Üç dört yıllık eski
model eski kasa Şahin'i ev alacağımda satınca, ev borcunu ödeyinceye kadar yine
arabasız kaldım. Nihayet 2011 yılında yine birilerinin aracılığıyla 2000 model
Nissan Primera alabildim.
Şahin'den başka
araba sürmeyen biri olarak aldığım Nissan'ı eve getireceğim. Aradan bir altı
yıl geçince araba sürmeye yabancılaşmışım. Vitesleri nasıl atılır diye birine
sordum. Sağ olsun gösteriverdi. Çarşı trafiğine girmeden kenar ve köşeden yavaş
yavaş evin yolunu buldum.
Binmeyi ve sürmeyi
sevmediğim, binmek için merak etmediğim bu araba macerası yazısı sıkmaya
başladı. 11 yılını bende dolduran eski ama yeni arabamla ilgili birkaç anekdota
yer vererek bitmeyen bu araba yazısını tadında bırakayım istiyorum.
Yazın pikniğe
gideceğiz. Kayınpeder ve kayınvalide benim arabaya bindi. Dönüşte kayınvalideyi
indireceğim. Kayınvalidenin oturduğu koltuk içeriden açılmadı. Ne kadar
uğraştıysam da açılmadı. Arabaya değil, kayınvalideye kızıyorum. Bir bindi,
kapıyı bozdu. Hele bir de ben bir şey yapmadım demesi yok mu diyorum.
Aylarca böyle bindim
arabaya. Arkaya binen birileri olmuş ve yolda ineceklerse, soldan
inemeyeceklerine göre yolda duran birinin yanına duruyor, ön sağ kapının camını
indirerek arkadaş, şu arka kapıyı açabilir misin diye önceleri yardım istedim.
Sonraları camı indirerek kapıyı dışarıdan açmasını söyledim inecek
olandan.
Baktım böyle
olmayacak. Bir kaportacıya gittim. Kapının böyle böyle bir derdi var dedim.
Arka sağ kapıyı dışarıdan açmasıyla kapaması bir oldu ustanın. Tamam,
gidebilirsin dedi. Şaka yapma. Bir şey yapmadın ki dedim. Dene dedi. Arabanın
içine geçerek içeriden açtım. Hayret bir şey. Açıldı kapı. İnip adama, ne
yaptın, okuyup üfledin mi dedim. Meslek sırrı dedi. Para teklif ettim. Borcun
yok dedi. (Bayılıyorum ustaların böyle demesine) Bari şunun derdi neymiş bir
söyle dedim. Çocuk kilidi kapalıymış dedi. Bu arabada çocuk kilidi mi varmış
dedim. Olmaz mı dedi. Sanırım kapı açılmıyor diye gelen ilk müşteri benim
dedim. Tek tük de olsa arada bir senin gibi çıkar böyle dedi. Ayrılırken bunu
kimseye söyleme. Aramızda sır kalsın dedim. Tamam dedi, gülüştük. Bu duruma
mahcup mu olmalıydım yoksa toplumda bu duruma düşen ender kişilerden biri
olduğum için gurur mu duymalıydım, bilemedim.
*
Arabayı benden fazla
oğlanlar sürdü. Biri bıraktı, diğeri aldı. Bir gün oğlan, akşamları ön ekran karanlık.
Kaçta gittiğimi göremiyorum dedi. Yanmayan farları kaportaya vurarak
çalıştırdığım gibi arabanın ön kaputuna vurdum. Ekran görünür oldu. Bu iş
babanın işi evlat dedim. Ama benim ustalık bir gün sürdü. Çünkü ertesi günü
oğlan yine yanmıyor dedi. Yine vurdum. Çünkü elimdeki tek malzeme bu idi. Bu
sefer ne kadar vurduysam yanmadı.
Bu işin oto
elektrikçi işi olduğunu öğrendim. Sürdüm ustaya. Usta beni şoför mahallinde
indirmeden direksiyonun sol tarafında bir yere dokunarak ekranı yaktı. Tamam
dedi. Neredenmiş dedim. Ekran düğmesi var şurada. O kapanmış, açıverdim dedi.
Benim için büyük, ustası için çocuk oyuncağı olan bu dertten böylece kurtuldum.
Şimdi ekranın nereden açılıp kapandığını bile biliyorum. Artık kaporta
kendisine vurmamdan kurtuldu. Böyle tamirlere can kurban. Ustalar para da
almıyor, seni oyalamıyor da. Böyle durumlarda tek yapacağınız sanayide bir
ustaya uğramak. O kadar da olsun. Arabanın özelliklerini öğrenmemek için inat
edersen, sanayiye gitmekten de gocunmayacaksın.
*
İki anekdotla sayfayı
yine doldurmuşum. “Buldum buldum” başlığıyla ayrı bir yazı konusu edindiğim için
burada ayrıntısına girmeden kısaca üçüncü bir anekdota daha yer vereceğim.
Arabamın dikiz aynalarını
otomatik ayarlayan bir düzenek olduğunu bir 11 yıl elle ayna düzelttikten sonra
arabamda böyle bir özellik olduğunu öğrenmiş oldum. Araba bende durdukça daha ne
özelliklerini öğreneceğimi şu anda bilmiyorum. Aslında bunları ben öğrenirim öğrenmeye
de bu konuda tek eksiğim merakımın olmaması.
İşin özü, arabam olsa da olmasa da araba ve ben gördüğünüz gibi birbirimize çok yabancıyız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder