ama işin başında Bahçeli varsa, akan sular durur. Kimse sesini çıkaramaz ve harekete geçemez.

Yargıtay'ın da müdahil olduğu kavga belli ki Anayasa Mahkemesinin birkaç kişi hakkında verdiği hak ihlali kararlarına dayanıyor. Son verdiği hak ihlali kararı bardağı taşıran son damla kabul edilmiş olmalı ki uygulanması zorunlu bir karar olmasına rağmen alt mahkeme kararı uygulamıyor.

Eğer bir uzlaşma olmazsa, belli ki Anayasa Mahkemesi ya kadük hale getirilecek ya da kaldırılacak. Bunun için Anayasa değişikliği gerek. 

Bir kesim için okların Anayasa Mahkemesine döndürülmesi gösteriyor ki tüm kurumlar zapturapt altına alınmış. Söz dinlemeyen bir tek Anayasa Mahkemesi kalmış. Ya teslim olacaklar, pes diyecekler ya da kaldırılacak. 

Nasıl bir ülkede yaşıyoruz ki iktidar olunca kadrolaşmanın yanında tüm kurumları ele geçirme gibi bir eylem içerisine giriyoruz. İstiyoruz ki tüm kurumlar istediğimiz şekilde hareket etsin, istediğimiz şekilde karar versin.

Her kurumla oynansa dahi dokunmamamız gereken yerler başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere tüm yargı kurumlarıdır. Çünkü yasama ve yürütmenin tasarruflarının haklı ve haksız yönden görüldüğü yerlerdir. Yasama, yürütme birliğinin yanında yargıyı da kendimize bağlarsak, idarenin tasarruflarına kim dur diyecek?

Yargılama bu ülkede başlayıp bu ülkede bitse, eh bize özgü adalet böyle. Kendimiz çalar kendimiz oynarız, istediğimizi asar, istediğimizi keseriz diyeceğim. Ama böyle değil. Zamanında Anayasada değişiklik yaparak iç hukuk bittikten sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitme, orada hakkını arama imkanı vermişiz insanımıza. Buna imza atmışız. Meclisten geçirmişiz. Bizim mahkemelerin üstünde bir mahkeme kabul etmişiz burayı. Bugün iç hukuku bitirdikten sonra AİHM’ne başvuran kişi sayısı az değil. Bu mahkemenin sonuçlandırdığı çoğu davada Türkiye mahkum oluyor ve yüklü miktarda para cezası ödüyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye’nin mahkum olmamasının ve para ödememesinin yolu Anayasa Mahkemesinden geçiyor. Çünkü bu mahkeme bu ülkede iç hukukun bittiği son merci. Anayasa Mahkemesini rahat bıraksak, üyelerine baskı yapmasak, verdiği kararları uygulasak, Türkiye’nin adalet yönden sicili daha temiz olacak, Türkiye hak ihlalleri yönüyle mahkum olup mimlenmeyecek.

Hasılı, Anayasa Mahkemesini göz bebeğimiz gibi korumalıyız. Vatandaş iyi ki AİHM var dememeli. Onların AİHM varsa bizim de Anayasa Mahkememiz var demeli. Bu yönüyle Anayasa Mahkemesi kaldırılmayı değil, korunmayı hak ediyor. Düşman gibi görme yerine bu kurumu milli bir kurum olarak görmeli. Milliyetçilik ve milli duruş da bunu gerektirir.

Yorumlar

  1. Merhabalar.
    Devlet Bahçeli ortağı olduğu iktidara kendini kullandırıyor. Alışmış ya kendini kullandırmaya. Bu nedenle Devlet Bahçeli, biz ülkücülerin gözünde bitmiştir. Bizim için aynı zamanda MHP'de bitmiştir. Devlet Bahçeli niye kukla oldu ve neden kuklalığı kabul etti, ben hala bir anlam veremedim. Ülkenin bu hale gelmesinde Bahçeli'nin de çok büyük vebali vardır ve bu vebalin altından nasıl kalkar bilemem.

    "Anayasa Mahkemesi kaldırılmayı değil, korunmayı hak ediyor" saptamanıza aynen katılıyorum. MHP'de milliyetçilik mi kaldı, milli duruş mu kaldı? Devlet Bahçeli hepsini sildi süpürdü.
    Selam ve saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bizde lider görünenler aslında üst akıl tarafından yönetilen birer figürdür. Kendilerine verilen rolü oynuyorlar. İslamcı sı da milliyetçisi de solcusu da. Benim kanaatim bu yönde. O üst akıl kimse düşman rakipleri bir araya getirebiliyor.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde