3 Şubat 2023 Cuma

Hutbe Konuları Üzerine (1)

Hutbelerin içeriği üzerine birkaç yazı kaleme aldım. Nasıl olması ve ne tür konulara yer verilmesine dair öneriler sundum. Maalesef bir gelişme olmadı. Konular birbirinin tekrarından öteye geçmedi. Gördüğüm kadarıyla aynı konu birkaç ayda bir ısıtılıp ısıtılıp önümüze konuyor. Gören de İslam dininde konu sıkıntısı var sanır.

Bu durum sadece bende mi var? Keşke böyle olsa, en azından sorun bende der, işime bakardım. Kimi dinlesem maalesef hutbe sorununa değiniyor. Cumaya gidesim gelmiyor diyor. Sırf hutbeyi dinlememek için hutbe sonrası cuma namazına gelenler bile oluyor. Hutbeyi dinleyenler de dinler gibi görünüyor ya da uykuya dalıyor. Bu arada belki konular hoşuna gidip can kulağıyla dinleyenler de olabilir. Ama böyleleri denk gelmedi bana. 

Hutbe konuları nasıl belirleniyor? Diyanet'in elinde bir ajandası olduğunu sanmıyorum. Bugüne değin aklımda kaldığı kadarıyla kandiller, iman, namaz, oruç, şehit, zaferler, cami ve din görevlileri, içki, kumar, sünnetin vazgeçilmezliği, bazı ahlaki konular, salih amel, terör, kul hakkı, yılbaşı kutlaması, üç aylar, evlilik, aile, sabır vb. konulardan öteye gitmiyor. Çoğunlukla belirli gün ve haftaları takip ediyor. Arada bir Kur'an'a ve dini değerlere saldırı olursa, bu konulara yer veriliyor.

Bu konular gereksiz ve önemsiz demek istemiyorum. Elbette önemlidir. Ama aynı şeyleri belirli periyotlarla tekrarlamak kabak tadı veriyor. İnsan yeni ve farklı şey duymak istiyor.

İşin garibi çoğu zaman anlatılan şeyleri yerine getirmeyenler camide yoklar. Yani sözlerin muhatabı dışarıda. Vatandaş namaz kılmaya gelmiş, namazın öneminden bahsediliyor. Kur’an’ı yakan yurt dışında. Bu konu ele alınıyor. İçki konu ediniliyor ama içenler dışarıda. Buna dair örnekleri çoğaltabilirim. Bu kadarı kâfi.

Merak ettiğim niçin camiye gelenlere dair bir şey söylenmez? Sözler niçin sözümüz meclisten içeri denmez? Bu durum bal yiyen, yemeyi seven birine balın faziletlerinden bahsetmeye benzer.

Anlatmak istediğim hutbelerde sadra şifa olmalı, belirlenen konular ihtiyacı giderecek nokta atışı olmalı, bir konuda Müslümanca duruşun ne şekil olduğu, bu konuda nasıl tavır takınılması gerektiğine dair yol gösterici ve ufuk açıcı olmalı. Müslümanlar yeni hutbeyi dört gözle beklemeli ve okunan hutbeyi can kulağıyla dinlemeli.

Gördüğüm kadarıyla Diyanet hutbe konularını dert edinmiyor. Bu haftayı da hangi konuyla bitirir, yoluma devam ederim diye düşünüyor olmalı. Millet uyuyormuş, hutbeler doyurucu olmuyormuş, hangi tür konulara değinerek milleti camiye çekerim diye bir düşüncesi yok. Ne şiş yansın ne de kebap türünden uyumaya ve uyutmaya devam ediyor.

Bence vakit geçirmeden Diyanet tıpkı öğretmenler hangi konuyu, kaç saatte ne zaman, hangi metotla ve hangi araçla anlatacağına dair o öğretim yılına ait ellerinde bir yıllık plan yapıyorlarsa, Diyanet de ocak ayından aralık ayı çıkıncaya kadar yıllık hutbe konusu seçmeli. Seçerken tekrardan kaçınılmalı. Yurt içinde ve dışında Müslümanların ilgilendiren bir mevzu olmadığı müddetçe belirlenen konuları haftası geldiği zaman ele almalı.

