Ana içeriğe atla

Nasıl Şerefli ve Namuslu Kalınır?

1990'lı yıllarda bir imam hatip lisesine gurbetçiler bir minibüs bağışlamışlar. İstemişler ki bu okulun öğrencileri cuma günleri köylere hutbe okumaya gitsinler. Hem tecrübe kazansınlar hem de halkı dini konularda bilinçlendirsinler. Köylere giderken de okul araba arayışına girmesin. Dolmuşa öğrencileri doldurup köy köy bıraksınlar.

Okulun minibüsü olunca, okulun şoför kadrosu da olmuş. Kadro olunca ilkokul mezunu biri bu okula şoför olarak atanmış. 

Bir vesileyle tanışıp hukukum da oluştu bu şoförle. Dini hassasiyeti yüksek biri idi. Oturur kalkar, din ve diyanetten bahsederdi. Aynı zamanda bir dava adamı idi. Doğruluk, dürüstlük ondaydı. 

Bulunduğum zaman zarfında gurbetçilerin bağışladığı dolmuşun mesleki tatbikat için köylere gittiğini hiç görmedim. Ama minibüs akşam sabah çalışırdı. 

Okul ilçenin bir ucunda, okul müdürünün evi de öbür uçta idi. Şoför her sabah okul müdürünü evinden alır, okula getirir, akşam da müdürün alışveriş yaptığı yerden müdür alışverişini yapar. Evine götürürdü. Öğle arası müdür evine gidip gelir miydi, hatırlamıyorum. Giderse, öğle arası da araba okul-müdürün evi arasında mekik dokurdu. Çünkü müdürün yürüdüğünü hiç görmedim. Altında kendine tahsis edilmiş bir araç ve emrine verilmiş kadrolu bir şoför varken niye yürüsün. Niye kendi arabasıyla gelip gitsin değil mi? Hasılı gurbetçilerin dini gerekçelerle hizmet aracı olarak bağışladığı araç okul müdürünün makam aracı olup çıkmıştı. 

Neyse biz gelelim tekrar şoföre. İlkokul mezunu olan şoför, ortaokul mezunu olmaya karar verir. O zamanlarda ortaokulu dışarıdan bitirme sınavları çok yaygındı. Kaç sınava girdiyse, pek başarılı olamamış. Okul da pek sıkı tutuyormuş sınavı. Sınavlarda kopya çektirmeyen gözlemci bir din kültürü öğretmeninden, yardımcı olmadığı gibi kopyaya da fırsat vermiyor diye dert yanardı. 

Böyle bir dert yanmanın mevzubahis olduğu bir günde, içimizden biri, "Erzurum'da bir okul müdürü, falan şehirde ne kadar solcu varsa hepsine ortaokul diploması vermişler. Onlar veriyorsa, biz niye vermiyoruz? Hepsine biz de diploma vereceğiz" dediğini söyleyince, bizim şoför, "Öyle şerefli adamları burada nerede göreceğiz" dedi. Kendisine sınavda yardımcı olmayanlar şerefsiz mi oluyor dedim. Sessiz kaldı. Severdim bu şoförü. "Nerede bulacağız böyle şerefli müdürü" demesinin ardından kendisinden soğudum. 

*

Asistanlığından profesörlüğüne kadar aynı fakültenin gediklisi olan bir akademisyen, 67 yaşında zorunlu emekli olduktan sonra ne yapar ne ederim derken kendisi ve kendi gibi emekli olan akademisyenler için bir yol bulunur. Doktora ve yüksek lisans öğrencilerine danışmanlık yapacaklar. Karşılığında da ek ders ücreti alacaklar.

Öğrencilerini görmeden danışmanlığını yaptığı bu ballı görev kaç yıl böyle devam etti bilinmez. Yeni dekan bu olaya el atar. Emekli olanlara danışmanlık görevi vermeyelim der. Bir yönetmelik değişikliği ile ek ders almalarının önü kesilir.

Ek dersinin kesildiğini duyar duymaz, kimin kestirdiğini bilen dini bütün ve meşhur akademisyen o esnada bir başka akademisyenin odasındadır. Odada başka misafirler de var. Akademisyenin ağzından şu cümleler dökülür: “Vay namussuz vay”.

Siz siz olun, emekli olan bir akademisyenin danışmanlık görevini iptal edip ek dersini kesmeye kalkmayın. Yoksa maazallah namussuz olursunuz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde