17 Nisan 2023 Pazartesi

Oruçlu Şehirlerimizden Oruçsuz Şehirlerimize

Hastalığından, orucun gerekliliğine inanmadığından veya nefsine zor geldiğinden dolayı oruç tutamayanlar olsa da oruç tutanlar ve tutmayanlarla birlikte çok değil, birkaç yıl öncesine kadar sadece insanımız değil, özellikle milliyetçi ve muhafazakar yönüyle tanınan şehirlerimiz de oruç tutardı. Konya bu illerin başında gelirdi.

Çarşıya çıktığımız zaman belki yarısı oruç tutmasa da oruçlu gibi görünürdü. Oruç tutmadığını söylese bile topluluk içerisinde yenip içilmezdi. Yiyip içenler zula yerlere çekilir, ihtiyacını gizlice giderirdi. Lokantaya gidecekler açık lokanta arardı. Açık lokantaların kapısı kapalı veya kıyadeli olurdu. İçeride yer içerdi. Şehre kuşbakışı bakan biri, şehrin oruç tuttuğunu anlardı. Sigara içecekler veya atıştıracaklar Alaeddin Tepesine çıkar, yeme ve içmesini orada giderirdi. Sadece şehirler değil, evlerimiz de oruç idi. Anne ve bacılarımız özel halleri dolayısıyla oruç tutmaz, çoluk çocuğu görmeden mutfağa girerek gizlice yerdi. 

İster mazeretinden ister nefsine hakim olamadığından dolayı oruç tutamayanlar ve tutmayanlar, Allah'ın bildiğini kuldan niye saklayayım demez, oruç tutanlara saygının gereği olarak kalabalıklar içerisinde oruçlu gibi görünürdü.

*

1986-1987 yılı olsa gerek. Bir ramazan günü Kayseri'den Konya'ya geleceğim. Gecesinde sahura kalkıp oruca niyetlendim. Bir hemşerimle beraber sabahında terminale geldik. Otobüse binmeden önce yol arkadaşım, "Hemşerim, seferiyiz. Ruhsatımız var. Gel şu orucu bozalım" dedi. Olmaz dedim ise de ısrarı karşısında tamam dedim. Gidip marketten yiyecek bir şeyler aldık. Niyetimiz otobüste iken yiyip içmek.

Otobüs hareket etmeden lavaboya giderek kimse görmeden orucumuzu bozduk. Otobüse binip yola çıktık. Nevalelerimiz de önümüzde. Yemek için sabırsızlanıyoruz. Otobüstekilerden biri yiyip içse biz de yiyeceğiz. Durmadan sağa sola baktık. Ara ara da önümüzdeki yiyeceklere. Konya'ya gelinceye kadar bir Allah'ın kulu bir şey yemediği gibi su bile içmedi. Haliyle cesaret edip yiyemedik. Çünkü utandık. Konya'ya kadar aç susuz geldik. Nevalemizi yiyemediğimize mi yanalım, orucu bozduğumuza mı yanalım. Daha sonra bu bozduğumuz orucu herkes yiyip içerken kaza edeceğimize mi yanalım.

*

Adana’daki çalışırken ramazana denk gelen bir diş randevum vardı. Tedavimi yaptırınca orucum bozuldu. Dişçiden çıktım. Madem orucum bozuldu. Ramazanda sigarayı aramasam da oruçlu olmayınca içmek geldi içimden.   

Adana'yı bilenler bilir. Adana Konya gibi değil. Oruç tutanlar olsa da tutmayanlar daha çoğunlukta. Ramazan olmasına rağmen çarşı pazarda alenen yenir içilir. Yani şehir oruç tutmaz. Buna rağmen çarşıda bir sigara bile içmeden evin yolunu tuttum.

Eve geldim. Niyetim evde sigara içmek. Balkona çıktım. Kokusu alt ve üst komşuya gider, olmaz dedim. İçeri tekrar girdim. 

Kafama damınca içmeyince olmaz. Bu meret böyle bir şey. 

Sonunda banyoya girdim. Kapı, pencereyi kapattım. Banyonun ortasına çömeldim. Hızlı hızlı bir tane içtim. Suçluluk psikolojisi çekince içtiğim sigaradan da bir şey anlamadım. Hoş, hiçbir zaman bir şey anlamadım ya neyse. Evde olmama rağmen akşama kadar ağzıma bir şey koymadım. Sigara da içmedim. 

2023 Ramazanında gördüm ki eski ramazanlardan eser kalmamış. Muhafazakârlığıyla bilinen Konya’nın Alâeddin Tepesi  dışında, çarşı pazar her yerde güpegündüz alenen yiyip içenler gördüm. Yiyip içenlerde de bir çekince bir utangaçlık hali sezmedim. Gördüm ki ramazan ayını oruç tutarak geçiren Konya, içindekiler yüzünden orucunu bozmuş, oruç tutan şehirden oruç tutmayan şehre dönüşmüş. Bu demektir ki dün oruç tutmasa da çarşı pazarda oruç ve oruçlulara gösterilen saygının yerini, Allah’ın bildiğini kuldan niye saklayayım, tutan bana mı tutuyor, kendine tutsun düşüncesi almış. Elbette tutan kendine tutar. Tutan sevabını Allah’tan bekler, tutmayan da sevap beklemez hatta günahını çekecek. Oruç tutmadığı için kimseyi ayıplayacak durumumuz yok. Yalnız alenen yiyip içmeleriyle saygıyı elden bıraktıklarını unutmamalarında fayda var. Oruç tutmasınlar. Tutmadıklarına saygı duyuyorum. Bari bu yeme ve içmelerini biraz ötede, zula yerlerde yapsalar daha iyi olur düşüncesindeyim. Zira şehirlerin dokusunu değiştirmeye hakkımız yok. 

Seçmenin Esamesi Okunmuyor

Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte Meclis büyük oranda bypass edildi. Maddi olarak ve imkanlar çerçevesinde vekillik cazip olsa da vekilin ve Meclisin çok bir ağırlığı yok. Durum böyle iken vekil sayısı azalacağı yerde maalesef 600'e çıkarıldı.

Nüfusta normal artış olsa, vekil artırımına eyvallah diyeceğim. Vekil, ilini Mecliste temsil etsin. Nüfus da artmadığına göre vekil artışı bence gereksizdi ama 2017 referandumunda Meclisten geçti. Şu aşamada yapılacak bir şey yok.

Fazla vekil göz çıkarmaz diyebilirsiniz. Katılmıyorum buna. Çünkü ne kadar fazla vekil, bütçeye o kadar çok yük binmesi demektir. Ayrıca tüm gider ve maliyet vekile yapılan harcamadan ibaret değil. Bildiğim kadarıyla her vekil üç kişiyi yanına danışman vb. işler için istihdam edebiliyor. Bu da bir vekilin ne kadar maliyetli olduğunu gösterir. 

Vekil olarak seçtiklerimiz bu memleketin sorunlarını gidermek için yasama görevini layıkıyla yerine getirse, yapılan masraf da helal olsun diyeceğim. Hepimiz biliriz ki bu yeni sistemde vekiller kendi özgür iradeleriyle kanun teklifi vermede tam yetkili değil. Halihazırdaki vekillerin fonksiyonu, hazırlanan teklif için parmak kaldırmak veya teklifin yasalaşmaması için ret oyu vermekten ibarettir.

Vekillerin yasama görevi konusunda yetkinliğini de bir tarafa bırakalım. Bir diğer belki de en önemli sorunumuz vekil adayı belirlemesinde. Hepimiz biliriz ki vekillerin aday gösterilmesi, parti genel başkanlarının aday listesinde yer vermesinden ibarettir. Hiçbir vekil tabandan mücadele ederek vekil seçilmiyor. Bir kişi genel başkanın gözüne ve gönlüne girmişse, seçilebileceği yerden aday gösterilmesi garanti. Bu durumda vekil olmak isteyen biri seçmenden ziyade partisinin genel merkezinden işi bitiriyor. Bir ilden aday listesine konan biri için o ilin seçmeni istediği kadar biz bunu istemeyiz desin, fark etmez. Burada tek irade ve karar mercii genel başkanlardır.

Ne demek istediğimi, aday listeleri açıklandıktan sonra listelere seçmenlerin verdiği tepkiden anlayabiliriz.

Genel merkezler kimi aday gösteriyor? Halkın teveccüh gösterdiğini mi? Adaylığı hak edeni mi? Hayır. Genel başkanlar liyakatten ziyade kendisine ve partisine sadık olacak kişileri aday gösteriyor. Aslında partiler, partilerine katma değer üretecek, memlekete yararlı olacak kişilerden ziyade kendilerine hizmet edecek, kendilerine şeksiz şüphesiz itaat edecek bir nevi memur kişileri seçiyor. 

Vekil adaylarının genel merkezlerin iki dudağı arasından belirlenmesini de bir tarafa bırakalım. Genel başkanlar bir ilde yetişmiş, iline yararlı olmuş, ilini temsil edecek özelliklere haiz, o ilin öz çocuğunu kişileri aday gösterse buna da eyvallah diyeceğim. Listelere bakarsak, genel merkez hiç ilgi ve alakası olmayan, o ilde evi barkı olmayan birini bir ilden liste başı sıraya koyuveriyor. Belki de o aday doğru dürüst o ile gitmedi, o ile yabancı biri. Gören de o ilde kahtı rical sıkıntısı yaşanıyor sanır.

