31 Ocak 2023 Salı

Müftü mü Yalan Söylüyor, DİB mi?

Nicedir haber izlememenin ve gündemi takip etmemenin mutluluğunu yaşıyorum. Belki gündemi takip edemedim ama bundan dolayı pek bir eksiklik hissetmedim.

Bu akşam o değilden haberleri açtım. Eski bir vekil, şimdilerde bir muhalefet partisinin genel sekreteri imiş konuşan. Vekilin konuştuklarının sonuna denk geldi kanalı açmam. Spikerin açıklamasına göre;

Eski vekilin 28 yaşında kızı vefat etmiş. Baba, vefatın 40.günü hatim indirmek ve ardından bir yemek vermek ister.  Yer için de Ankara'nın merkez ilçelerinden bir müftülüğü arar. Kendisine birkaç cami ismi verilir. Cami imamları farklı mazeretler öne sürerek yer talebini reddederler. Bir tanesi gençlik merkezimiz müsait, burada yapabileceklerini, yalnız müftülükten izin almaları gerektiğini söyler.

Hafta başında müftülüğe telefon açılır, durum anlatılır. Müftülükten gençlik merkezini kullanabileceklerini söylerler. Bir isim isterler. İsim verilir. Ne iş yaptığı sorulup, eski vekil, şimdilerde bir partinin genel sekreteri olduğunu söyleyince, telefondaki ses, istenen gençlik merkezinin tadilatta olduğunu, bu yüzden vermeyeceklerini söyler.

Bu durumdan haberdar olan partisinden bir yetkili "Müftünün araya girerek caminin kullandırılmasının önüne geçtiğine" dair bir Tweet atmış. Bu Tweete Diyanet'in Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği "İddiaların gerçek dışı olduğu, ilgili kişiye müftülüğün, gençlik merkezinin tadilatta olduğu ama camiyi kullanabilecekleri söylendiği fakat hatim indirmeye gelmedikleri, oluşturulan bu algıya karşı sağduyuya davet eden" bir açıklama ile cevap vermiş.

Habertürk'ten Mehmet Akif bu konuyu haber yaptı. Acılı babayı dinledi. Diyanetin duyurusunu verdi. Bu olayın aslını öğrenmek için gençlik merkezini vermeyen müftüyle görüşmek istediğini ama telefonlarına çıkmadığını açıkladı. Açıklamanın ardından spiker, DiB Genel Başkan Yardımcısı, adı geçen müftünün kendisine gönderdiği mesajı okudu: Mesajda, "15 tatili olduğundan, gençlik merkezinin gençlerin yoğun etkinlikleri ile dolu olduğundan, merkezin verilmediği..." yazıyor. 

Uzattım ama konu anlaşılsın diye mecbur kaldım. Biraz daha uzatıp bazı sorular soracağım:

1. Gençlik merkezi tadilatta mı yoksa gençlerin etkinliği dolayısıyla yoğun olarak kullanıldığı için mi verilmedi? Çünkü burada bir çelişki var. Müşavirliğin yaptığı açıklamada ilçe müftüsünün tadilatta olduğu bilgisine yer verilirken müftünün gönderdiği mesajı spikere gönderen genel başkan yardımcısının mesajına göre merkezin yoğunluğuna işaret ediliyor. Burada çelişkinin ötesinde bir yalan var. Diyanet ile müftülük arasında bir iletişimsizlik var. Öyle görünüyor ki müftünün, müşavirliğin basın açıklamasından da haberi yok. Müşavirlik de aslını müftü den öğrenmeden basın açıklaması yapıyor. Basit bir konu yalan üzerine kurgulandığı için yalancının mumu yatsıya kadar yanar sözü misali, akşam haberlerinde bu yalan ortaya çıktı. Burada yalanın tarafları ilçe müftüsü, Diyanet Basın Müşavirliği. Yani yalan Diyanet ile müftülük arasında gidip geliyor. Tek kelimeyle ayıptır, günahtır, vebaldir. Belki de tek doğru söyleyen gençlik merkezi müsait diyen cami görevlisi. Diyanet veya müftülük yalan söylüyorsa, vatandaşa ne diyeceğiz? İnanın, müftü keçi çaldı asparagas haberinden daha beter bir durum var burada. Her şeyin telafisi olur da bu yalanın telafisi olamaz. Bu kokuşmuşluk, bu aymazlık ümit ediyorum ki bir yanlış anlamadan kaynaklanmış olsun. Değilse yandık ve ağlayanımız yok demektir. Biz yine "Bir fasıl bir haber getirirse..." ayetini kürsülerden açıklamaya devam edelim. 

2. Belli ki gençlik merkezi muhalefetten birine verilmek istenmedi. Bu gençlik merkezini isteyen iktidar partisine mensup birileri olsaydı, acaba burası yine verilmeyecek miydi? Şayet verilecekse, cami ve müştemilatları sadece iktidara mı tahsis edilebiliyor? Camiler ve müştemilatları parti ayrımı yapılmaksızın herkese verilebilmelidir. Çünkü camilere ve müştemilatları herkese ait. Tek şart, burada siyaset yapılmayacak. Zira buralara asla siyaset girmemelidir. 

Kimlik ve Kişilik Kayması

Bu ülkede Anayasaya göre herkes eşit vatandaş ise de gelen siyasi iktidarlara göre vatandaşın bazısı öz, bazısı da üvey evlat olur.

Siyaset öz evlat muamelesi yaptığı kişileri şu ya da bu şekilde ihya eder, korur ve kollar. Kişilerin istek, talep ve beklentilerine göre kimine makam ve mevki verir kimine de ihaleler verir.

Bu şekilde bir taraftan kendi bürokrasisini devlete yerleştirirken diğer taraftan da kendi zenginlerini üretir. Bu yolla kendilerini ölümüne savunacak fanatik taraftar elde ederler. Bunun yolu da iktidarlar için kılıf bulmaktır. Bu da çok kolaydır oturmuş bir sistemi olmayan, iyi kötü işleyen bir sistem varsa onu değiştirmek, iktidarlar için çocuk oyuncağıdır ve buna hak sahibidir. Çünkü bu ülkede sandıktan çıkmak demek her şeyi yapmak, yapabilmek demektir.

Tüm bu süreci izleyen üvey evlat muamelesi gören kesim ise var gücüyle haksızlık var, adaletsizlik var, devletin imkanları birilerine peşkeş çekiliyor diye feryat eder.

Bir taraftan da bize de bir fırsat geçer de bir gün biz de öz evlat olursak, biz onlara göstereceğiz günlerini demek suretiyle bilenir ve kinlenir.

Gün gelir, devran döner. İktidarlar değişir. Öz evlatlar üvey, üvey evlatlar da öz olur. Öncekiler makam ve mevkilerde alınır, yerlerine iktidarın yeni öz evlatları yerleştirilir. İhaleler de aynı şekilde yer değiştirir.

Niçin böyle olur? Çünkü bizde görüşleri ne olursa olsun, zihniyetler değişmez. Bakmayın birbirlerini kıyasıya eleştirdiklerine. Hepsi birbirinin kötü bir kopyasıdır. Hepsi birbirinin hocasıdır. 

Türkiye siyaseti bu şekildedir. Böyle gelmiş böyle gidiyor.

Beni bu siyasetimizde anlayışımızda şoke eden kendini dindar, mütedeyyin ve İslamcı kabul eden kimselerin tavrıdır. Dün makam ve mevkilere getirilmeyen ve ihalelerden pay alamayan bu kesim, orta yerde bir haksızlık yapıldığını bir incinmişlik ve ötekileştirilmiş psikolojisi içerisinde ayet ve hadis okuyarak dile getirir. Biz gelirsek, böyle yapmayacağız derlerdi.

Geldiğimiz nokta itibariyle bugün tüm makam ve mevkiler dindar ve mütedeyyin insanların elinde. Dünün mücahitleri de müteahhit oldular. Gördüm ki hak yeme, haksızlık yapma, birilerini koruyup kollama yönünden bu kesimin de diğerlerinden hiç farkı yokmuş. Belki de tek fark diğerleri bu işlerin kılıfını bulurken ayet, hadis, din ve imanı ağzına almıyordu. Bunlar ise hala ayet ve hadisi dillerinden düşürmeden aynı şeyi hatta daha fazlasını yapıyorlar.

