28 Ekim 2023 Cumartesi

Siyasal İslamcılık Bir Proje Olabilir mi? (3)

Erbakan liderliğindeki partilerin çizgisi değişmese de birbirinin devamı niteliğinde açılıp kapanan partilerin sloganları farklı idi. Mesela 80 öncesi MNP ve MSP'de İslami söylemler daha baskın idi. Aklımda kaldığı kadarıyla "İslam gelecek, zulüm bitecek", "İslami hareket engellenemez", "İran, Pakistan, Afganistan... Sıra sende Müslüman", "Hak geldi, batıl zail oldu", "Mücahit Erbakan" gibi sloganlar parti mitinglerinde atılan sloganlardan bazıları idi. 

80 sonrası mitinglerde bu tür sloganlar atılmasa da milli ve manevi değerler, imam hatip okulları, Kur'an kursları, başörtüsü üzerinden siyaset yapıldı. 

Partileşmeyen örgütler de Türkiye'de uzun süre gündem oldu. Mesela şimdilerde FETÖ olarak bilinen Gülen hareketi, İslamcı bir söylem kullanmasa da 70'li yıllardan itibaren devlet içine sızarak devlet içinde devlet oldu. Bir ABD projesi olduğu 15 Temmuz darbesiyle kendini gösterdi. Bu da bu ülkeye pahalıya patladı. 250 insanımız şehit oldu. Dini görünümlü bu yapı İslam'a büyük darbe vurdu. 

2000 öncesi Güneydoğu ağırlıklı Hizbullah bir dizi kanlı eylemlerle kendini gösterdi. 

2000 sonrasında her ne kadar Milli Görüş gömleğini çıkardığını söylese de AK Parti 21 yıldır bu ülkede tek başına iktidar. Rakipsiz ve alternatifi yok. İslamcı bir parti olduğunu söylemese de söylemler ve icraatlar İslamcı bir parti izlenimini veriyor. İslamcılığın piri diyebileceğimiz Erbakan'dan daha fazla dini söylem kullanılıyor. Halkın bir kesiminde İslam'ın siyasete alet edildiği kanaati var. "Nass varsa bize ne düşer" sözünü buna örnek olarak verebiliriz. Tek başına bu söz bile bir zamanların Türkiye'sinde kapatılma gerekçesi olurdu. İcraatlar arasında başörtüsünün resmi kurumlarda ve okullarda serbest olması, dindar nesil yetiştirme projesinden bahsedilmesi, imam hatiplerin sayısının hiç olmadığı kadar artırılması gibi icraatlar siyasal İslamcı Erbakan'ın çözmeyi vadettiği hususlardı. Yine bu dönemde imam hatip ve ilahiyat mezunu kişiler hiç olmadığı kadar etkili ve yetkili makamlarda istihdam edildiler. Adeta tercih sebebi oldular. Tüm makam ve mevkilerde dindar, mütedeyyin, İslamcı, İHL ve İlahiyat mezunları kadrolaştı. 

Makam ve mevkilerin dini hassasiyeti yüksek kişilerle doldurulmasının ne sonuç doğurduğunu bir araştırmaya yer vererek değerlendirmeyi size bırakmak isterim. Özal'ın başbakan olduğu 90'lı yıllarda solcu bir araştırma şirketi, "Karı koca olarak aniden il dışına çıkmanız gerekti. Çocuğunuzu meslek gruplarından hangisine bırakırsınız" şeklinde bir soru sorarak araştırma yapar. İlk sırada din görevlileri çıkar. Aynı soru 2020 yılında sağcı bir araştırma şirketi tarafından tekrar sorulur. Cevaplar arasında ilk onda din görevlileri ve dinî çağrıştıran bir meslek grubu olmaz. Değerlendirmeyi yaparken 90'lı yıllarda İHL mezunları ve ilahiyatçıların makamlarda tek tük olduğunu, etkili ve yetkili makamlarda pek olmadıklarını, 2020 yılında ise makamların kahir ekseriyetinin dini hassasiyeti yüksek kişilerden olduğunu göz ardı etmemek lazım. Sizin değerlendirmeniz ne olur bilemiyorum ama öyle zannediyorum, makam ve mevkiler, kişilerin test edildiği yerler. 90'lı yıllarda makamsız güven duyulan kişilere, 2020'nin Türkiye'sinde güvenilmediği anlaşılır. Görünen o ki çoğu kimse makam ve mevki testinde sınıfta kalmış. 

