Ana içeriğe atla

Oruçlu Şehirlerimizden Oruçsuz Şehirlerimize

Hastalığından, orucun gerekliliğine inanmadığından veya nefsine zor geldiğinden dolayı oruç tutamayanlar olsa da oruç tutanlar ve tutmayanlarla birlikte çok değil, birkaç yıl öncesine kadar sadece insanımız değil, özellikle milliyetçi ve muhafazakar yönüyle tanınan şehirlerimiz de oruç tutardı. Konya bu illerin başında gelirdi.

Çarşıya çıktığımız zaman belki yarısı oruç tutmasa da oruçlu gibi görünürdü. Oruç tutmadığını söylese bile topluluk içerisinde yenip içilmezdi. Yiyip içenler zula yerlere çekilir, ihtiyacını gizlice giderirdi. Lokantaya gidecekler açık lokanta arardı. Açık lokantaların kapısı kapalı veya kıyadeli olurdu. İçeride yer içerdi. Şehre kuşbakışı bakan biri, şehrin oruç tuttuğunu anlardı. Sigara içecekler veya atıştıracaklar Alaeddin Tepesine çıkar, yeme ve içmesini orada giderirdi. Sadece şehirler değil, evlerimiz de oruç idi. Anne ve bacılarımız özel halleri dolayısıyla oruç tutmaz, çoluk çocuğu görmeden mutfağa girerek gizlice yerdi. 

İster mazeretinden ister nefsine hakim olamadığından dolayı oruç tutamayanlar ve tutmayanlar, Allah'ın bildiğini kuldan niye saklayayım demez, oruç tutanlara saygının gereği olarak kalabalıklar içerisinde oruçlu gibi görünürdü.

*

1986-1987 yılı olsa gerek. Bir ramazan günü Kayseri'den Konya'ya geleceğim. Gecesinde sahura kalkıp oruca niyetlendim. Bir hemşerimle beraber sabahında terminale geldik. Otobüse binmeden önce yol arkadaşım, "Hemşerim, seferiyiz. Ruhsatımız var. Gel şu orucu bozalım" dedi. Olmaz dedim ise de ısrarı karşısında tamam dedim. Gidip marketten yiyecek bir şeyler aldık. Niyetimiz otobüste iken yiyip içmek.

Otobüs hareket etmeden lavaboya giderek kimse görmeden orucumuzu bozduk. Otobüse binip yola çıktık. Nevalelerimiz de önümüzde. Yemek için sabırsızlanıyoruz. Otobüstekilerden biri yiyip içse biz de yiyeceğiz. Durmadan sağa sola baktık. Ara ara da önümüzdeki yiyeceklere. Konya'ya gelinceye kadar bir Allah'ın kulu bir şey yemediği gibi su bile içmedi. Haliyle cesaret edip yiyemedik. Çünkü utandık. Konya'ya kadar aç susuz geldik. Nevalemizi yiyemediğimize mi yanalım, orucu bozduğumuza mı yanalım. Daha sonra bu bozduğumuz orucu herkes yiyip içerken kaza edeceğimize mi yanalım.

*

Adana’daki çalışırken ramazana denk gelen bir diş randevum vardı. Tedavimi yaptırınca orucum bozuldu. Dişçiden çıktım. Madem orucum bozuldu. Ramazanda sigarayı aramasam da oruçlu olmayınca içmek geldi içimden.   

Adana'yı bilenler bilir. Adana Konya gibi değil. Oruç tutanlar olsa da tutmayanlar daha çoğunlukta. Ramazan olmasına rağmen çarşı pazarda alenen yenir içilir. Yani şehir oruç tutmaz. Buna rağmen çarşıda bir sigara bile içmeden evin yolunu tuttum.

Eve geldim. Niyetim evde sigara içmek. Balkona çıktım. Kokusu alt ve üst komşuya gider, olmaz dedim. İçeri tekrar girdim. 

Kafama damınca içmeyince olmaz. Bu meret böyle bir şey. 

Sonunda banyoya girdim. Kapı, pencereyi kapattım. Banyonun ortasına çömeldim. Hızlı hızlı bir tane içtim. Suçluluk psikolojisi çekince içtiğim sigaradan da bir şey anlamadım. Hoş, hiçbir zaman bir şey anlamadım ya neyse. Evde olmama rağmen akşama kadar ağzıma bir şey koymadım. Sigara da içmedim. 

2023 Ramazanında gördüm ki eski ramazanlardan eser kalmamış. Muhafazakârlığıyla bilinen Konya’nın Alâeddin Tepesi  dışında, çarşı pazar her yerde güpegündüz alenen yiyip içenler gördüm. Yiyip içenlerde de bir çekince bir utangaçlık hali sezmedim. Gördüm ki ramazan ayını oruç tutarak geçiren Konya, içindekiler yüzünden orucunu bozmuş, oruç tutan şehirden oruç tutmayan şehre dönüşmüş. Bu demektir ki dün oruç tutmasa da çarşı pazarda oruç ve oruçlulara gösterilen saygının yerini, Allah’ın bildiğini kuldan niye saklayayım, tutan bana mı tutuyor, kendine tutsun düşüncesi almış. Elbette tutan kendine tutar. Tutan sevabını Allah’tan bekler, tutmayan da sevap beklemez hatta günahını çekecek. Oruç tutmadığı için kimseyi ayıplayacak durumumuz yok. Yalnız alenen yiyip içmeleriyle saygıyı elden bıraktıklarını unutmamalarında fayda var. Oruç tutmasınlar. Tutmadıklarına saygı duyuyorum. Bari bu yeme ve içmelerini biraz ötede, zula yerlerde yapsalar daha iyi olur düşüncesindeyim. Zira şehirlerin dokusunu değiştirmeye hakkımız yok. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde