28 Ekim 2023 Cumartesi

Siyasal İslamcılık Bir Proje Olabilir mi? (4)

Sonuç olarak İslam dünyasında İslam'ı hakim kılmak isteyen veya referansı İslam olan, silaha başvuran ve silaha başvurmayan İslamcı örgütler, marjinal kalmış İslamcı siyasi partiler, dinden beslenerek veya dini kullanarak koalisyon veya tek başına iktidar olan dini partiler hep olmuş ve olmaya devam etmektedir. Yukarıda verdiğim örneklere, sonuçları itibariyle bakarsak, çok iyi bir imaj vermedikleri, İslam'ı hakim kılmaktan ziyade yaptıkları veya yapamadıklarıyla insanlara İslam'ı sevdirmekten ziyade nefret ettirdiklerini söylemek mümkün. Gittikleri veya oldukları yerde ne kendileri huzur bulabilmiş ne de toplumlarına huzur verebilmişlerdir. Uzun soluklu olamamışlar. Parlayıp sönmüşlerdir. Uzun soluklu söz sahibi olanlar da dinin ve dinî değerlerin içini boşaltmışlardır. Dünyaya örnek olamadıkları gibi İslam'ın öcü görünmesine bilerek veya bilmeyerek katkı sunmuşlardır. 

Hasılı İslamcılık sürecine sonuç odaklı bakarsak, hangi memlekette olursa olsun, ister yetkili veya yetkisiz olsun, siyasal İslamcılık faydadan ziyade zarar vermiştir. Sorun çözme yerine sorun olmuştur. Tüm bu süreçte din ve değerleri hoyratça kullanılmıştır. Haliyle en büyük zararı da İslam'a ve değerlerine vermiştir. 

Bu durum sadece siyasal İslamcılığın geldiği bir sonuç değil. Hangi dinden olursa olsun, nerede bir dini yapılanma varsa hepsi sorun yumağı. Bugünkü İsrail de dini gerekçelerle devlet olmak, kutsal kitaplarında kendilerine vadedildiğine inandıkları arzımevudu yerine getirmek için yanı başındaki milletlere kan kusturuyor. Terörün her türlüsünü acımasızca uyguluyor. Kısaca sorun, emellerine ulaşmak için birilerinin dini kullanmaları en büyük sorun. Düşmanlarını çoluk çocuk demeden öldürmeyi emreden bir din olur mu? Öyle anlaşılıyor ki İsrail'in bu yaptığı da bir nevi siyasal Yahudiliktir. Kan, ölüm ve terör kime huzur verebilir. Aynı şekilde barış ve esenlik dini dediğimiz İslam bu yönüyle kime barış, esenlik ve güven verebilir. Burada Kudüs’ü kurtaracağız, Kudüs elden gitti algısıyla Hristiyan dünyasının düzenlediği Haçlı seferlerini ve akıttıkları kana da siyasal Hristiyanlık diyebiliriz. Budistlerin Myanmar'da uyguladıkları terörü de örnek alırsak, hangi dinden olursa olsun, dini yapılanmaların hepsinin sorun olduğu ortaya çıkıyor. Din adına ortalığı yakıp yıkıyorlar. Dinleri adına hareket eden yapıların ayakları yere basmıyor. Uçup kaçıyorlar ama ortaya kan ve gözyaşı bırakıyorlar. 

Diğer dini yapılanmaları bir tarafa bırakıp siyasal İslamcı yapılara tekrar dönmek istiyorum. Acaba siyasal İslamcılık, birilerinin pişirip servis ettiği, İslam dünyasından devşirdikleri birileri aracılığıyla oynanan bir oyun mu? Daha doğrusu siyasal İslamcılık bir proje olabilir mi? Öyle zannediyorum, bu işin senaristleri başkası. Figürler ve piyonlar ise hep İslam dünyasından. Başkası adına kendi ülkelerinde vekalet savaşı veriyorlar. Zaten kendilerinden başkasını öldürmüyorlar. 

Burada tüm siyasal İslamcı hareketler bir projedir demek suretiyle genelleme yapmak istemem. İçlerinde temiz duygularla ortaya çıkan, aleme nizamat vermek isteyenler olabilir. Bunda da samimi olabilirler. Bunu bilemeyiz. Biz ancak zahire ve sonuçlarına göre değerlendirme yapabiliriz. Samimi olsalar bile üst akıl dediğimiz proje sahipleri bu tür yapıların içine şu ya da bu şekilde sızabilir, onlara maddi destek vermek suretiyle amaçlarına hizmet edecek şekilde dönüştürebilirler. 

Uzattığımın farkındayım. Son olarak şunu söylemek istiyorum. Siyasal İslamcılık ile yola çıkanlar eğer bu dinin samimi inananları ise ortaya çıkan sonuçlara bakarak bir değerlendirme yapmalarında fayda var. Hep Müslüman kanı akmışsa, kan ve gözyaşı durmuyorsa, hayal aleminden uyanıp ayaklarını yere basmalarında fayda vardır. 