Bir il ile hiç alakası olmayan kişiler İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerden aday gösterilse, buna da eyvallah diyeceğim. Çünkü bu iki ilde Türkiye’nin diğer illerinden fazlaca insanlar yaşıyor. Maalesef yabancı vekil bu iki ilden ibaret değil. Hemen hemen bütün illerde o ile yabancı kişiler listenin başına konuluyor. Bu tercih tek kelimeyle o illere yapılan bir saygısızlıktır. Çünkü bu tasarruf, ilinizde vekil seçilecek kişi yok. Bu yüzden başka yerden buraya vekil transfer ettim demektir.

Hemen hemen her parti bunu yapıyor ve yapmaya da devam ediyor. İllerden gelen tepkilere de genel merkezler kulak tıkıyor, ben böyle uygun gördüm demek suretiyle seçmeni kale almıyor. Çünkü bu şekil ile yabancı vekili aday gösterme tasarrufunda seçmen, üst perdeden yeterince tepki göstermiyor. Listeler açıklanınca biraz homurdanma oluyor, oy vermeyeceğim deniyor. Sonra seçmen sandığa giderek ya kerhen ya da genel başkanımın bildiği var diyerek oyunu genel merkezin istediği şekilde kullanıyor. Hatta öyle seçmenler var ki “Ben vekil adayına değil, genel başkana oy veriyorum. İsterse aday olarak odun koysun” diyor. Böyle seçmen olursa, genel merkezler niçin hizaya gelsin, değil mi? İstediği kişiyi istediği ilden aday göstermeye devam ediyor.

Aslında genel merkez ve genel başkanları yabancı vekil veya istenmeyen kişiyi aday göstermekten vazgeçirmenin yolu, o ilin seçmenlerinin sonuç alıcı demokratik haklarını kullanmasıdır. Gerekirse genel merkezin önünde protesto yapılabilir gerekirse sandığa gidilmeyebilir. Böyle tepki gösterilirse, genel merkezler bir ilin aday listesini hazırlarken daha özenli davranırlar. Seçmenler unutmasınlar ki seçmen değil, genel merkez ve genel başkanlar seçmene mahkumdur. Zira seçmenin istemediği olmaz. Seçmene rağmen siyaset yürütülemez. Bunun için seçmenin kendi gücünün farkında olması gerekir.

Buda'ya göre Gerçek Fakirlik

“Fakir bir adam Buda'ya sorar:

′Neden bu kadar fakirim?’

Buda:

′Vermeyi öğrenmiyorsun.’

Fakir adam:

′Ya verecek bir şeyim yoksa?’

Buda:

′Verecek birkaç şeyin var’:

‘Yüzün: Gülümseyebilirsin’,

‘Ağzın: Başkalarını övebilir veya teselli edebilirsin’,

‘Kalbin: Başkalarına açılabilirsin’,

‘Gözlerin: Başkalarına iyilik gözleriyle bakabilirsin’,

‘Vücudun: Başkalarına yardım etmek için kullanabilirsin’.”

Buda’nın anlatmak istediği, aslında tamamen fakir değiliz. Esas fakirlik ve yoksulluk ruhun yoksulluğudur.

Örneklere bakarsak, çok da yoksul olmadığımız ortaya çıkar. Yeter ki vermek isteyelim yeter ki vermekten kastımızın sadece maddiyat olmadığını bilelim.

Buda’nın bu anlattığı aslında bize yabancı değil. Bizim dinimizde bunun adı salih ameldir, ibadettir. Yeter ki ibadeti dar anlamda namaz, oruç, hac zekât ve kurbandan ibaret görmeyelim. Geniş anlamda ibadet, kişinin gün boyu ibadet hali yaşaması, hep salih amel işlemesi demektir. Çünkü Allah’ın razı olduğu, insanları memnun eden ve onların faydasına olan her türlü eylem ve davranış geniş anlamda ibadettir İslam dinine göre. Bunu yapmak için de çok büyük efor sarf etmeye gerek yok. Günlük hayatta insanlarla iyi ilişkiler kurmak, onlara hal hatır sormak, onları dinlemek, onlara güler yüz göstermek, kısaca muhataba pozitif enerji vermek, onlara güven vermek ve gönlü zengin olmak, gönle başkalarını da sığdırmak birer salih amel ve ibadettir.

Gönlü zengin olmayan, başkasına empati yapmayan, kalpleri tamir eden değil de kırıcı olan dünya dolusu servete sahip olsa kaç yazar. O yine fakirdir, yine fakirdir.