Bugünün Türkiye'sinde o kadar İHO, İHL, hafız İHO/İHL, çokça ilahiyat ve İslami ilimler fakültesi açılmış olmasına; milli, manevi ve ahlaki değerlere her söylemde yer verilmesine rağmen insanımızın çoğunda özellikle gençler arasında dinden soğuma, dine mesafe koyma, deist ve ateist olma her geçen gün artmakta. Bunda FETÖ, Hizbullah, bazı cemaatlerin görüntüsü, İslamcı söyleme sahip bir partinin 21 yıldır iktidar olması, önemli bir kesimin birçok icraattan mağdur olması, sözlü mülakatlar, söz ve eylem çelişkisi, sık U dönüşleri, makam ve mevkilerde adaletiyle nam salmış Hz Ömer'i arayanların nedense kendilerinin Hz Ömer olmayı denememesi, gerilim siyasetinden beslenme yolunun tercih edilmesi, üslup sorunu, güç zehirlenmesi yaşanması; imam, müezzin ve ilahiyatçıların aşırı partizan olması, söz ve eylem çelişkisi gibi hususların payı olsa gerek. (Devam edecek) 

Siyasal İslamcılık Bir Proje Olabilir mi? (2)

1970'li yıllardan sonra İslamcılık İslam ülkelerinde yükselen bir değer oldu. Örgütler çıktı, referansı İslam olan siyasi partiler kuruldu. Kimi iktidar olup muktedir olamadı kimi iktidar da oldu, muktedir de kimi marjinal bir örgüt kaldı kimi de yok olup gitti.

Örneklerden gidelim. Sovyet işgaline karşı Afgan mücahitler, 80'li yıllarda Ruslara karşı mücadele edip Rusları yendikten sonra koalisyon da olsa devlet kurdular. ABD desteğiyle Rusları ülkelerinden çıkardılar ama bir devlet olamadılar. İç savaş hiç eksik olmadı. Birbirleriyle didiştiler. Ardından Taliban, ABD ve ABD'nin ardından ülkeyi yöneten Taliban’a ülke emanet. Referansı da İslam. Ülkeden kaçan kaçana. 

Pakistan, İslami esaslara göre bir devlet olacağım diye Hindistan'dan ayrıldı. Ne derece İslami kurallar ülkede hakim, halk ne derece memnun bilinmez. Yalnız içinden Bangladeş adıyla bir devlet doğdu. 

İran, 1979'da Ayetullah Humeyni önderliğinde devrim yaparak İran İslam Cumhuriyetini kurdu. Bu cumhuriyetten halk ne derece memnun, bunu gidip onlara sormak lazım. Ama bir baskının olduğu, halkın patlamaya hazır bir bomba olduğu bir gerçek.

Suudi Arabistan'da İslami yasalar geçerli. Halk bu şeriattan ne derece memnun. Bunu ifade etmekten korkan ve kaçınan bir halk var. Öyle yönetim ki muhalif bildiğini İstanbul’da öldürecek ve asit kuyusuna atacak kadar gözü dönmüş.

Hem Afganistan hem İran hem de Suud baskıyla yönetimde duruyor. Uyguladıkları İslami yasalar ne halkının yüzünü güldürdü ne de bu yönetim tarzı dünyaya örnek oldu. 

Arap Baharı ile birlikte siyasal İslam'ın doğup neşvünema bulduğu ve diğer ülkelerde taban bulduğu Mısır'da Müslüman kardeşler, Mursi ile birlikte yönetime geldi. Yaşamasına imkan verilmedi. Darbe ile indirildi. Mursi hala iktidar olsaydı, Mısır bugün ne durumda olurdu, bunu görmeden bilmemiz mümkün değil. 

Örgüt olarak Afrika'da Bokoharam, Ortadoğu'da el Kaide, en Nusra, İŞİT, DAİŞ veya DAEŞ türünden İslamcı örgütler çıktı. Suriye iç savaşından yararlanarak kısa süreliğine Irak-Şam devleti bile kuruldu. Bu ve ismini zikretmediğim İslami örgütler, gittikleri ve girdikleri yerde Müslümandan başkasını öldürmediler. Hazırında yaptıkları eylemler, ülkelerinin ABD ve Rusya tarafından işgal edilmesini ve istikrarsızlığı doğurdu. 

Gazze’de resmi adı İslami Direniş Örgütü olan Hamas, 7 Ekim saldırısıyla İsrail’in Gazze’yi yerle bir etmesine bilerek veya bilmeyerek hizmet etti.

