Ana içeriğe atla

Siyasal İslamcılık Bir Proje Olabilir mi? (4)

Sonuç olarak İslam dünyasında İslam'ı hakim kılmak isteyen veya referansı İslam olan, silaha başvuran ve silaha başvurmayan İslamcı örgütler, marjinal kalmış İslamcı siyasi partiler, dinden beslenerek veya dini kullanarak koalisyon veya tek başına iktidar olan dini partiler hep olmuş ve olmaya devam etmektedir. Yukarıda verdiğim örneklere, sonuçları itibariyle bakarsak, çok iyi bir imaj vermedikleri, İslam'ı hakim kılmaktan ziyade yaptıkları veya yapamadıklarıyla insanlara İslam'ı sevdirmekten ziyade nefret ettirdiklerini söylemek mümkün. Gittikleri veya oldukları yerde ne kendileri huzur bulabilmiş ne de toplumlarına huzur verebilmişlerdir. Uzun soluklu olamamışlar. Parlayıp sönmüşlerdir. Uzun soluklu söz sahibi olanlar da dinin ve dinî değerlerin içini boşaltmışlardır. Dünyaya örnek olamadıkları gibi İslam'ın öcü görünmesine bilerek veya bilmeyerek katkı sunmuşlardır. 

Hasılı İslamcılık sürecine sonuç odaklı bakarsak, hangi memlekette olursa olsun, ister yetkili veya yetkisiz olsun, siyasal İslamcılık faydadan ziyade zarar vermiştir. Sorun çözme yerine sorun olmuştur. Tüm bu süreçte din ve değerleri hoyratça kullanılmıştır. Haliyle en büyük zararı da İslam'a ve değerlerine vermiştir. 

Bu durum sadece siyasal İslamcılığın geldiği bir sonuç değil. Hangi dinden olursa olsun, nerede bir dini yapılanma varsa hepsi sorun yumağı. Bugünkü İsrail de dini gerekçelerle devlet olmak, kutsal kitaplarında kendilerine vadedildiğine inandıkları arzımevudu yerine getirmek için yanı başındaki milletlere kan kusturuyor. Terörün her türlüsünü acımasızca uyguluyor. Kısaca sorun, emellerine ulaşmak için birilerinin dini kullanmaları en büyük sorun. Düşmanlarını çoluk çocuk demeden öldürmeyi emreden bir din olur mu? Öyle anlaşılıyor ki İsrail'in bu yaptığı da bir nevi siyasal Yahudiliktir. Kan, ölüm ve terör kime huzur verebilir. Aynı şekilde barış ve esenlik dini dediğimiz İslam bu yönüyle kime barış, esenlik ve güven verebilir. Burada Kudüs’ü kurtaracağız, Kudüs elden gitti algısıyla Hristiyan dünyasının düzenlediği Haçlı seferlerini ve akıttıkları kana da siyasal Hristiyanlık diyebiliriz. Budistlerin Myanmar'da uyguladıkları terörü de örnek alırsak, hangi dinden olursa olsun, dini yapılanmaların hepsinin sorun olduğu ortaya çıkıyor. Din adına ortalığı yakıp yıkıyorlar. Dinleri adına hareket eden yapıların ayakları yere basmıyor. Uçup kaçıyorlar ama ortaya kan ve gözyaşı bırakıyorlar. 

Diğer dini yapılanmaları bir tarafa bırakıp siyasal İslamcı yapılara tekrar dönmek istiyorum. Acaba siyasal İslamcılık, birilerinin pişirip servis ettiği, İslam dünyasından devşirdikleri birileri aracılığıyla oynanan bir oyun mu? Daha doğrusu siyasal İslamcılık bir proje olabilir mi? Öyle zannediyorum, bu işin senaristleri başkası. Figürler ve piyonlar ise hep İslam dünyasından. Başkası adına kendi ülkelerinde vekalet savaşı veriyorlar. Zaten kendilerinden başkasını öldürmüyorlar. 

Burada tüm siyasal İslamcı hareketler bir projedir demek suretiyle genelleme yapmak istemem. İçlerinde temiz duygularla ortaya çıkan, aleme nizamat vermek isteyenler olabilir. Bunda da samimi olabilirler. Bunu bilemeyiz. Biz ancak zahire ve sonuçlarına göre değerlendirme yapabiliriz. Samimi olsalar bile üst akıl dediğimiz proje sahipleri bu tür yapıların içine şu ya da bu şekilde sızabilir, onlara maddi destek vermek suretiyle amaçlarına hizmet edecek şekilde dönüştürebilirler. 

Uzattığımın farkındayım. Son olarak şunu söylemek istiyorum. Siyasal İslamcılık ile yola çıkanlar eğer bu dinin samimi inananları ise ortaya çıkan sonuçlara bakarak bir değerlendirme yapmalarında fayda var. Hep Müslüman kanı akmışsa, kan ve gözyaşı durmuyorsa, hayal aleminden uyanıp ayaklarını yere basmalarında fayda vardır. 

Her şeyden geçtim. İslam ahkamının hakim olmasını isteyenler, bir an için bu ideallerine ulaştılar diyelim. Yönetimde İslam’ın hangi yorumunu esas alacaklar? Gücü ele geçiren, diğer yorumlara tahammül edecek mi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde