24 Nisan 2023 Pazartesi

Kolektif Başarı Neden Olmasın?

Yerli doğal gazı bulmamız ve çıkarmaya başlamamız, ilk yerli arabayı yapıp piyasaya sürmemiz, İHA ve SİHA başta olmak üzere savunma sanayii alanında yerli üretim yapmamız, fazlasını başka ülkelere ihraç eder duruma gelmemiz sevindirici bir durum. Bu alanlardaki gelişmeler göğsümüzü kabartıyor. Yıllardır bunları yapamayan bu ülke bunları yapar duruma gelmişse, bu ülke istese her şeyi yapar. 

Tüm mesele, bunları yapabilecek iradeyi güçlü bir şekilde ortaya koyabilmekti. Bize lazım olan bu irade gösterildi ki bunlar yapılabildi.

Merak ettiğim, aynı irade niçin diğer alanlarda gösterilmiyor? Mesela ekonomide niçin başarısız? Enflasyonla mücadele edecek, hayat pahalılığını durduracak, maliyetleri düşürecek iradeyi niçin gösteremedik de başarısız olduğumuz bu alan yıllar yılı gündemin başında yer alıyor? Niçin bu ülke depremin merkez üssü gibi ekonomik yönden çok etkilendi? İstenseydi, diğer ülkelerin etkilendiği kadar etkilenebilirdik. Bildiğim kadarıyla enflasyon ile mücadele edilmediği gibi bunun için bir irade de ortaya konmadı. 

Niçin bazı gelişmeler göğsümüzü kabartırken ekonomide sınıfta kaldık? Niçin insanımızı geçim girdabına duçar ettik? 

Sanırım ekonomideki bu fiili durum bir tercih meselesi. Siyasi irade, ihracatı artırmak düşüncesiyle paramızın döviz karşısında erimesini özellikle istedi. 

Tamam ihracat artsın. Bu, memnuniyet verici olur. Ama bir şeyi yapacağız derken diğer alanları ihmal etmemek gerekir diye düşünüyorum. Teşbihte hata olmasın, bizim doğal gaz, TOGG ve savunma sanayiindeki başarımız, bazı ortaokul ve liselerin LGS veya YKS’de Türkiye derecesi çıkarmasına benzer. Derece yapmış bir öğrenci okulunun ismini duyurur. Okul reklam üstüne reklam yapar. Biz Türkiye derecesi çıkardık der ve sevinçlerine diyecek olmaz. Anne babanın, çocuğun, okulunun, o ilin bu dereceye sevinmek haklarıdır. Yalnız gösterilen bu başarı bireysel başarıdır. Bize ve okullara düşen kolektif başarıdır. Eğer bir okulda sınava giren öğrencilerin puanları ne kadar yüksek olursa, o okul kolektif başarıyı göstermiş demektir. İstenen başarı türü de budur.

Yerli gaz, yerli araç ve savunma sanayiindeki gelişmeler de bu ülkenin bireysel başarılarıdır. Bunlara da sevinmek hakkımız. Yalnız bu ülkenin tüm ihtiyacı bu başarıdan ibaret değil ki. Bu ülkenin sadece belirli alanlarda değil, hemen hemen her alanda başarı göstermesi en büyük temennimizdir. İsterim ki bireysel başarılarımız kolektif başarılarla taçlansın. Her alanda kendi kendine yeten, ihtiyaç fazlasını satan ülke olalım.

Burada enerjide dışa bağımlıyız, bunu nasıl halledeceğiz, ekonomiyi bu hale getiren enerji diyebiliriz. Doğrudur, enerji bu ülkenin belini büküyor. Yalnız bu ülke enerji açığını pekala başka şeyler üretip ihracat ederek kapatabilir. Bu ülkenin yeraltı ve yer üstü kaynaklarından telafi edebiliriz bunu. Yeter ki istensin. Azmin elinden hiçbir şey kurtulamaz.

Bireysel başarıdan ziyade kolektif başarıya önem vermek, her alanda başarı göstermek, zayıf yönlerimizi, güçlü yönlerimizle kapatmak, gelir-gider dengesini kurmak, sonrasında cari fazla verir duruma gelmek bu ülkenin gelişmişliğinin ve kalkınmışlığının bir göstergesi olur.

