Oturmuş bir devlet
kültürü, devlet olmanın ve devlet kalmanın olmazsa olmalarından biridir. Bu
kültür kurum ve kuruluşlarıyla kendini gösterir. Kurum ve kuruluşlar da anayasa
ve kanunların kendisine verdiği rolü yerine getirir. Kurum ve kuruluşlar gücünü
mevzuatından alır. Mevzuattan aldığı güçle işlevini yerine getirdiği müddetçe
kurum ve kuruluşlar devletin ve milletin ihtiyacını giderir. İhtiyaç giderdikçe
de itibar kazanır. Kurumların itibarı devletin itibarıdır. Bu itibarı korumak,
itibarını kaybeden kurum varsa, o kuruma yeniden itibar kazandırmak devlete yön
verenlerin asli görevleri arasındadır. Kuruluş felsefesine uygun iş yapmayan,
savsaklayan kurum varsa, mevzuat boşluğunu gidermek suretiyle kurumları işler
hale getirmek devlete yön veren iradenin vazifesidir.
Devlete yön verenler
için tüm kurumlar nötr durumdadır. Hiçbir kurum fethedilmiş kale olarak
görülmez. Hiçbir kurum noter görevi görmez. Hiçbir kurum devlete yön verenlerin
arka bahçesi değildir. Hiçbir kurum zapt edilmesi gereken kale olarak görülmez.
Devlete yön verenler kurumlarını göz bebeği gibi korur. Kurumlar arasında eşit
mesafe gözetir. Öz veya evlat muamelesi yapmaz. İşimize gelen kararı vermedi
diye kurumları itibar suikastına tabi tutmaz. Kurum ve kuruluşlar görevini
yaparken devlete yön verenlerden emir ve talimat almaz. Her bir kurum işini
kanun ve anayasanın verdiği yetkiyle yapar.
Burada son günlerin
tartışılmaya açılan Anayasa Mahkemesine gelelim. Anayasa Mahkemesi ulusal
düzeyde nihai karar mercii olan en yüksek mahkemedir. Yüce divan görevi de görür.
Geçmişten günümüze verdiği kararlar tartışılsa da Türkiye'nin göz bebeği bir
kurumudur. İç hukukun son merhalesidir. Anayasa Mahkemesinden de mağdur
olduğunu düşünen insanımız bu mahkemenin nihai kararından sonra hakkını aramak
için Avrupa İnsan Haklarına müracaat eder. Anayasa Mahkemesinin verdiği bazı
kararlar istediğimiz gibi olmasa da hoşumuza gitmese de Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinde Türkiye'nin mahkum olmasının önündeki en büyük sigortadır. Çünkü
hak ihlalinden dolayı Türkiye AİHM’ne az para ödememektedir. Hoş, mahkeme kabul
ettiğimiz ve altına imza attığımız AİHM‘nin verdiği kararları da
beğenmiyoruz.
Adalet illa bizim
istediğimiz gibi olacaksa o zaman Anayasa Mahkemesine ne gerek var, AİHM’ne ne
gerek var. Anayasa Mahkemesini niçin tutuyoruz? Biz sizi mağdur edersek, hakkınızı
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde ararsınız diye niçin imza koyduk, Meclisten niçin
geçirdik? Kendi adaletimizi kendimiz sağlayalım. Olsun bitsin.
Kim ne derse desin, Anayasa
Mahkemesi; iktidarıyla, muhalefetiyle korunması gereken, yarın herkese lazım bir
kurumdur. Çünkü bu kurum bireyi devlete, kurumlara ve insanlara karşı koruyan bir
kurumdur. Verdiği kararları eleştirebiliriz. Ama verilen kararları yok kabul etme
ve kararı uygulamama gibi bir lüksümüz yoktur. Hele istediğimiz gibi kararlar vermiyor
deyip bu anayasal kurumun kaldırılmasını dillendirmek milletçe topuğumuza sıkmak
demektir.
Yasama, yürütme siyasi
erkin işi iken yargı da yargı kurumlarının işidir. Kimse kimseye iş öğretmesin.
Yasama-yürütme-yargı birliğinden ziyade ayrılığı temel felsefemiz olsun.
Hasılı,
Adalet herkese lazım.
Anayasa Mahkemesi herkese
lazım.
Bu kurumu itibar suikastına
tabi tutmaktansa, varsa eksikliklerini giderip yoluna devam etmesini sağlamak lazım.
Yargı kurumlarını birbirine
kırdırmamak lazım. Vuruşmayı seyretmemek lazım.
Sadece Anayasa Mahkemesi
başkan ve üyelerini değil, her türden alt mahkemenin hakim ve savcılarını rahat
bırakmak lazım. Kararlarında özgür olmayan ya da kendini baskı altında hisseden
yargı sağlıklı karar veremez.
Bu da adaletin kestiği
parmağın acıması, yargının mülkün temeli olan adalet dağıtamaması demektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder