5 Ocak 2023 Perşembe

Kayıp Kuşak

Öyle bir devirde yaşıyoruz ki birkaç neslin görebileceği bir hayatı bir kuşak yaşıyor. 

Her kuşağın yaşadığı dönemle ilgili sınavları farklı farklı olsa da 2000'den sonra doğanların imtihanı daha bir farklı. Bu nesle "Z kuşağı", milenyum nesli deniyor. İnsanlar nasıl ki hangi anne ve babadan doğmayı seçemiyorsa, hangi kuşakta da yaşayacağını seçemiyor. Herkes doğduğu dönemin sınavına tabi. Amma zor amma kolay.

Bana hangi kuşakta yaşamak istersin dense; şu mu, bu mu diye tereddüt ederim ama kesinlikle yaşamak istemediğim nesil, "Z" neslinin yaşadığı dönemi yaşamak istemeyeceğim kesin. Çünkü imtihanları zor. Ben bu nesle kayıp kuşak diyorum. Gizemli kuşak da denebilir. Kayıp veya gizemli hangi ismi verirsek verelim, bu nesli çok iyi tanıyabildiğimizi söyleyemem. Hoş, bu nesil de bizi böyle bilin diye bir çaba içine girdiğini sanmıyorum. Bildiğim bir şey var ki bu nesil önceki nesillere benzemiyor. Geleceğimizin teminatı, ülkeyi emanet edeceğimiz ve yapılacak genel seçimin kilit kitlesi bu nesil kimdir? İzninizle bu soruya cevap arayacağım. Bu nesil;

Renk vermiyor, 

Fazla konuşmuyor, 

Büyüklerin içine pek girmiyor,

Genelde kafelere takılır, 

Her şeye ilgisizmiş gibi davranıyor, 

Gündelik tartışmalara bigane, 

Yüzleri pek gülmüyor, 

Giyim ve kuşama pek önem vermiyor, 

Dine ve değerlere mesafeli, 

Siyasete uzak, 

Haber izlemez. Gündemi youtube'dan takip eder. 

Ellerinde telefon, kulaklarında kulaklık, sırtlarında sırt çantası ile görünürler, dünyaları o küçücük telefondur. 

Toplum meselelerine duyarsız gibi bir görünüm veriyorlar,

Yüzleri endişeli,

Hayata küskünler, 

Umutsuz ve çözümsüz vaka görüntüsündeler,

Geleceğe ve hayata dair umutları yok izlenimi veriyorlar,

Aile ziyaretlerinden uzaklar.

Yedikleri yiyecek ve yemekleri bile farklı... 

Gençlerle ilgili çok şey yazılabilir. Her ne kadar hiçbir şeye ilgi gösteriyormuş gibi bir görüntü verseler de bu gençler aslında çok duyarlı. Renk vermediklerine bakmayın. Her birinin fikri ve zikri var. Belki de bu verdikleri görüntüyle keşfedilmeyi ve dokunulmayı bekliyorlar. Bu gençleri anlayabildiğimizi sanmıyorum. Ortak özellikleri olsa da hepsi tekdüze değil. Önümüzdeki seçimin sonucunu etkileyecek bu nesli yanlarına çekmek için siyasi partiler ne kadar çaba sarf etseler de bugüne kadar hiçbir siyasi parti onları okuyamamış, onlara yönelik bir proje geliştirememiştir. Hasılı mutsuz, gizemli ve kayıp bir kuşakla karşı karşıyayız. 

Tahkir ve Tezyif

Tahkir; "Aşağılatma, onur kırma, onuruna dokunma.", 

Tezyif ise "Bir şeyi değersiz, adi, bayağı, aşağılık göstermeye çalışma, küçültmek isteme."; "Alay etme, eğlenme." anlamlarına gelen Arapça iki kelimedir.  