23 Nisan 2023 Pazar

Yabancıya Sudan Ucuz Ülke

Paramızın pul olduğunu söylemeye gerek yok. Üzerinde baskı olmasa yabancı para karşısında eriyip gidecek.

Aramızdan altı sıfır atıldıktan sonra unuttuğumuz milyon rakamını şimdilerde çok duyar olduk. Artık evler, arabalar için milyonlar telaffuz edilir oldu.

Yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı başımızın belası.

2023 yılbaşından itibaren düşüş eğiliminde olan enflasyonun hayatımıza bir yansıması yok. 

Seçim öncesi bazı ürünlerde fiyat sabitlemesi olmasa, fiyatlar katlanıp gidecek. Seçim sonrası fiyatların nerede duracağı muamma.

Ev kiralarının yanına varılmıyor. Bugünkü şartlarda bazı ev sahiplerinin insafı olmasa, asgari ücretlinin kiralık evde oturması mümkün değil. Kaç para ise tutalım desen, haydi deyince kiralık ev bulmak mümkün değil. 

Karı kocanın ikisi birden çalışırsa, ev kirasının altından ancak kalkılabilir durumda. 

Kısaca, hayat pahalılığı, son günlerin fiyatı sürekli yükselen soğandan ibaret değil. 

Seçim sonrası halen baskılanan dövizin nereye kadar fırlayacağını kimse aklına getirmek istemiyor. 

Dar ve orta gelirlinin belini büken hayat pahalılığı, her geçen gün kendini iyice hissettirse de yabancıya bu ülke sudan ucuz. Bakmayın bu ülke insanının çoğunun bugünlerde ev alamadığına. Bize yüksek gelen ev fiyatları yabancı için kelepir fiyatına. 

Bir yabancı, bir aylık maaşı ile bu ülkenin her bir yerini ziyaret ederek günlerce yaşayabiliyor.  

Bir yabancı yüz dolar veya yüz Euro ile markete girse market sepetini silme dolduruyor. 

Kurban geliyor. Kasaplardaki kırmızı etin kilosunu gören vatandaş, nasıl kurban keseceğini kara kara düşünüyor.

Hasılı bu ülke bu hayat pahalılığı ile orta ve dar gelirliye cehennem iken bir yabancı için cennet mesabesinde. 

İşin garibi belimizi büken bu ekonomik kriz önceki krizlere benzemiyor. Öyle 3-5 senede terk edeceğe de benzemiyor. Çünkü enflasyonu düşürecek ne bir irade var ne de elde imkan. Öyle zannediyorum, bu ekonomik kriz, bizden biri olarak uzun yıllar ülkemizde misafir kalmaya devam edecek. 

Durum vahim iken fiyatları nasıl kontrol edebiliriz üzerine kafa yoracağımız yerde bu mevcut durumu gölgelemek için yerli araba, ilk doğal gaz çıkarma ve savunma sanayindeki gelişmeler kamuoyuna servis edilerek iyiyiz mesajı verilmeye çalışılıyor. Elbette yerli araba, yerli doğal gaz ve son yılların yükselen yıldızı savunma sanayindeki gelişmeler göğsümüzü kabartıyor. Bunların arkasının gelmesi her birimizin isteğidir. Bunlar olsun ama bunlara verilen öncelik niçin tarım ürünlerine verilmiyor? Öyle zannediyorum, tarım maliyetlerini düşürmek, vatandaşın makul fiyattan sebze ve meyve yemesini sağlamak; yerli araba, doğal gaz ve savunma sanayinden daha kolaydır. Zoru başarırken niçin kolayda sınıfta kalıyoruz? Bir tarım ülkesi olan ülkemize ve insanına bu fiyatlar reva mı? Vatandaşın karnı da makul fiyata doysun, göğsümüzü kabartan gelişmeler de olsun. Birini yaparken diğerini es geçmeyelim.

Ezcümle, yabancıya sudan ucuz olan bu ülke kendi insanımıza zehir olmasın. Büyük düşünelim derken boğaz harbi diyebileceğimiz ayrıntıyı ıskalamayalım.

