Ana içeriğe atla

Siyasal İslamcılık Bir Proje Olabilir mi? (3)

Erbakan liderliğindeki partilerin çizgisi değişmese de birbirinin devamı niteliğinde açılıp kapanan partilerin sloganları farklı idi. Mesela 80 öncesi MNP ve MSP'de İslami söylemler daha baskın idi. Aklımda kaldığı kadarıyla "İslam gelecek, zulüm bitecek", "İslami hareket engellenemez", "İran, Pakistan, Afganistan... Sıra sende Müslüman", "Hak geldi, batıl zail oldu", "Mücahit Erbakan" gibi sloganlar parti mitinglerinde atılan sloganlardan bazıları idi. 

80 sonrası mitinglerde bu tür sloganlar atılmasa da milli ve manevi değerler, imam hatip okulları, Kur'an kursları, başörtüsü üzerinden siyaset yapıldı. 

Partileşmeyen örgütler de Türkiye'de uzun süre gündem oldu. Mesela şimdilerde FETÖ olarak bilinen Gülen hareketi, İslamcı bir söylem kullanmasa da 70'li yıllardan itibaren devlet içine sızarak devlet içinde devlet oldu. Bir ABD projesi olduğu 15 Temmuz darbesiyle kendini gösterdi. Bu da bu ülkeye pahalıya patladı. 250 insanımız şehit oldu. Dini görünümlü bu yapı İslam'a büyük darbe vurdu. 

2000 öncesi Güneydoğu ağırlıklı Hizbullah bir dizi kanlı eylemlerle kendini gösterdi. 

2000 sonrasında her ne kadar Milli Görüş gömleğini çıkardığını söylese de AK Parti 21 yıldır bu ülkede tek başına iktidar. Rakipsiz ve alternatifi yok. İslamcı bir parti olduğunu söylemese de söylemler ve icraatlar İslamcı bir parti izlenimini veriyor. İslamcılığın piri diyebileceğimiz Erbakan'dan daha fazla dini söylem kullanılıyor. Halkın bir kesiminde İslam'ın siyasete alet edildiği kanaati var. "Nass varsa bize ne düşer" sözünü buna örnek olarak verebiliriz. Tek başına bu söz bile bir zamanların Türkiye'sinde kapatılma gerekçesi olurdu. İcraatlar arasında başörtüsünün resmi kurumlarda ve okullarda serbest olması, dindar nesil yetiştirme projesinden bahsedilmesi, imam hatiplerin sayısının hiç olmadığı kadar artırılması gibi icraatlar siyasal İslamcı Erbakan'ın çözmeyi vadettiği hususlardı. Yine bu dönemde imam hatip ve ilahiyat mezunu kişiler hiç olmadığı kadar etkili ve yetkili makamlarda istihdam edildiler. Adeta tercih sebebi oldular. Tüm makam ve mevkilerde dindar, mütedeyyin, İslamcı, İHL ve İlahiyat mezunları kadrolaştı. 

Makam ve mevkilerin dini hassasiyeti yüksek kişilerle doldurulmasının ne sonuç doğurduğunu bir araştırmaya yer vererek değerlendirmeyi size bırakmak isterim. Özal'ın başbakan olduğu 90'lı yıllarda solcu bir araştırma şirketi, "Karı koca olarak aniden il dışına çıkmanız gerekti. Çocuğunuzu meslek gruplarından hangisine bırakırsınız" şeklinde bir soru sorarak araştırma yapar. İlk sırada din görevlileri çıkar. Aynı soru 2020 yılında sağcı bir araştırma şirketi tarafından tekrar sorulur. Cevaplar arasında ilk onda din görevlileri ve dinî çağrıştıran bir meslek grubu olmaz. Değerlendirmeyi yaparken 90'lı yıllarda İHL mezunları ve ilahiyatçıların makamlarda tek tük olduğunu, etkili ve yetkili makamlarda pek olmadıklarını, 2020 yılında ise makamların kahir ekseriyetinin dini hassasiyeti yüksek kişilerden olduğunu göz ardı etmemek lazım. Sizin değerlendirmeniz ne olur bilemiyorum ama öyle zannediyorum, makam ve mevkiler, kişilerin test edildiği yerler. 90'lı yıllarda makamsız güven duyulan kişilere, 2020'nin Türkiye'sinde güvenilmediği anlaşılır. Görünen o ki çoğu kimse makam ve mevki testinde sınıfta kalmış. 

Bugünün Türkiye'sinde o kadar İHO, İHL, hafız İHO/İHL, çokça ilahiyat ve İslami ilimler fakültesi açılmış olmasına; milli, manevi ve ahlaki değerlere her söylemde yer verilmesine rağmen insanımızın çoğunda özellikle gençler arasında dinden soğuma, dine mesafe koyma, deist ve ateist olma her geçen gün artmakta. Bunda FETÖ, Hizbullah, bazı cemaatlerin görüntüsü, İslamcı söyleme sahip bir partinin 21 yıldır iktidar olması, önemli bir kesimin birçok icraattan mağdur olması, sözlü mülakatlar, söz ve eylem çelişkisi, sık U dönüşleri, makam ve mevkilerde adaletiyle nam salmış Hz Ömer'i arayanların nedense kendilerinin Hz Ömer olmayı denememesi, gerilim siyasetinden beslenme yolunun tercih edilmesi, üslup sorunu, güç zehirlenmesi yaşanması; imam, müezzin ve ilahiyatçıların aşırı partizan olması, söz ve eylem çelişkisi gibi hususların payı olsa gerek. (Devam edecek) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde