5 Şubat 2023 Pazar

Övme ve Yerme Hastalığımız

Övme ve yerme, tabiatta her şey zıddıyla kaimdir sözünün bir tecellisi olarak hayatımızda yer tutan; biri iyi anlamda, diğeri de kötü anlamda kullanılan iki kavramımızdır.

Hayatımızda her şeye ihtiyaç duyduğumuz kadar bu iki kelimeye de ihtiyaç duyarız.

Yerine, zamanına ve kıvamına dikkat edildiği, sapla samanın karıştırılmadığı zamanlarda kullanıldığı takdirde her iki kelime de bir işlev görür.

Övme vefayı andırır, yerme de hatayı tespitte işe yarar diyeceğim ama biz bu iki tabiri kutuplaşmada kullanıyoruz.

Övme ve yerme abartı derecesinde olduğu takdirde bu iki kavram içinden çıkılmaz bir hal alır. Bir müddet sonra bakmışız ki övme ve yerme bir hayat felsefemiz olup çıkmış. Varlık sebebimizdir artık.

Yatar kalkar över veya yereriz. Her iyi şeyde sevdiğimize bir pay çıkarırken sevmediğimiz de nasibini alır bundan. Zira yılanın başıdır.

Bir nevi hastalıktır bu. İşin ucuzuna ve kolayına kaçmaktır aynı zamanda. Ortaya yeni bir şey koymaktan aciz olanların ortaya koydukları, kendilerini tatmin ettikleri bir savunma psikolojisidir. Bizde bir şey yok demektir.

Bu anlayışa göre bugün gördüğümüz her şey, övdüğümüz kişinin bıraktığıdır veya bugünkü kötülüklerin müsebbibi yerdiğimiz kişidir.

Övme ve yerme hastalığından kurtulmamızın yolu, kendimizin ortaya bir şey koymasıdır.

Yeni bir şey ortaya koymadıkça geçmişle övünmeye veya geçmişi yermeye devam edeceğiz.

Bu, üreten beyin taşımayışımızdandır. Kendimize güvenimiz olmadığı gibi bunu yapacak irademiz de yok.

Hoş, hepsi olsa da düşünecek, planlayacak, üretecek ve çalışacak azim olması gerekir.

Övünmek ve yerinmek varken niye kendimizi yoralım sonra.

Oturur muhabbetini yapar veya kinimizi kusar, egomuzu tatmin ederiz.

Ne de olsa mirasyediyiz çoğumuz. Öncekilerin bıraktığını hoyratça kullanırken üzerine bir şey koymadan yaşıyoruz.

Övme ve yerme ile mesafe kat edilseydi, bizden ileri ve gelişmiş devlet olamazdı. Çünkü bizden başka geçmişiyle iç içe yaşayan herhalde başka bir millet yoktur.

İşin garibi övdüklerimiz ve yerdiklerimiz aynı kişiler değil. Bir kesimin göklere çıkardığını diğer kesim yerin dibine batırıyor. Onların yerin dibine batırdığını öbürü el üstünde tutuyor. Yani övme ve yermede de bir birlik yok.

Gerçekten nasıl bir ruh hali bu bizim yaşadığımız. Övgü ve yergiye dayalı bu yaşayışın kime ne faydası var?

4 Şubat 2023 Cumartesi

Koltuklara Yapışıp Kalma Hali

Bazıları doğuştan idareci olarak doğmuş ve sen idareci olmalısın. Bulunduğun yerde tutunup gözün daha yukarılara olsun. Zira senin için yükselmenin sınırı yok demiş olmalı.

Bir şekilde koltuğa otururlar ve koltuğa öyle bir yapışırlar ki kaldırabilene aşk olsun. Çünkü koltuk bu tipler için araç değil, amaçtır.

Koltukta tutunmak için kendisini oraya getirenlere hep minnet duyar. Onlara saygıda kusur etmez. Ricaları bile emirdir onlar için. Zaten bu koltuğa onların dediğini yapmak için gelmedi mi? Yerine getirmemesi varlık sebebine aykırıdır. Sadece vefa ve minnet borçlu olduklarına değil, tüm üstüyle ilişkileri iyi tutar, aklına yatmasa bile uyum içinde çalışır. Güce karşı boynu kıldan incedir.

Bu şekil kendisine hava veren bu koltukta mutlu bir hayat sürerken kazara bir kazaya kurban gidip koltuğu altından çekilse, dünyası zindan olur. Yaşamasının bir anlamı kalmaz. Ayakta gezen bir ceset gibi olur. Ne yapmıştı ki hâlbuki. Saygıda kusur mu etmişti. Ne dediler de yapmadı bugüne kadar. Ne güzel de alışmıştı işine gücüne. Bir güzel de çevre edinmişti. Bir haksızlık olmalıydı. Zira en zor zamanda görev almış, onlar için kelle koltukta savaşmış, nicelerinin kalemini kırmış ve saçını süpürge etmişti.

İçinde bulunduğu durumu bir türlü kabullenemez. Onunla yatar, onunla kalkar. Çünkü koltuk her şeydi onun için. Ha altından koltuk gitmiş ha ölmüş. Sonra ne diyecekti başkasına. Başkası bir koltuk uğruna geçmişte şu yaptıklarına değdi mi derse, ne diyecekti. Of... Çekilir mi bu dünya.

Hayata ve insanlara küser. İnsan içine çıkamaz. Herkesle selamı sabahı keser, eve kapanır. Bir düşünmedir gider. Başına gelen bu duruma sebep olanları bir türlü affetmez. Çünkü ne yapmıştı ki.

Çevrenizde vardır böyleleri.

Bu tipler koltuğu varlık sebepleri olarak görürler, hayatlarında 'B' planına hiç yer vermezler.

Varları-yokları koltuktur. Hep bir taraftan emir alırken alt tarafa da emir vermeye alışmışlardır.

Emri altındakiler emrini yerine getirdikçe sevinç ve mutluluktan dört köşe olmuşlardır.

Gittiği her yerde ilgi-alaka ve saygı gördükçe itibarlı biri olduklarına da kendilerini ikna ederler.

Hele bir de başkasının bilmediği bazı şeyleri bilirlerse, bulunmaz Hint Kumaşı olduklarına ve koltuğu bıraktıkları takdirde işlerin aksayacağına da kendilerini inandırmış iseler, kendileri olmadan bu işler yürümez.

Hasılı ne kadar yıpransalar, itibar kaybına uğrasalar, koltukta ezilseler ve heyecanları kalmasa dahi istifayı hiç düşünmezler ve koltuğa yapışıp kalırlar. Bu tipler için bir Hint atasözünü buraya yazıyorum: “Eğer birileri oturduğu koltuktan kalkmakta sıkıntı yaşıyorsa, kesinlikle altını kirletmiştir."

Düşünme Kapasitesi ve Nimeti

"Düşündükçe itiraz etme, uyumsuz olma, huzursuz olma ve huzursuz etme kapasiteniz de artar. Kendi başınıza kararlar almanız, kendi başınıza düşünmeniz; kendi başına düşünme kabiliyeti olmayanları çileden çıkarır.

Bu sözünde Dücane Cündioğlu'nun ne demek istediği açık ise de yine de bu söz üzerine yazacağım bu yazımda.

Bu söze göre itirazın arkasındaki gücün kaynağı düşünce. Bu düşüncedir ki hayata, olaylara, kişilere, haksızlıklara vs. itirazım var dedirtiyor insana. Sonucu itiraz olan bu düşünceye can kurban. Ama bilelim ki itiraz edenlerin sayısı bir elin parmakları kadardır. Çoğunluk tasdik ve noter görevini yerine getiriyor. Düşünüp itiraz edemiyor, içine atıyorsa bilelim ki o kişi korkaktır.

Uyumsuz olma, çoğunluğa aykırı olması yönüyle olsa gerek. Çünkü çoğunluk sessiz ve sakin iken düşünen kalabalığa uyum sağlayamaz.

Huzursuz olma hali dertten olsa gerek. Bir şeyleri dert edinen gidişattan huzursuz olur. 

Huzursuz etme ise gidişatı dert edinmeyenleri uyandırmaya yönelik bir eylemdir. Kendi huzursuz olan başkasını da huzursuz eder. Ki böylelerine bu toplumun şiddetle ihtiyacı vardır.

Dücane, itiraz etmeyi, uyumsuz olmayı, huzursuz olmayı ve huzur bozmayı bir kapasite olarak görüyor. Demek ki bu özelliklere sahip olmak bir kapasite meselesi. Çoğumuzda bu kapasiteler yok demek ki. 

Esas vurucu cümlesi de son cümlesi. Zira burada “kendi başınıza karar almanız, kendi başına düşünmeniz, kendi başına düşünme kabiliyeti olmayanları çileden çıkarır.” derken düşünme kabiliyetini kullananlara bazılarının niçin kızdığını belirtiyor. Demek ki birilerini çileden çıkartan düşünme melekesine sahip olmadıklarından dolayıdır. Olmayınca ne yapsın gariplerim.

Belli ki bilinç altlarında kıskançlık var diyeceğim ama kıskançlık da bir yere kadar anlaşılır. Çünkü onun gibi düşünmek ve olmak isterler ama beceremezler. Çünkü düşünmek çarşı ve pazardan satın alınan bir şey değil, uzun zamana yayılmış bir birikimin sonucudur. Zamanında düşünmeye kafa yormayanlar sonradan isteseler de beceremezler. Çünkü bir düşünmenin bir ürünüdür. Zeka ise kullandıkça gelişir. Zamanında kullanılmadığı için zeka ve düşünme melekeleri dumura uğramıştır.

Bu aşamadan sonra bu melekelere sahip olmayanlar hazıra konmayı seviyorlar ve işin kolaycılığını kaçıyorlar. Nasılsa birileri düşünüp servis ediyor. Onlar da bu servis edileni savunuyorlar. Bu, pişirilmiş yemeği afiyetle yemeye benzer. Yemek kadar güzel bir şey yok. Mutfağa girip o yemeği pişirmek ise zordur. İşin kolayı varken zora niye talip olsunlar.

Sonuç olarak düşünen insan demek özgün fikir sahibi demektir. Allah düşünen insanların sayısını çoğaltsın.