10 Ocak 2023 Salı

Araba ve Ben (4)

Üç dört yıllık eski model eski kasa Şahin'i ev alacağımda satınca, ev borcunu ödeyinceye kadar yine arabasız kaldım. Nihayet 2011 yılında yine birilerinin aracılığıyla 2000 model Nissan Primera alabildim.

Şahin'den başka araba sürmeyen biri olarak aldığım Nissan'ı eve getireceğim. Aradan bir altı yıl geçince araba sürmeye yabancılaşmışım. Vitesleri nasıl atılır diye birine sordum. Sağ olsun gösteriverdi. Çarşı trafiğine girmeden kenar ve köşeden yavaş yavaş evin yolunu buldum.

Binmeyi ve sürmeyi sevmediğim, binmek için merak etmediğim bu araba macerası yazısı sıkmaya başladı. 11 yılını bende dolduran eski ama yeni arabamla ilgili birkaç anekdota yer vererek bitmeyen bu araba yazısını tadında bırakayım istiyorum. 

Yazın pikniğe gideceğiz. Kayınpeder ve kayınvalide benim arabaya bindi. Dönüşte kayınvalideyi indireceğim. Kayınvalidenin oturduğu koltuk içeriden açılmadı. Ne kadar uğraştıysam da açılmadı. Arabaya değil, kayınvalideye kızıyorum. Bir bindi, kapıyı bozdu. Hele bir de ben bir şey yapmadım demesi yok mu diyorum. 

Aylarca böyle bindim arabaya. Arkaya binen birileri olmuş ve yolda ineceklerse, soldan inemeyeceklerine göre yolda duran birinin yanına duruyor, ön sağ kapının camını indirerek arkadaş, şu arka kapıyı açabilir misin diye önceleri yardım istedim. Sonraları camı indirerek kapıyı dışarıdan açmasını söyledim inecek olandan. 

Baktım böyle olmayacak. Bir kaportacıya gittim. Kapının böyle böyle bir derdi var dedim. Arka sağ kapıyı dışarıdan açmasıyla kapaması bir oldu ustanın. Tamam, gidebilirsin dedi. Şaka yapma. Bir şey yapmadın ki dedim. Dene dedi. Arabanın içine geçerek içeriden açtım. Hayret bir şey. Açıldı kapı. İnip adama, ne yaptın, okuyup üfledin mi dedim. Meslek sırrı dedi. Para teklif ettim. Borcun yok dedi. (Bayılıyorum ustaların böyle demesine) Bari şunun derdi neymiş bir söyle dedim. Çocuk kilidi kapalıymış dedi. Bu arabada çocuk kilidi mi varmış dedim. Olmaz mı dedi. Sanırım kapı açılmıyor diye gelen ilk müşteri benim dedim. Tek tük de olsa arada bir senin gibi çıkar böyle dedi. Ayrılırken bunu kimseye söyleme. Aramızda sır kalsın dedim. Tamam dedi, gülüştük. Bu duruma mahcup mu olmalıydım yoksa toplumda bu duruma düşen  ender kişilerden biri olduğum için gurur mu duymalıydım, bilemedim.

Arabayı benden fazla oğlanlar sürdü. Biri bıraktı, diğeri aldı. Bir gün oğlan, akşamları ön ekran karanlık. Kaçta gittiğimi göremiyorum dedi. Yanmayan farları kaportaya vurarak çalıştırdığım gibi arabanın ön kaputuna vurdum. Ekran görünür oldu. Bu iş babanın işi evlat dedim. Ama benim ustalık bir gün sürdü. Çünkü ertesi günü oğlan yine yanmıyor dedi. Yine vurdum. Çünkü elimdeki tek malzeme bu idi. Bu sefer ne kadar vurduysam yanmadı. 

Bu işin oto elektrikçi işi olduğunu öğrendim. Sürdüm ustaya. Usta beni şoför mahallinde indirmeden direksiyonun sol tarafında bir yere dokunarak ekranı yaktı. Tamam dedi. Neredenmiş dedim. Ekran düğmesi var şurada. O kapanmış, açıverdim dedi. Benim için büyük, ustası için çocuk oyuncağı olan bu dertten böylece kurtuldum. Şimdi ekranın nereden açılıp kapandığını bile biliyorum. Artık kaporta kendisine vurmamdan kurtuldu. Böyle tamirlere can kurban. Ustalar para da almıyor, seni oyalamıyor da. Böyle durumlarda tek yapacağınız sanayide bir ustaya uğramak. O kadar da olsun. Arabanın özelliklerini öğrenmemek için inat edersen, sanayiye gitmekten de gocunmayacaksın. 

*

İki anekdotla sayfayı yine doldurmuşum. “Buldum buldum” başlığıyla ayrı bir yazı konusu edindiğim için burada ayrıntısına girmeden kısaca üçüncü bir anekdota daha yer vereceğim.

Arabamın dikiz aynalarını otomatik ayarlayan bir düzenek olduğunu bir 11 yıl elle ayna düzelttikten sonra arabamda böyle bir özellik olduğunu öğrenmiş oldum. Araba bende durdukça daha ne özelliklerini öğreneceğimi şu anda bilmiyorum. Aslında bunları ben öğrenirim öğrenmeye de bu konuda tek eksiğim merakımın olmaması.

İşin özü, arabam olsa da olmasa da araba ve ben gördüğünüz gibi birbirimize çok yabancıyız.

9 Ocak 2023 Pazartesi

"Elinizin Körü"

Kıbrıs Savaşında durumun ne olduğunu saat başı verilen radyo haberinden rahmetli dedem dinlemek isterdi. Bazı saatler öyle olur ki haberler Galatasaray ve Fenerbahçe arasında oynamakta olan maçın skorunu verirdi. GS: 0, FB: O şeklinde.

Bir böyle, iki böyle sonunda dedem, 0-0 elinizin körü dedi çekip gitmişti. Öyle ya. Ülke savaş halinde. Radyo savaştan haberler vereceğine maç anlatıyor ve skor veriyordu. Kızmayıp da ne yapsın.

Pandemi çıkmadan ve çıktıktan sonra her TV programında saatlerce salgın ve salgından korunma yolları anlatılmaya başlayınca başta haberler ve TV programları olmak üzere kabak tadı verircesine hep salgından bahsederek uzmanlar bir güzel korku pompalamışlardı. Sayelerinde haber izlemeyi bıraktım.

Bir altı ay sonra o değilden televizyonu açıp yine salgın tartışmasını görünce kaybettiğim ve kaybedeceğim bir şey yok deyip televizyonu yine kapatmıştım.

Salgın bitince TV'lerdeki salgın salgını da bitmiş, rahat bir nefes almıştım.

Ama sevincim fazla sürmedi. Şimdi de milletin tek derdi seçimmiş gibi her akşam seçim konuşması gırla gidiyor. Karşılıklı tartışmacılar kendi arasında gelin güvey oluyor. Ne bitmez seçim tartışmasıymış böyle dedim ve rahmetli dedemin elinizin körü sözünü hatırlayarak televizyonun kapat düğmesine bastım. Oh be dünya varmış.

Hayrınıza seçim yapılır ve televizyonlarda seçim tartışması biterse, haber verin de dünyada ve Türkiye'de ne olup bittiğinden haberdar olayım.

Araba ve Ben (3)

Yaz dönemi memleketim Konya'dayım. Temmuzun son haftası lise sınıf pikniği için Ahmet Bey'in tahsis ettiği otobüsle sınıfça pikniğe gidiyoruz. Muhabbet gırla gidiyor, eski anılar tazeleniyor.

Piknik yerine doğru yol alırken Salim isimli arkadaş, “Ramazan Abi, nerede bir Şahin'i olan varsa p.ç” dedi. Düzgün sürenler de vardır. İstisnası yok mu dedim. Yok abi dedi. Salim, benim de şahinim var. Şunun istisnası yok mu dedim. Olabilir abi, bunun istisnası yok dedi. Şahin'im olduğu için yok yere bir de p.ç olmuştum. 

Piknik yerinde diğer arkadaşlarla bu konuyu şakaya getirip onları güldürerek hakareti hazmetmeye çalışıyorum. Bu arada hazmı zor mu zor. Zira ne yenir ne de içilir. Bizi az kenarda dinlemiş araba sarrafı arkadaşımız. Bir de demez mi, “Ramazan abi alınıyorum. Böyle devam edeceksen, ben geri dönüp gideceğim” diye. Mübarek, alınacak ve geri dönecek biri varsa o da benim. Sen niye dönüp gideceksin. Kendince istisnasını bile kabul etmeden tüm Şahincilere hakaret ettin. Git işine dedim. Konu kapandı.

Adana'dan Konya'ya geliyorum. Yine bir yaz dönemi. Arabama şoför aramıyorum artık. Kendi tırnağımla başımı kaşıyorum. Ne de olsa kaç yıldır sürüyorum. Bakmayın siz iki arabanın arasına park edemediğime.