Hutbe konuları nasıl seçilmeli konusunu diğer yazımda ele alacağım.

Muhakkik

Muhakkik Arapçadan dilimize geçmiş, tetkik eden, gerçeği araştıran, soruşturmacı, soruşturucu anlamına gelir. Bu görev müfettişlerin görevi olsa da konunun önemi, iddiaların durumuna göre başka devlet memurlarına da görev verilebiliyor. Muhakkikin kim ve ne olduğunu kısaca öğrendikten sonra muhakkik nasıl olmalıdır, kendilerinden ne beklenir sorusu üzerine yazımı devam ettirmek istiyorum.

Gerçeği araştırma yönüyle muhakkik mahkemede adalet dağıtmakla yükümlü hakim gibidir. Birinci önceliği budur. Hakim yargılar, bunlar da soruşturur. Her ikisinin amacı da gerçeğin ortaya çıkmasıdır.

Muhakkik emir ve talimat almaz. 

Ahbap çavuş ilişkisi içerisine girmez.

Birilerine şirin gözükme gibi bir lüksü yoktur.

Taraf tutmaz, taraf olmaz.

Kimseye had bildirmeye kalkmaz. Maçlardaki hakem gibidir. Nasıl ki hakem hangi takımın lehine veya aleyhine demeden gördüğüne düdük çalmakla yükümlü ise muhakkik de gördüğünü inceler. 

İncelerken kendi zihniyetini ve soruşturduğu kişinin düşüncesini dosyaya yansıtmaz.

Yüze gülüp arkadan iş çevirmez.

Güce teslim olmaz, gücün ricasını veya emrini yerine getirmek için dokuz takla atmaz.

İfade, beyan, objektif delil ve somut bilgi ve belgelerle sonuca gitmeye çalışır.

Gerçeği araştırırken niyet okuyuculuğu yapmaz.

Kelle alma, sarı öküz hediye etmeye veya suçluyu koruma gibi bir görev ve misyonları yoktur. Ne gördüyse odur.

Kanaat belirtirken sonucu sübut buldururken zanla, dedikoduyla, şüpheyle, yönlendirme vs. ile hareket etmez. Sonuca varırken vicdanının sesini dinler, ben Allah’tan korkarım düşüncesini hiç elden bırakmaz. İspat yapamadıysa ispat edilememiştir der. Olaya bütüncül pencereden bakar.

Birilerini koruyup kollama adına ne suçluyu koruma ne şikayetçiyi memnun etme yoluna gider. Güce ve güçlüye karşı soruşturduğu kişiyi yem etmez.

Sonuç olarak her konuda olduğu gibi bir muhakkikin de görevini layıkıyla yapması, dosyayı bitirip teslim ettikten sonra ortaya çıkar. İçi rahatsa görevini yapmıştır. Kafasında acaba varsa, şöyle mi yapsaydım diyerek içinde bir tereddüt varsa ve içi rahat değilse, görevini yapmamış demektir.

Promosyon Maceramız

Kurumlar 2, 3, 4 yıllığına maaş anlaşması yapmak için bankaların kapısını çalar. Kimi teklif verir kimi de açık ihale yapar. Teklif mektubunda veya ihalede hangi banka en yüksek promosyonu vermişse kurum yetkilileri o bankayla anlaşma yoluna gider. Ödenecek promosyon ya taksitle ya da defaten ödenir.

Bu durum yıllardır kendi seyrinde devam eder, pek gündeme gelmezdi. Nakil gelen personelden bazılarının ilk sorduğu, promosyonu ne zaman aldınız sorusu sorulurdu. Kimi talep eder kimi etmezdi. Promosyon ücretleri de pek yüksek değildi.

2021 yılından beri bir promosyondur gidiyor. Haberlere konu oluyor, gazeteler bundan bahsediyor, kurum çalışanları hangi kurum ne kadar almış araştırması yapıyor. Çünkü bankalar müşteri kapmak amacıyla daha önce vermedikleri meblağları vermek suretiyle bu işin ucunu kaçırdı. Kurum çalışanlarının iştahını kabarttı. Çünkü imza atılan meblağ eskiden olduğu gibi bir harçlık mesabesinde değil. Adeta promosyon bir gelir kapısı gibi görülmeye başlandı.

