1 Şubat 2023 Çarşamba

"Çalış"

Ortaokul ve lise öğrencilerinin en nefret ettiği şey; ailesinin veya öğretmeninin kendilerine: "Dersine çalış...ders çalışmıyorsun" demeleridir. Bunu da sık sık tekrarlamalarıdır.

Nasıl ki namaz kılmayana "namazını kıl" dendiği zaman namazın kılınmasını doğru bulmasına rağmen kişi yine namaz kılmamaya devam ediyorsa, ders çalışmayan bir öğrenci de eksikliğini bildiği şeyin kendisine söylenmesinden pek hoşlanmaz. Genelde çoğu gurur meselesi yapar bu işi.

Bir şey bir insanın içinden gelmiyorsa, başkasının söylemesiyle ne namaz kılar ne de ders çalışır. Mutlaka içinden gelmesi lazım.

İçinden gelmiyorsa, istersen başında dur, sürekli ders çalış de. Hatta başına silah daya. Mümkün değil. Defter, kitap önünde, kafası ise hayal aleminde, ders çalışır görünür.

Ders çalışmak istiyorsa, engellemek istesen de mutlaka bir yolunu bulur, dersine bakar. İstersen, ders çalışmayacaksın diye kafasına silah daya.

İnsanın bir şeyi yapması için öncelikle motive olması, ardından yapacağı işi bir plan dahilinde yapması gerekiyor.

Ders çalışmaya hem bedenen hem de zihnen hazır olması lazım. Aklın bir başka yerde takılı olmaması, kişinin kendini derse vermesi, çalışacağı ortamın ders çalışmaya müsait olması, neye-nasıl çalışacağını ve eksikliğinin hangi konular olduğunu bilmiş olması, anlamak için çaba sarf etmesi, yaptığı işi dert edinmesi, sevmesi ve yoğunlaşması gerekiyor. Kısaca bilinçli çalışmasıdır.

Çalışmayı zamana yayması, hazmede hazmede öğrenmeye çalışması, anlamadan geçmemesi, anlayamadığı konunun üzerine üzerine gitmesi, öğrenmek için ehline sorması, araştırması, dert edinmesi gerekiyor.

Ders çalışmaya ara verdiği zaman dinlenirken, okula giderken veya okuldan gelirken çalıştığı konu ile ilgili beyin jimnastiği yapmalıdır.

Anlatmak istediğim konuyla ilgili bir anekdota yer vermek istiyorum. Lise son sınıf öğrencilerle ders işlerken öğrenciler, başarılı olmamız için neyi önerirsiniz. Yalnız sizden isteğimiz sakın ola ki çalış ve çok çalış demeyin. Çünkü nefret ediyoruz bu sözden. Ağzını açan bunu diyor. Biz de biliyoruz bu işin çalışmakla olacağını. Ama çalışıyoruz yine olmuyor dediler.

Ben de kendilerine bunu yolu çok çalışmak değil, bilinçli çalışmaktır dedim. Ardından neye, nasıl, ne zaman, ne şekil çalışacağınızın planını yapmaktır. Bunu da varsın az olsun, sürekli hale getirmektir. Bu yolu azimle devam ettirin. İlk başlarda sıkılsanız da vücudunuz buna alışacaktır. Yeter ki pes etmeyin. Bilinçli çalışarak konu öğrendikçe çalışmayı seveceksiniz. Anlayamadığınız konunun üzerine üzerine gidin. Anlamıyorum diye pes etmeyin. Havlayan köpekten kaçarsanız, köpek arkanızdan sizi kovalar. Kaçmaz durursanız, köpek sizi kovalamaz. Dersler de böyledir. Üstüne üstüne gidin.

Çalışırken tek metot kullanmayın. Her derse farklı metot kullanarak çalışın. Başarı için tek metot yoktur. Kendinize uygun olanı seçin. Kimi ders çalışırken okuyarak anlar kimi önemli gördüğü yerlerin altını çizer kimi de özet çıkarır.

Başarmanın yolu, çok soru çözmek de değildir. Konuyu bir güzel anladıktan sonra o konuyla ilgili birkaç soru çözmeniz yeterlidir dedim.

Çalış eyleminin başına bilinçli sözünü eklememe öğrenciler pek sevindiler ve teşekkür ettiler. Bunu ilk defa duyduk dediler.

Niçin Sadede Gelmiyoruz?

Dinimizin geçmiş müktesebatından, peygamber ve sahabe hayatından, Osmanlı'dan güzel örneklere yer veren nice insanımız var. Eksik olmasınlar.

Verilen örneklerle dinimiz böyle bir dindir, peygamber böyle biridir, onun izinden giden sahabe de öyledir. Osmanlı zaten hep iyi şeyler yapmıştır mesajı verilmek isteniyor.

Elbette verilen her örnekle bunlardan bir hisse çıkarılma mesajı verilmek istense de genelde övgüye dayalı mesajlar bunlar.

Geçmişi unutmamak lazım elbet. Çünkü geçmiş bizi gelecekte bina edeceklerimizin temelidir.

Nedense orta yerde bu temelin üzerine bina ettiğimiz bir bina yok. Bir bina başlangıcı da yok.

Hala övgü üzerine geçmişi yaşıyoruz.

Bir türlü geçmişten günümüze gelemiyoruz.

Nedense övgüyü pek seviyoruz ve övgüyle avunuyoruz.

Geçmişimizle ve bize bıraktıkları müktesebatla övünelim övünmeye ama sadede de gelelim artık.

Bugün neredeyiz?

Geçmişin üzerine iyiye dair bir şeyler koyduk mu?

Yarına dair bir planımız var mı?

Geçmişin üzerine bir şeyler koyup gelecek nesle emanet edeceğimiz neyimiz var?

Bugün geçmişe dair verdiğimiz güzel örneklerden hareketle üzerine bir şeyler koyup dünyaya ve insanlığa bir örnekliğimiz var mı?

Dini yaşantı yönünden mi örneğiz?

Ahlak ve etik kurallarda mı örneğiz?

Teknoloji ve üretimde mi örneğiz?

Ne yaptık? Yeni bir medeniyet inşasına mı öncülük ettik?

Bu sorulara evet cevabı vermek zor.

O zaman geçmişe dair verdiğimiz örneklere birileri, bugün neredesiniz? Bir örnekliğiniz var mı dese ne cevap veririz?

Burada birileri savunma psikolojisiyle bugün örnek verilen milletler kanun korkusuyla kurallara uyuyor. Bu, onların ahlaklı olduğunu göstermez diyebilir. Böyle de olsa o ülkeler sonuç almak için kanun yolunu bulmuşlar. Sonunda başarmışlar bunu. Biz de sağlayalım bunu. Hangi yolla olursa olsun. Amaç üzüm yemek değil mi?

Ben o yüzden geçmişi unutmadan, geçmişten aldığımız güçle her alanda mesafe kat etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Sadede gelelim derken kastettiğim de budur. İnanın, geçmişe dair yaptığımız her övgü dolu paylaşım bir teselliden öteye gitmez.

Bir Bilen İki Müfteri

Dini tedrisat yapmış, bu alanda öğretmenlik ve yöneticilik görevinde bulunmuş iki tane muhterem var. Dilleri ve hamasetleri güçlü. Dini bütün bir görünümleri var. Satıcılık ve pazarlamada üstlerine yok. Ağızları iyi laf yapıyor. Yüksek kademelerde ilişkileri iyi yürütüyorlar. Sanırsın ki camianın tüm yükü üzerlerinde. Doğruluk ve dürüstlük abidesi mübarekler. Bir konuda ve her konuda bilmişliği kimseye bırakmazlar. Camianın dava adamları. Davayı da durmadan savunurlar ve kimseye bırakmazlar. Tüm bu meziyetlerinin yanında bir de bilmişlikleri varmış. Bu yönlerini de yıllar sonra bunları bilen birinden öğrendim. Gıpta ettim doğru kendilerine.

Merak ettiniz tabi bu bir bilen olmalarını. Anlatayım ki siz de kendinizi bu alanda yetiştirin.

2014 yılında çıkarılan bir kanunla, yöneticilikte dört yılını dolduranlara geriye yönelik puanlama kriteri getirildi. 8-10 maddelik kriter evet/hayırdan oluşuyor ve bu kriterlere göre bir yöneticinin başarısız olması söz konusu değil. Ama birileri elenmeliydi. Bu nasıl olacaktı? Tüm dört yılını dolduran yöneticilerin bir listesi oluşturulur. Bu liste bu yıllarda içinden bol yöneticinin çıktığı bir vakfa götürülür. Vakıfta dini bütün insanlar yer alır. Ama listedekilerin çoğunu bu zevat tanımıyor. Tanımadan puan verseler adalet ve liyakate sığmazdı. Çünkü çok korkarlardı haksızlık yapmaktan. Ne de olsa bunun eğitimini almışlardı. Hoş, bu görev üzerlerine vazife değildi ama misyon adamı olmak böyle bir şeydi. İmdatlarına tüm yöneticileri tanıyan yukarıda özelliklerini verdiğim iki bir bilen yetişir.

Otururlar vakfın köşesine. Çaylarını yudumlarken listeler de önlerine konur. Bu iki muhteremin biri bir listeyi, öbürü de öbürünü alır. Başlarlar çalışmaya. Şu nasıl? Paralelci. Çiz o zaman. Bu nasıl? Bu da paralelci. Bunu da çiz. Şu? Bu faşist. Bunu da çiz. Liste bu şekil baştan sona bu bilenlere sorulur. Bunlar da bildiklerini söylerler. Sayelerinde merkez üç ilçedeki 600 kadar müdürden 20 kadarı hariç diğer müdürlerin üzeri çizilir. Listeler bu şekilde daha üç ay önce kelle alması için atanan ilçe müdürlerine gönderilir. Onlar da sistem üzerinden hayır hayır butonlarına basarak müdürleri eleme görevini yerine getirir. Kendilerini bu göreve getirenlere karşı da ilk sınavlarını bu şekil geçmiş olurlar. Böylece okullar başarısız müdürlerden bir çırpıda kurtuldu. Bunlar yani bir bilen bu iki kişi olmasaydı, ilçe müdürleri bu ağır sorumluluğun altından nasıl kalkacaktı?

Bu bir bilen iki kişi neredeler şimdi? Yapılan iyilikler boşa gitmezdi. Her ne kadar onlar bu işi Allah rızası için yapıp balık bilmezse Halık bilsin demişler ise de biri kenarda, köşede müdürdü. Ayağını kaydırdığı merkezdeki bir okul müdürünün okuluna müdür olarak geldi. Ne de olsa mukarrabünden idi. Kenarda durdurmak yakışmazdı. Yakına gelmeliydi. Diğeri o zamanlarda öğretmendi. Bir müddet sonra ona da şöyle dört dörtlük bir müdürlük ayarlandı.

Bu bir bilen iki kişi hata yapmadı mı? İnsan olur da hata yapılmaz olur mu? Temizlik operasyonunda o kadar titiz davranınca çoğu kimse paralelci olmamasına rağmen elenmişti. Bu kadar hata kadı kızında bile olurdu. Sonradan bunlara kenardan, köşeden tekrar müdürlük verildi.

Bu bir bilen ve her şeyi özellikle karalamayı, lekelemeyi ve iftira atmayı çok iyi bilen bu iki kişiden biri nereye gittiyse, müdürlükte pek tutunamadı. Asli görevine döndürdüğü eski müdürlerle birlikte öğretmenlik yapıyor. İlerlemiş yaşına rağmen her türlü etkinlikte ve yıkama yağlamada onu görebilirsiniz. Diğeri ise yıllardır istediği ama olamadığı müdürlüğe bir oturdu, hala da oturmaya devam ediyor. İster öğretmenlik ister müdürlük yapsınlar, bunlar bu davanın vazgeçemediği iki neferdir. Vazife önemli değil onlar için. Önemli olan davaya hizmet. Vicdanları da rahat bu arada. Ha bu arada bu bir bilen iki kişi her şeyi bilseler de bilmedikleri bir şeyleri var. Vakıf bünyesinde yaptıkları kelle avcılığı görevini başkasının bildiğini bilmemeleri.