Arabayı sürüyorum sürmeye ama hızlanınca direksiyon titriyor. Kaç yıldır böyle.

Ulukışla'dan Konya'ya doğru geliyoruz ailecek. Arkada dört çocuk, önde hanım. Yolun sağında elinde valizle yürüyen bir genç var. Belli ki öğrenci. Hanıma, arkaya geç, sıkışın. Şu genci alalım dedim. Gencin yanında durdum. Bin delikanlı. Yalnız valizi kucağına alacaksın. Bagajda boş yer yok dedim.

Genci aldık. Ereğli'ye gidecekmiş. Ereğli kavşağında onu bıraktıktan sonra yola devam ettik. 90-100 kaçla gidiyorsam artık. Tam Merdivenli'ye gelmiştim ki bir pat sesi ve arabada bir sendeleme. Yavaşlayarak sağa çekip durdum. İnip baktığımda arka sol tekerin jantından başka lastikten eser yoktu. Dedim, Allah bizi korudu. O genci aldığımda nereye binecek, sıkışacağız demiştiniz. O gencin duasını aldık. Hepimize geçmiş olsun dedim.

Çoluk çocuk kenarda soluklanırken ilk lastik değiştirmeyi yağmurlu bir havada Adana Balcalı Hastanesinin bahçesinde değiştirerek acemiliği atmıştım. Bagajda yedek lastiği çıkararak değiştirdim. Bizi gören bir teyzenin elinde su ile birlikte yanımıza gelip geçmiş olsun demesini unutamam.

Lastiği değiştirerek yola revan olduk. Yolda bu lastikleri yenilemem lazım. Arabayı ilk aldığımda tamir ustası, lastiklerin paflaşmış, yeni göründüğüne bakma. Değiştir demişti. Adam haklı çıktı. Lastikçiler değiştirmene gerek yok deyince kaç yıl eski lastiklerle yollardaydım.

Konya'ya varır varmaz ilk işim arabayı lastikçinin önüne çekmek oldu. Bana dört lastik ver dedim. Lastikleri yenileyince direksiyonun titremesi de geçti. Arabayı sürmek daha da kolaylaştı. Beni yormadı artık. Arabanın lastiklerinin önemli olduğunu bu vesileyle öğrenmiş oldum.

Lastikleri yenilenmiştim ama o sene tayinim Konya'ya çıktığı ve Konya'dan bir ev aldığımdan arabayı satmam gerekti. Yeni lastikle doğru dürüst sürmeden ve hevesimi almadan arabayı araba pazarına götürerek satmaya karar verdim. Oto galeriye varır varmaz müşteri de geldi. Arabaya baktılar. Kaç istiyorsun dediler. 4 bin lira dedim. Yıl 2005 idi. İndirim yap alacağız dediler. Dediğim parada direndim. Pazarlıksız olmaz dediler. O zaman 4.250 lira istiyorum. 4 bine vereyim dedim. Tamam deyip el sıkıştık. Ertesi gün noterin önünde buluşarak ilk göz ağrım arabayı sattım.

Arabayı 2 milyona almıştım. Altı sıfır atılmamıştı o zaman. 6660 Mark'a tekabül ediyordu. 2005 yılında iki katı olan 4 bine sattım ama 2001 krizi paramızı pul ettiği için 3 bin Mark bile değildi 4 bin lira. Bol enflasyonlu hayat böyle bir şeydi. Devalüasyon yoluyla cebimizden paramızı bu şekil alıyordu birileri.

Kaldım mı şimdi arabasız. Ama değerdi arabasız kalmaya. 30 bin liraya aldığım evin parasına kendimden kattığım 7 bin liranın 4 bini arabadan gelmişti. Geri kalan 23 bin lirayı arkadaşlardan borç alarak kira öder gibi onlara ödemiştim. Sağ olsunlar. O devirde ve bu devirde özellikle enflasyonlu hayatta kim kime o kadar borç verirdi. Ama verdiler. Minnettarım kendilerine. 

Bu vesileyle Şahin'e sahip olmamdan dolayı "Her Şahin'i olan p.ç" hakaretinden de kurtulmuş oldum. O arkadaşı görsem, desem ki Şahin'i sattım. O Şahin'in parasını da katarak eski de olsa bir ev aldım. Şimdi ben o yüz karası durumdan kurtuldum mu desem, ne der acaba? Ama sormam. Sorar mıyım? Bu kafada olan birinin "Şahin parasıyla aldığın o evde oturman caiz değil" demesinden korkarım çünkü. Garibimin dili yanmış demek ki Şahincilerden.