Şimdilerde pek kullanılmasa da harbiyenin kudretli olduğu, siyaseti etkileyip kıskaca aldığı, irticayla mücadele ettiği yıllarda bu iki kelime çok kullanılmıştır. Halk anlamlarını bilmese de bu iki kelimeye aşinaydı. Kim asker hakkında bir iddiayı dile getirse, bir tespitte bulunsa, bir öneri getirse o kimse hakkında "askeri basın yoluyla alenen tahkir ve tezyif" etme suçlamasıyla savcılar harekete geçerek dava açılır, o kişi yargılanır ve ceza alırdı. Gazeteci ise asker tarafından kara listeye alınır, istenmeyen kişi ilan edilir, o kişinin bazı yerlere girişi yasaklanırdı. O yüzden asker ismini ağzına almak her babayiğidin harcı değildi.

O dönemde asker siyasi söylemde bulunur, ülkenin başbakanına "şerefsiz" bile derdi. Bu hakareti yapan asker hakkında başbakana hakaret etti iddiasıyla dava açılmadığı gibi ilgili kişi bir başka ile terfi bile edilmişti. 

Şimdilerde asker ne basın açıklaması yapıyor ne cevap veriyor ne siyasete dair bir söz söylüyor ne her hareketi laikliğe aykırı görüyor ne de irticayı iç tehdit görerek mücadele ediyor. Eskiden başına buyruk olan, kendilerini bu ülkenin tek sahibi ve kurucu unsuru gören, Cumhuriyet'i koruma ve kollama anlamında bir eyleme girişen bu zümre şimdilerde böyle bir şeylere imza atmıyor. Haklarında bir iddia varsa Milli Savunma Bakan'ı açıklama yapıyor. Kısaca sivil iradenin emrinde, dış tehdide yoğunlaşmış durumda ve görevini yapıyor. Yani olması gereken yerde. Olur olmaz tahkir ve tezyif iddiasıyla kimseye dava açılmıyor. Mevcut asker her şeyden nem kapmıyor, niyet okumuyor, kimseye had bildirmiyor ve kendine vazife çıkarmıyor. Askerin bugün kendi görev alanına çekilmesi, Türkiye'nin normalleşmesinde önemli bir adım olmuştur.

Harbiye dün vazifesi dışına çıkmış olsa da dün olduğu gibi bugün de bu milletin göz bebeğidir. Halkımız nazarında orası Mehmetçik olarak görülür. 

Harbiyenin geçmiş ve evrildiği günümüzü kısaca özetlemeye çalıştım. Yazımın bundan sonraki kısmını da mülkiyeye ayırmak istiyorum. Çünkü mülkiye de harbiye kadar bu ülkede etkili ve önemli bir görevi ifa etmektedir. Çünkü il ve ilçelerde devletin tek üst düzey yetkilisidir ve devleti temsil etmektedir. Bu temsil görevini büyük bir çoğunluk hakkıyla yerine getirmektedir. Ki böyle de olması lazım. Çünkü devletin itibarı söz konusudur. Yalnız her camia ve meslek grubunda olduğu gibi mülkiyede de temsil görevini yerine getiremeyen, getirmeye çalışırken etrafını kırıp döken, söz ve eylemlerinden dolayı basının diline düşen mülkiyeliler de vardır. Böyle durumlarda devlet yeni bir kararnameyle görevlilerin yerini değiştiriyor, özellikle yıprananları da merkeze çekmektedir. Böyle de olması lazım. Çünkü üst düzey bir bürokratın yıpranması demek devletin yıpranması anlamına gelir. Yani devlet aksaklıkları gidererek kendini yeniliyor. 

Burada mülkiyelilerde de harbiyelilerde olduğu gibi müthiş bir dayanışma olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Buna mesleki veya mülkiyeli dayanışması diyebiliriz. Bunda da bir sakınca yok. Bir meslektaşlarının başına bir durum geldiğinde ona destek olmalarından ve etrafında kenetlenmelerinden doğal bir şey olamaz. Fakat içlerinde öyleleri var ki ego ve kaprisleri tavan yapmış. Görev yaptığı yerde her şeyi kırıp dökmüş. Devletin bir mahaldeki itibarını sıfırlamış. Bu durumda o meslektaşlarını uyarıp kendine çekidüzen ver diyecekleri yerde, bir meslek dayanışması örneği gösterip yanında kenetleniveriyorlar. İster tanısınlar ister tanımasınlar. Ne eleştiriye geliyorlar ne tenkide. Gariplik burada. Tıpkı bir zamanların askeri gibi isimlerini ağzına alıvermeyi bile hakaret sayıyorlar. Gariplik burada. Kusura bakmasınlar ama bir yerde devletin tek temsilcisiyim, istediğimi yaparım türünden hareketlere imza atanların arkasında durmak, bu meslek grubuna ve devlete halel getirir. Görevi ne olursa olsun, kimsenin buna hakkı yoktur. 

