29 Ağustos 2023 Salı

Cerci Hocadan Bir Kesit

Bir önceki yazımda cer ve cerre çıkmanın ne olduğunu, tarihçesini, olumlu ve olumsuz yönlerini ele almıştım. Cerrin geldiği noktayı göstermesi bakımından şu anekdot çok ilginçtir:

Bildiğiniz gibi cerci hocalar cami cami dolaşıp cemaate ateşli vaazlar verirmiş. veren ateşli hocalar varmış. Vaazlarında cemaati ağlatır, coşturur, ardından sergi açılır, toplanan hasılat alınır, sonra başka camilere gidilirmiş. Bu hocalar geçimini bu şekil sağlarmış.

Cerci hocalardan biri, bir cami kürsüsünde vaaza çıkar. Vaaz dinleyen cemaat içerisinde Ahmet b. Hanbel ve Yahya b. Yamer de var. Vaiz o kadar etkili konuşur ki cemaati coşturur. Konuşmanın etkisinden, cemaat hüngür hüngür ağlar.

Vaaz bitiminde adet olduğu üzere para toplanır. Parayı veren cemaat çıkar. Ahmet b. Hanbel ile Yahya b. Yamer yerinden kalkmadan cemaatin boşalmasını bekler. Cami boşalınca, cerci hocayı yanlarına çağırırlar. Yanlarına çağırdıklarına göre bu ikisi daha zengin olmalı, daha fazla para verecekler diye düşünür cerci hoca. Sevinçle koşarak yanlarına gelir. Ahmet b. Hanbel cerci hocaya, “Ahmet b. Hanbel benim. Bu yanımdaki de Yahya b. Yamer. Sen ikimizden hadis rivayet ettin. Halbuki biz böyle bir hadis rivayet etmedik. Niye yalan hadis rivayet ettin. Allah’tan kork” deyince, cerci hoca “Ben ikinizin ahmak olduğunuzu biliyordum ama bu kadar da ahmak olacağınızı bilmiyordum. Çünkü ben sizden başka yedi tane Ahmet b. Hanbel ile Yahya b. Yamer tanıyorum” cevabını verir. ve umduğu parayı alamadan çeker gider.

Bu anekdot Osmanlı zamanında olmadı ama cerrin geldiği noktayı göstermesi bakımından önemli diye düşünüyorum. Kıssadan anladığım, cerci hocalar köy köy dolaşıp vaaz veriyorlar. Kendilerini denetleyen de olmadığı için kürsüde ağzına geleni söylüyorlar, bol keseden atıyorlar, halka aslı astarı olmayan menkıbe ve dinî kıssa anlatıyorlar. Halkı etkilemek için hurafeye başvurmaktan, yalan hadis uydurmaktan geri kalmıyorlar. Halkı o kadar etkilemeliler ki vaazlarının sonunda toplanacak hasılat iyi olsun.

Öyle zannediyorum, Başlangıçta halkı bilgilendirme, halka dini öğretme gibi iyi niyetle başlanan bu cer uygulaması, gerektiği gibi denetim olmadığı için yozlaşmış. İş tamamen para toplamaya dönmüş.

İş para toplamak, birileri yolunu bulmakla kalsa iyi. Uydurma ve menkıbe üzerinden anlatılan yalan, yanlış bilgiler halkın belleğinde yer etmiş. Halk, ayakları yere basmayan bu dini doğru din bu sanmış ve bu din algısı nesilden nesle aktarılmış, günümüze kadar gelmiş ve hala devam ediyor. Kıssa üzerine dayalı çoğu İsrailiyat olan bu tür vaaz anlatımını halkımız çok sever. Ninni gibi dinler. Biraz da mucize ve kerametlerden bahsedilirse bu tür gizemi de çok sever.

Bağırıp çağırmadan, parmak sallamadan, meydan okumadan sakın ve yumuşak bir ses tonuyla, hikaye ve menkıbelere yer vermeden vaaz verilemez mi? Olur, niye olmasın. Zaten olması gereken de budur. Yalnız ses yükseltilmeden, elini masaya vurmadan, birilerine çatmadan yapılan vaazların pek dinleyicisi olmuyor. (Güzel bir üslupla, ayet ve hadise yer vererek anlatılan vaazların pek alıcısının olmadığına ve hangi tür vaazların alıcısının olduğuna diğer yazımda yer vermek istiyorum.)

28 Ağustos 2023 Pazartesi

Emekliler Yaşadı *

Yaklaşık 16 milyon emekli içinde emekli maaşı 7.500 olan 5 milyon emeklimiz varmış. En düşük memur maaşının 22 bin liraya çıkarıldığı zaman emeklilere de yüzde 25 zam verildi. Gelen zam kök maaşa geldiği için bu beş milyon emekliden çoğu yine 7.500 liradan emekli maaşı almaya devam ediyorlar.

Bu yüksek enflasyonda, asgari ücretin çok altında kalan bu emekli maaşı ile geçinmenin mümkün olmadığını, memurlara verilen seyyanen zamdan kendilerinin de faydalandırılması gerektiğini emekliler sosyal medyadan çok dile getirdiler. Bu sese hak veren çok oldu ama bugüne kadar bir iyileştirme olmadı. İyileştirmenin yıl sonunu bulacağı belirtiliyor.

Kısaca yıl sonuna kadar bizden bir şey beklemeyin, başınızın çaresine bakın, sabredin. Yaşarsanız, yeni yılda sizi göreceğiz demektir bunun Türkçesi. 

Günümüzde en düşük maaşa talim eden bu 7.500'lükler, taleplerinde yerden göğe haklılar. Çünkü aldıkları, oturacakları bir kirayı dahi karşılamıyor.

Bu statüdeki emeklilere bu maaş reva değil, büyük haksızlık derken bereket, imdada Cübbeli yetişti. Cübbeli'ye göre "Durumuna sabreden fakirler; namaz kılan, zekatını veren zenginden beş yüz yıl önce cennete girecekler". Bu müjdeyi duyunca, emeklilere 7.500 lirayı reva gören yetkilileri takdir ettim. Ben de bunlar emeklileri gözden çıkardılar, ölmelerini bekliyorlar diye kızıyordum. Meğerse sevdiklerinden emeklileri göz ardı etmişler. Fakirlerin bir an evvel cennete gitmelerini, bu dünyada görmedikleri imkanlara orada kavuşmalarını istiyorlarmış da anlık yaşayan ben bunu düşünememişim. Kim istemez cennete daha önce gitmeyi. Fakirler adına özellikle 7.500 lira gibi günümüzde yaşanması mümkün olmayan bir maaşla geçinmeye çalışan emekliler adına sevindim. Hatta onlara gıpta ettim. Daha doğrusu onları kıskandım.

Bundan sonrasını paraya para demeyen, yediği önünde yemediği arkasında kalan, para derdi çekmeyen, yaşam gailesi yaşamayan, tek derdi para ve zenginlik olan zenginler düşünsün. Dile kolay, fakirlerden 500 yıl sonra cennete girecekler. 

Nasılsa cennete girecekler, 500 yılın lafı mı olur, sonunda girecekler ya demeyin. Toplamda 70-80 yıl variyet içerisinde yaşayan bu zenginler tüm bu mutluluklarının ceremesini bir beş yüz yıl bekleyerek geçirecekler. Zenginler gelene dek fakirler cennette yiyip içecekler, dünyada yaşayamadıkları sahte cenneti hakiki olarak yaşayacaklar. Yaşadıkça iyi ki dünyada fakirlik çekmişiz. Dünyaya yeniden gelsek, yine fakir oluruz diyecekler.

Bu duruma zenginler üzülmeyip de ne yapsınlar? En hafifinden vara zengin olmasaydık, biz de fakirler gibi yiyecek ekmeğe muhtaç olsaydık, aylık 7.500 lira alan emekliler gibi iki ayağımız bir pabuca girseydi de şu cennete bir beş yüz yıl önce girmiş olsaydık pişmanlığını her daim çekecekler. Ama son pişmanlık fayda etmez.

Hasılı, başta 7.500 lira maaşla geçinmeye çalışan emeklilerimiz mevcut durumlarından hiç dert yanmasınlar. Hatta ocak 2024’te maaşlarına yapılacak iyileştirmeyi de istemiyoruz. Biz mevcut halimizden memnunuz. Bir an evvel öbür dünyaya gidip cennete kapağı atalım. Orada felekten bir gün çalalım desinler.

Zenginlerimiz de elde, avuçta neleri varsa kısa yoldan elden çıkarmaya ve fakir olmaya baksınlar.

*01/09/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.

27 Ağustos 2023 Pazar

Hutbelerde Atatürk *

Türkiye, her konuda olduğu gibi Atatürk konusunda da ortadan yarılmış karpuz gibi iki parça. 

Bir kesim için Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, Türk'ün atası, milli mücadelede gösterdiği başarılar ve kazanımlarıyla bize bu ülkeyi bahşeden kişidir. O olmasaydı, bugün ülke olmazdı. Biz de olmazdık.

Diğer bir kesim daha var ki Atatürk, dinle mücadele etmiş, çıkardığı devrim yasalarıyla dini yaşayışa müdahale etmiş, adeta dini yok etmeye çalışmış biridir.

Kimine göre Atatürk dinsizdir ve din düşmanıdır. 

Kimine göre ise dindar biridir. Hutbe okumuşluğu vardır. Diyanet İşleri Başkanlığını da o kurmuştur.

Kısaca bir kesim dinsiz ve din düşmanı göstermeye çalışıyor, diğer kesim ise dindar. 

Bir kesim alabildiğine ve ölümüne Atatürk'ü savunup severken diğer kesim ise Atatürk'e düşman.

Bir kesimin her referansı Atatürk iken diğer kesim için Atatürk'ün esemesi okunmaz.

Türkiye iki kutuplu olarak böyle yoluna devam ederken, son yıllarda hutbelerde belirli gün ve haftalara yer veren Diyanet, Atatürk üzerinden tartışma konusu. Ne zamanki Çanakkale Zaferi, 30 Ağustos, 19 Mayıs gibi milli günler hutbe konusu olsa, bir kesim "Hutbede Atatürk'ün ismine yine yer verilmedi" deyip Diyanet'i topa tutuyor.

Aslında bu tür belirli günlere ait hutbelerde "Bu zaferi milletimize bahşeden şehit ve gazilerimizi minnetle anıyoruz" şeklinde isme yer vermeden bir teşekkür söz konusu. Bir kesim için isme yer vermeden bu şekil teşekkür yeterli gelmiyor ki bu konulara dair her hutbe iradının ardından tartışma söz konusu. 

Milli bayramların işlendiği hutbelerde, Atatürk'ün ismine yer verilmeli mi? İsme yer verilip verilmemesinde bir sakınca yok bana göre. Yalnız cemaatten gelebilecek tepkileri göze almak lazım. Nasıl tepki olur? Hutbede Atatürk'ün ismine yer verildiği takdirde cemaatten bazıları "Şükür bugünleri de gördük. Atatürk hutbelere de girdi" deyip mutluluktan uçacak. Diğer bir kesim ise buna tepki göstererek cuma namazını kılmadan camiyi terk edecek. Bu da birlik ve beraberliğin olması gereken camilerde ikilik çıkması demektir.

Kısaca Atatürk’ün ismine cuma hutbelerinde yer vermek, bitmek tükenmek bilmeyen tarafgir ve bağnazlığımızı körükleyecektir. Bu durum biline biline her milli gün ve haftada bu konuyu kaşımanın bu topluma hiç faydası olmaz.

Bu konunun önüne geçecek olan da Diyanet İşleri Başkanlığıdır. Diyanet’in kafasını kuma gömüp tartışmaları görmezden gelme ve üç maymuna oynama lüksü yoktur. Diyanet ne yapabilir bu konuda? Pekala hutbelerde belirli gün ve haftalara yer vermeyerek bu konuda ortaya çıkan tartışmalara bir son verebilir. Bu işi ilgili kurum, kuruluş ve STK’lere bıraksın. Diyanet’in görevi, hutbelerde belirli gün ve haftaları takip etmek değildir. Konu sıkıntısı mı çekiyor ki dönüp dönüp her yıl belirgi gün ve haftalara hutbelerde yer veriyor?

*30/08/2023 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Aşır Karye ismiyle yayımlanmıştır.