Dünya, özellikle İslam ülkelerindeki siyasal İslamcılıktan Türkiye de nasibini aldı. Necmettin Erbakan ile özdeşleşti. İrtica ve laikliğe aykırı eylemleri gerekçe gösterilerek MNP, MSP, RP ve FP kapatıldı. 80 öncesi koalisyon hükümetlerinde yer aldı. 2000 öncesi Refah-Yol koalisyon hükümetinde kısa süreliğine de olsa Erbakan başbakanlık yaptı. 

Kurulan partiler kapatılsa da Milli Görüş diyebileceğimiz partiler asla terör eylemlerine başvurmadı. Demokratik yollarla iktidar olma yolunu seçti. (Devam edecek) 

Siyasal İslamcılık Bir Proje Olabilir mi? (1)

İslam ansiklopedisinin İslamcılık maddesinde İslamcılık;

"XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti'nde ortaya çıkan dinî-siyasî ideoloji."

"XIX. yüzyılın ikinci yarısında özellikle II. Abdülhamid döneminde Müslümanlar arasında birlik sağlayarak sömürgeciliğe karşı koymayı amaçlayan siyaset için kullanılan tabir." 

"Farklı unsurları Osmanlı kimliğinde birleştirmeyi amaçlayan siyasî düşünce." şeklinde tanımlanmış. 

Bu tanımlardan, İslamcılığı 2.Abdülhamit dönemine kadar götürebiliriz.

O günün İslamcılığıyla, bünyesinde çok ulusu barındıran Osmanlının, İttihadı İslam adı altında Müslüman birliğini sağlayarak sömürgeciliğe karşı koymayı amaçladığı anlaşılmaktadır. Bunu da başaramamıştır.

İslamcılığın öncüleri arasında Mevdudi, Seyyit Kutup, Hasan el Benna, Muhammed Abduh, Reşit Rıza, Cemalettin Afgani vb. kişileri saymak mümkün. 

Çıkış noktası Müslüman birliği olsa da İslamcılık dendiği zaman devlet yönetiminin İslami hükümlere göre olması gerektiğini savunan görüş dense yanlış olmaz. Buna siyasal İslam da denebilir.

İslam toplumlarında dini hassasiyeti yüksek çoğu kimse; geri kalmışlığın, adaletsizlik vb. durumların, ekonomik, siyasal ve toplumsal sorunların temelinde, İslam’ı yaşamadığımızın yattığı, İslam şeriatı yürürlükte olsa bu sıkıntıların olmayacağı kanaati yaygın. Kısaca dindar ve mütedeyyin insanlar arasında İslami devlet hayal, ideal ve özlem az veya çok hep var. 

Böylelerine İslami hükümetin uygulandığı bir dönem var mı dediğinde, dört halife ve sahabe dönemini örnek gösterirler. Bir de Emeviler zamanında kısa süre halifelik yapmış Ömer b. Abdülaziz dönemini sayarlar. Osmanlı'yı saymayı da ihmal etmezler. Hele Osmanlı, dünyaya adaletten başka bir şey dağıtmamış derler. Başka da yok. 

Yazımı sağa sola çekmeden Müslümanların devlet olma, yönetimin İslam ahkamına göre şekillenmesi gerektiği serüvenine bir göz atalım:

Dört halife dönemini ele alalım. Hz Ebu Bekir iç isyanlarla uğraşmış, diğer üç halife şehit edilmiş. Hz Osman'ın şehadetinden sonra Müslümanlar arasında iç savaş çıkmış. Cemel, Sıffin, Haricilerle Hz Ali'nin mücadelesi, Hz Hüseyin'in Kerbela'da şehit edilmesi, Emevi ve Abbasilerin Hz Ali ailesi ile uğraşması, Hz. Ali soyundan gelenlerin isyanları, İslam dünyasının Şii ve Sünni şeklinde bölünmesi... Bu mücadelelerde hep Müslüman kanı akmış. Müslümanlar birbirlerini öldürmüştür. 

Osmanlı, İslami bir devlet olmamasına rağmen bir kesim, Osmanlının 6 asır adalet dağıttığına inanır. Osmanlının yıkılma sebebini de dünyayı sömürmemesine bağlar. Osmanlının ne kadar adalet dağıttığı savı da üzerinde konuşulmaya değer. Ayrıca Osmanlının yıkılmasının temelinde çağı okuyamaması ve çağa uygun hareket edememesinin yattığını unutmamak lazım. (Devam edecek)