4 Ocak 2023 Çarşamba

Uzaklaştıran Eylemlerimiz

Bir lisede görev yaparken öğrenciler derste sordular: Başarılı olmamız için ne önerirsiniz? Onlara, başarmanın yolu çok çalışmak değil, bilinçli çalışmak; ne zaman, hangi dersin hangi konusuna olan eksikliğinizi bilerek çalışmak dedim. İlk defa farklı bir söz duyduk. Çalışın fiilinin başına bilinçli eklediniz. Bugüne kadar herkes "çalış" dedi. Bu fiile duyduğumuz nefreti bilemezsiniz dediler. Çalışmıyorsun şeklinde ifade de suçlayıcı olduğu için öğrenciler nezdinde pek hoş görülmez.

Buradan namaz konusuna geleceğim. Önemine dair ne kadar üzerinde konuşulsa da bu konuda ödüllü kampanya ve projeler gerçekleştirilse de namaz kılan ve camiye giden öğrenci ve insanımızın sayısı giderek azalıyor. Her namaz kılmayanın kendine özgü ileri sürdüğü mazeretleri olsa da burada kendimce bazı tespitlerde bulunmak istiyorum:

Başta namaz kılanlar arasında bazı kişilerin dinin önemli bir şiarı olan ahlakı yönden iyi örnek olmaması, 

Ailelerin namaz kılması için çocuklarına manevi baskı uygulaması. Namazını kıldın mı, kalk kıl şeklinde emir verici ifadeler. Gerekirse azarlayıp dövmeler. Derslerinden birinde düşük not aldığı zaman namaz kılmazsan böyle olur gibi sözler. 

Şimdilerde kaldı mı bilmiyorum ama eskiden Kur'an kurslarında ve imam hatip okullarında yatılı kalan öğrencilerin namaza gidip gitmediğiyle ilgili yoklama yapılması, namaza gelmeyenlerin yönetim tarafından hesaba çekilmesi, azarlanıp gerekirse dövülmesi, yine yurtlarda namaza geciken öğrencilere bazı belletmenler tarafından dayak atılması, 

Başkasının emri ve korkusuyla namaz kılanların kıldıkları namazı Allah için mi yoksa büyüklerin korkusuyla mı kıldıklarına dair bir ikilemi yaşaması, 

Camide cemaatle namaz kılmanın dışında ortamdan bir şey almadığına dair zihinlerde oluşan olgu. 

Bazı cami görevlilerinin ve cemaatten bazılarının çocuklara camide baskı uygulaması, çocukların rahat hareket etmesini kısıtlaması, 

Büyük ödüller verilerek cami ve namaz teşvikinin büyükler tarafından "Ödül olmasaydı gelir miydin" şeklinde çocukları ayıplaması vs. 

Başörtüsü de öyle. Küçük yaşlarda taşıyıp taşıyamayacağını hesaba katmadan küçük yaşta başını örttüğümüz nice kızımız biraz büyüdüğünde başını açmanın yoluna gidiyor. 

Örnekleri çoğaltabilirim. Bu kadarı kafi.  Örneklerden hareketle şunu söyleyebilirim. Dinin özünde sevgi vardır. Sevgi olmadan mesafe kat edilemez. Başta ibadetler olmak üzere dinde sevgiyi hiç eksik etmemek lazım. Çocuğun belleğinde iz bırakan kötü uygulamalar çocuğun psikolojisini etkiliyor. Bu açıdan çocuk psikolojisini ihmal etmemek lazım.