Bidatlerle Sınavımız

İslam dinine sonradan girmiş, İslam’ın özünde olmayan bidatler hayatımızın değişmez bir parçası oldu. Peygamberimiz “Her bidat sapıklıktır” demesine rağmen bidatleri yapmaya devam ediyoruz. İşin ilginci, halkı dini konularda aydınlatmakla görevli Diyanet de bu konuda taşın altına elini koymadığı gibi görevlileri eliyle bu bidatleri devam ettiriyor. Bu konuda Hayrettin Karaman’dan bir alıntıya yer vereceğim:

“Bidatlerin sünnetleri yok edip onların yerini aldığına dair üç örnek üzerinde duracağım:

1. Peygamberimiz ölüyü gömdükten sonra cemaatin bir süre kabir başından ayrılmayıp istiğfarda bulunmalarını (kendilerinin ve ölünün bağışlanması için Allah'a yalvarmalarını) istemiş ve bunu uygulamıştır. Bugün çok yaygın olarak uygulanan “telkin” ise uydurmadır ve bidattir. Sünnete uygun telkin, son nefeslerini vermekte olduğu anlaşılan hastanın başında bulunanların ara sıra, hastanın işitebileceği bir sesle “Lâ İlâhe İllallah Muhammed Resulullah” veya “Eşhedü En Lâ İlahe İllallah ve Eşhedü Enne Muhammeden Abduhû ve Resûlüh” demeleridir.

Ne yazık ki, bu iki sünnet terk edilmiş ve bunların yerini, ölüyü gömdükten sonra imamın, kabir başında yaptığı uydurma telkin almıştır.

Kur'an-ı Kerîm'in bir mezarlık ve ölü kitabı haline getirilmiş olması da bu noktada hatırlanması gereken öldürücü bir bidattir.

2. Kandil adı verilen bereketli gecelere ait belli sayıda ve vakitte kılınacak bir namaz ibadeti yoktur. Peygamberimizin devamlı okuduğu ve tavsiye ettiği belli dualar da yok denecek kadar azdır. Ama hem kandil gecelerinde hem de yılın diğer gün ve gecelerinde devamlı yapılacak namaz, oruç, yoksullara yardım, tövbe ve istiğfar gibi sünnet ibadetler vardır. Ne yazık ki sünnet olan bu nafile namaz ve oruçlar ihmal edilmekte, bunların yerine yılın birkaç gecesinde uydurma namazlara yer verilmektedir.

3. Hac ve umre ibadetlerinde tavafta her bir şavtta (yedi turun her birine) ve say yapılırken dört gidiş üç dönüşün her birine ait sünnet olan zikir ve dua yoktur. Bazı zevat bu hareketleri yaparken bazı duaları okumuş, bazı zikirleri yapmış olabilirler ama bunlar sünnet olmaz. Tavafın ve sayin başlangıcında bir okuma, iki köşe arasında da bir dua vardır o kadar. Yaygın uygulamada ise grupların başında bulunan bir kişi ya ezberinden veya elindeki kitaptan sünnette yeri olmayan duaları yüksek sesle okumakta, ona uyanlar da bunları okumazlarsa ibadetleri eksik kalacak inanç ve duygusu içinde duyduklarını, manasını anlamadan ve telaffuzunu da yapamadan tekrarlamak için bütün dikkat ve gayretini sarf etmektedirler. Bu bidatin zararı da tavafın ve sayin her bir mümine ait düşünce, duygu, haz ve maneviyatı yok etmesidir. İnsanlar kendi hallerine bırakılsa, ne yaptıklarının farkında olmaya çalışsalar, bu arada bildikleri kadar Kur'an okusalar, zikir yapsalar, dua etseler ve bunları yaparken de bütün dikkatlerini yaptıkları ibadete ve onun yöneldiği Yüce Zat'a verseler asıl o zaman sünnet yerini bulacaktır.

Üç aylara girdik, bu aylarda kandil gecelerini de yaşayacağız. Yılın bütününe ait nafile ibadetleri bırakıp birkaç gecede “işi halletme” kabilinden sünnette yeri olmayan şeyleri yapmayalım, ömrümüzün her gün ve gecesini sünnete uygun olarak yaşadığımız takdirde bu gecelerde de tarif edilemez ilâhî lütuflara nail olacağımıza inanalım, Güzel Örnek (sa) ne yapmış ve neyi yapın demiş ise onu yapalım”. Hayrettin Karaman