Her şeyden geçtim. İslam ahkamının hakim olmasını isteyenler, bir an için bu ideallerine ulaştılar diyelim. Yönetimde İslam’ın hangi yorumunu esas alacaklar? Gücü ele geçiren, diğer yorumlara tahammül edecek mi?

Siyasal İslamcılık Bir Proje Olabilir mi? (3)

Erbakan liderliğindeki partilerin çizgisi değişmese de birbirinin devamı niteliğinde açılıp kapanan partilerin sloganları farklı idi. Mesela 80 öncesi MNP ve MSP'de İslami söylemler daha baskın idi. Aklımda kaldığı kadarıyla "İslam gelecek, zulüm bitecek", "İslami hareket engellenemez", "İran, Pakistan, Afganistan... Sıra sende Müslüman", "Hak geldi, batıl zail oldu", "Mücahit Erbakan" gibi sloganlar parti mitinglerinde atılan sloganlardan bazıları idi. 

80 sonrası mitinglerde bu tür sloganlar atılmasa da milli ve manevi değerler, imam hatip okulları, Kur'an kursları, başörtüsü üzerinden siyaset yapıldı. 

Partileşmeyen örgütler de Türkiye'de uzun süre gündem oldu. Mesela şimdilerde FETÖ olarak bilinen Gülen hareketi, İslamcı bir söylem kullanmasa da 70'li yıllardan itibaren devlet içine sızarak devlet içinde devlet oldu. Bir ABD projesi olduğu 15 Temmuz darbesiyle kendini gösterdi. Bu da bu ülkeye pahalıya patladı. 250 insanımız şehit oldu. Dini görünümlü bu yapı İslam'a büyük darbe vurdu. 

2000 öncesi Güneydoğu ağırlıklı Hizbullah bir dizi kanlı eylemlerle kendini gösterdi. 

2000 sonrasında her ne kadar Milli Görüş gömleğini çıkardığını söylese de AK Parti 21 yıldır bu ülkede tek başına iktidar. Rakipsiz ve alternatifi yok. İslamcı bir parti olduğunu söylemese de söylemler ve icraatlar İslamcı bir parti izlenimini veriyor. İslamcılığın piri diyebileceğimiz Erbakan'dan daha fazla dini söylem kullanılıyor. Halkın bir kesiminde İslam'ın siyasete alet edildiği kanaati var. "Nass varsa bize ne düşer" sözünü buna örnek olarak verebiliriz. Tek başına bu söz bile bir zamanların Türkiye'sinde kapatılma gerekçesi olurdu. İcraatlar arasında başörtüsünün resmi kurumlarda ve okullarda serbest olması, dindar nesil yetiştirme projesinden bahsedilmesi, imam hatiplerin sayısının hiç olmadığı kadar artırılması gibi icraatlar siyasal İslamcı Erbakan'ın çözmeyi vadettiği hususlardı. Yine bu dönemde imam hatip ve ilahiyat mezunu kişiler hiç olmadığı kadar etkili ve yetkili makamlarda istihdam edildiler. Adeta tercih sebebi oldular. Tüm makam ve mevkilerde dindar, mütedeyyin, İslamcı, İHL ve İlahiyat mezunları kadrolaştı. 

Makam ve mevkilerin dini hassasiyeti yüksek kişilerle doldurulmasının ne sonuç doğurduğunu bir araştırmaya yer vererek değerlendirmeyi size bırakmak isterim. Özal'ın başbakan olduğu 90'lı yıllarda solcu bir araştırma şirketi, "Karı koca olarak aniden il dışına çıkmanız gerekti. Çocuğunuzu meslek gruplarından hangisine bırakırsınız" şeklinde bir soru sorarak araştırma yapar. İlk sırada din görevlileri çıkar. Aynı soru 2020 yılında sağcı bir araştırma şirketi tarafından tekrar sorulur. Cevaplar arasında ilk onda din görevlileri ve dinî çağrıştıran bir meslek grubu olmaz. Değerlendirmeyi yaparken 90'lı yıllarda İHL mezunları ve ilahiyatçıların makamlarda tek tük olduğunu, etkili ve yetkili makamlarda pek olmadıklarını, 2020 yılında ise makamların kahir ekseriyetinin dini hassasiyeti yüksek kişilerden olduğunu göz ardı etmemek lazım. Sizin değerlendirmeniz ne olur bilemiyorum ama öyle zannediyorum, makam ve mevkiler, kişilerin test edildiği yerler. 90'lı yıllarda makamsız güven duyulan kişilere, 2020'nin Türkiye'sinde güvenilmediği anlaşılır. Görünen o ki çoğu kimse makam ve mevki testinde sınıfta kalmış. 