İmza atılan promosyon rakamlarını duyanlar harekete geçerek daha önce yapılan anlaşmalarının hak kaybı getirdiğini, ilgili bankanın güncelleme yapması gerektiğini önce dile getirdi, sonra bankalarının kapısını çaldı. İlgili sendikalar da buna öncülük yaptı. Bankalar güncelleme yaptı ise de uçuşan rakamlara göre verilen tatmin etmedi. Bunun üzerine tüm kurum birlikte hareket etme kararı aldı. Daha önce anlaşma yapanlar sözleşmelerini feshedecek. Bundan kaynaklanan zararı tazmin edecek. Daha fazla personel ile yeni anlaşmaya çıkılacaktı. Telaffuz edilen rakamları el altından ve fısıltı gazetesinden duyan önceki sözleşmeyi iptal etti. Çünkü bir konup belki de beş katı alınacaktı. Emsaller de bunu gösteriyordu. Ne kadar çok personel o kadar çok para idi.

Günü gelince ihaleye çıkıldı. En yüksek teklif veren bankanın telaffuz ettiği rakam önceki anlaşmaların bir katı olunca bundan memnun kalınmadı. İhale iptal edildi. İkinci ihalede daha önce en yüksek teklifi veren banka önceki verdiğinden daha düşük teklif verdi. Yani evdeki hesap çarşıya uymadı. İlave para görülmediği gibi önceki sözleşmede imza atılan paranın da altında kaldı rakam. Yani pirinç hesabı yapanlar evdeki bulgurdan oldu.

Hasılı yüksek promosyon beklentisi fare doğurdu. Promosyondan çoğu kimse gibi pay alamayanların moralleri bozuk. Yükselen sesler yine gazetelere yansıyor. Bankalar kendileriyle dalga geçiyordu. Hak kayıpları mutlaka karşılanmalıydı. En üst perdeden bakanlıklar buna müdahale etmeliydi. Hasılı kurumların promosyon beklentisi ve mücadelesi devam ediyor.

Her gün gazetelerde birkaç kuruma dair şu kurum şu bankayla şu rakama anlaştı, bu kurum daha önceki anlaşmayı iptal etti, bu kurum verilen rakam beklentilerin altında kaldığı için ihaleyi erteledi gibi yazıları okumaya devam ediyoruz ve bu haberler gerçekten kabak tadı verdi. Niye kurum ve banka arasında kalması gereken bir anlaşma tüm Türkiye’ye duyuruluyor? Gören de kurum personeli akşam sabah promosyon alıyor algısına sahip oluyor.

Hasılı kurumlar bu promosyon sürecini iyi yönetemedi. Ağızlarına ve yüzlerine bulaştırdı. Gücüne kuvvetine bakmadan bankalardan daha fazla pay almaya kalktı. Keşke kurum müdürleri bu işe kalkışmadan önce kiminle dans ettiklerine bir baksalar iyi olurdu. Türkiye de akşam sabah promosyon haberlerini okumak zorunda kalmazdı.

İşin garibi yüksek promosyon beklentisine girenlerin önemli bir kısmı promosyon caiz mi, değil mi tartışması yapıyor. Kahir ekseriyeti de caiz olmadığı yönünde görüş bildiriyor. Durum bu iken bu promosyon iştahını anlamak, doğal seyrinde giden akışı zorlamak neyin nesi, inanın anlamış değilim.

Promosyon meselesi bir gelir bir rant kapısına dönüştüğüne göre bu konuda bir öneride bulunarak yazımı sonlandıracağım. Promosyon anlaşmalarını il, ilçe veya bunlara bağlı kurumlar yapacağına tüm kurumların ilgili bakanlıkları bankalarla promosyon anlaşması yapsın. Rakam daha yüksek olacaktır. Bu yolla anlaşma yapıldığı takdirde bir defadan başka haberlere konu olmaz. Bu şekil yapılırsa nakil giden, nakil gelen, yeni göreve başlayan personel de mağdur olmamış olur. Herkes bulunduğu yerde promosyonunu alır, gittiği yerde bir beklenti içerisine girmez.