Artık zulüm ve haksızlık bu kesimin dilinde değil. Ya görmüyorlar ya da görmek istemiyorlar. Hoş, çoğu da bir haksızlığın yapıldığına inanmıyor. 

İsterdim ki maalesef yapamadık. Ağzımıza yüzümüze bulaştırdık desinler.

Beni esas üzen haksızlığı ve gidişatı eleştirdiğin zaman bu kesimden niceleri, siyaset böyle. Yapmayan mı var şeklinde bir dönüşüm yaşaması. Ama biz böyle yapmayacaktık dediğinde olması gereken bu imiş denir. Aymazlığın bu kadarına da pes doğrusu. Ben buna kimlik ve kişilik kayması diyorum.

Ticaretin Raconu

"Üstadım, ticarete atılmak istiyorum. Ne önerirsin bana?"

"Sürekli mi olmak istiyorsun?"

"Elbette öyle. Ya değilse niye gireyim?"

"Ticaretin gerekleri ne ise onları yerine getir."

"Zaten onu yapacağım. Ama bu dediğin biraz yuvarlak oldu."

"Dürüst olacaksın, prensip sahibi olacaksın. Bir ürüne normal kar marjını koyup makul fiyata satacaksın. Olur olmaz, fiyat değiştirip durmayacaksın. Müşteriye güvenilir ve ciddi bir firma olduğunu göstereceksin. Müşteriye göre fiyat çekmeyeceksin. Alanında çok iyi olup elle gösterileceksin."

"Bunlar zaten olması gereken. Yalnız son cümlen dikkatimi çekti. Alanımda tek olmamı mı kastediyorsun?"

"Hayır, alanında tek olmaktan sakın. Bu sahada bu işi yapan başkaları da olsun ki rekabet edip kendini geliştirebilesin. Sakın ola ki rakiplerini budama. Onların bu sahada ekmek yemesi senin lehinedir. Değilse, tek kaldım, nasılsa alternatifim yok diye gözünü hırs bürür. Daha fazla kazanacağım diye önce fiyat yükseltirsin. Sonra nasılsa müşterinin eli mahkum diye onlardan güler yüzünü esirgersin ve nezaketi bırakıp kaba, saba davranmaya başlarsın. Bu da senin sonun demektir. Güler yüzü söylememe gerek yok. Zaten bu, ticaretin ilk kuralıdır. Bir diğer husus, müşteri memnuniyetini esas al. Müşteri aldığı ürünü sebepsiz değiştirme ve geri verme imkanına sahip olsun. Sakın ola "Satılan ürün geri alınmaz" gibi bir yazı yazma. Zira bu tür davranış sattığı ürününe güvenmeyen, büyüme gibi düşüncesi olmayan küçük esnafların işidir.”

“Başka?”

“Tüm bunları yaparken çalışanlarını gözet. Onlara insanca yaşayabilecekleri bir ücret ver. Hatta belli bir oranda kardan prim ver. Onlara iyi davran. Köle gibi kullanma.”

“Başka?”

“Hayır ve hasenatı ihmal etme, garip ve gurabayı koruyup kolla.”

“Başka?”

“Çeşidin ve fiyatların bol olsun. Her kesime hitap et. Giren eli boş gitmesin.”

“Başka?”

“Cironu artırmak için elindeki ürünlerden indirimli kampanya yapabilirsin ama şunu yapma. Satamadığın ürünün fiyatına önce bindirip sonra onun üzerini karalayıp ardından indirim diye yeni fiyat yazma. Zira bu müşteriyi avlamanın bir yoludur, psikolojik yönden müşteriyi kandırmaktır. Bunu bugün çoğu esnaf ve marketler yapıyor maalesef. Üstelik bu fiyat üzerinde oynamalar da birkaç gün içerisinde oluyor.”

“Başka?”

“Bir de küsurat hesabı yapma. Ürünlere sonu 90, 95 ve 99 ile biten rakam yazma. Zira bu işin de cılkı çıkarıldı iyice. Bu, müşteriyi kandırmanın farklı bir versiyonudur. Yazdığın küsurat müşteriye üzerini vereceğin şekilde olsun. Sorarım sana bugün 5 kuruşu, bir kuruşu hangi esnaf para üstü olarak verebiliyor?”

“Başka?”

“Yeter artık. Git ticaretine başla. Sana helalinden, bol kazançlar.”