Bugünün Türkiye'sinde o kadar İHO, İHL, hafız İHO/İHL, çokça ilahiyat ve İslami ilimler fakültesi açılmış olmasına; milli, manevi ve ahlaki değerlere her söylemde yer verilmesine rağmen insanımızın çoğunda özellikle gençler arasında dinden soğuma, dine mesafe koyma, deist ve ateist olma her geçen gün artmakta. Bunda FETÖ, Hizbullah, bazı cemaatlerin görüntüsü, İslamcı söyleme sahip bir partinin 21 yıldır iktidar olması, önemli bir kesimin birçok icraattan mağdur olması, sözlü mülakatlar, söz ve eylem çelişkisi, sık U dönüşleri, makam ve mevkilerde adaletiyle nam salmış Hz Ömer'i arayanların nedense kendilerinin Hz Ömer olmayı denememesi, gerilim siyasetinden beslenme yolunun tercih edilmesi, üslup sorunu, güç zehirlenmesi yaşanması; imam, müezzin ve ilahiyatçıların aşırı partizan olması, söz ve eylem çelişkisi gibi hususların payı olsa gerek. (Devam edecek) 

Siyasal İslamcılık Bir Proje Olabilir mi? (2)

1970'li yıllardan sonra İslamcılık İslam ülkelerinde yükselen bir değer oldu. Örgütler çıktı, referansı İslam olan siyasi partiler kuruldu. Kimi iktidar olup muktedir olamadı kimi iktidar da oldu, muktedir de kimi marjinal bir örgüt kaldı kimi de yok olup gitti.

Örneklerden gidelim. Sovyet işgaline karşı Afgan mücahitler, 80'li yıllarda Ruslara karşı mücadele edip Rusları yendikten sonra koalisyon da olsa devlet kurdular. ABD desteğiyle Rusları ülkelerinden çıkardılar ama bir devlet olamadılar. İç savaş hiç eksik olmadı. Birbirleriyle didiştiler. Ardından Taliban, ABD ve ABD'nin ardından ülkeyi yöneten Taliban’a ülke emanet. Referansı da İslam. Ülkeden kaçan kaçana. 

Pakistan, İslami esaslara göre bir devlet olacağım diye Hindistan'dan ayrıldı. Ne derece İslami kurallar ülkede hakim, halk ne derece memnun bilinmez. Yalnız içinden Bangladeş adıyla bir devlet doğdu. 

İran, 1979'da Ayetullah Humeyni önderliğinde devrim yaparak İran İslam Cumhuriyetini kurdu. Bu cumhuriyetten halk ne derece memnun, bunu gidip onlara sormak lazım. Ama bir baskının olduğu, halkın patlamaya hazır bir bomba olduğu bir gerçek.

Suudi Arabistan'da İslami yasalar geçerli. Halk bu şeriattan ne derece memnun. Bunu ifade etmekten korkan ve kaçınan bir halk var. Öyle yönetim ki muhalif bildiğini İstanbul’da öldürecek ve asit kuyusuna atacak kadar gözü dönmüş.

Hem Afganistan hem İran hem de Suud baskıyla yönetimde duruyor. Uyguladıkları İslami yasalar ne halkının yüzünü güldürdü ne de bu yönetim tarzı dünyaya örnek oldu. 

Arap Baharı ile birlikte siyasal İslam'ın doğup neşvünema bulduğu ve diğer ülkelerde taban bulduğu Mısır'da Müslüman kardeşler, Mursi ile birlikte yönetime geldi. Yaşamasına imkan verilmedi. Darbe ile indirildi. Mursi hala iktidar olsaydı, Mısır bugün ne durumda olurdu, bunu görmeden bilmemiz mümkün değil. 

Örgüt olarak Afrika'da Bokoharam, Ortadoğu'da el Kaide, en Nusra, İŞİT, DAİŞ veya DAEŞ türünden İslamcı örgütler çıktı. Suriye iç savaşından yararlanarak kısa süreliğine Irak-Şam devleti bile kuruldu. Bu ve ismini zikretmediğim İslami örgütler, gittikleri ve girdikleri yerde Müslümandan başkasını öldürmediler. Hazırında yaptıkları eylemler, ülkelerinin ABD ve Rusya tarafından işgal edilmesini ve istikrarsızlığı doğurdu. 

Gazze’de resmi adı İslami Direniş Örgütü olan Hamas, 7 Ekim saldırısıyla İsrail’in Gazze’yi yerle bir etmesine bilerek veya bilmeyerek hizmet etti.

Dünya, özellikle İslam ülkelerindeki siyasal İslamcılıktan Türkiye de nasibini aldı. Necmettin Erbakan ile özdeşleşti. İrtica ve laikliğe aykırı eylemleri gerekçe gösterilerek MNP, MSP, RP ve FP kapatıldı. 80 öncesi koalisyon hükümetlerinde yer aldı. 2000 öncesi Refah-Yol koalisyon hükümetinde kısa süreliğine de olsa Erbakan başbakanlık yaptı. 

Kurulan partiler kapatılsa da Milli Görüş diyebileceğimiz partiler asla terör eylemlerine başvurmadı. Demokratik yollarla iktidar olma yolunu seçti. (Devam edecek)