Tahkir;
"Aşağılatma, onur kırma, onuruna dokunma.",
Tezyif ise "Bir
şeyi değersiz, adi, bayağı, aşağılık göstermeye çalışma, küçültmek
isteme."; "Alay etme, eğlenme." anlamlarına gelen Arapça iki kelimedir.
Şimdilerde pek
kullanılmasa da harbiyenin kudretli olduğu, siyaseti etkileyip kıskaca aldığı,
irticayla mücadele ettiği yıllarda bu iki kelime çok kullanılmıştır. Halk anlamlarını
bilmese de bu iki kelimeye aşinaydı. Kim asker hakkında bir iddiayı dile
getirse, bir tespitte bulunsa, bir öneri getirse o kimse hakkında "askeri
basın yoluyla alenen tahkir ve tezyif" etme suçlamasıyla savcılar harekete
geçerek dava açılır, o kişi yargılanır ve ceza alırdı. Gazeteci ise asker
tarafından kara listeye alınır, istenmeyen kişi ilan edilir, o kişinin bazı
yerlere girişi yasaklanırdı. O yüzden asker ismini ağzına almak her babayiğidin
harcı değildi.
O dönemde asker siyasi
söylemde bulunur, ülkenin başbakanına "şerefsiz" bile derdi. Bu
hakareti yapan asker hakkında başbakana hakaret etti iddiasıyla dava açılmadığı
gibi ilgili kişi bir başka ile terfi bile edilmişti.
Şimdilerde asker ne
basın açıklaması yapıyor ne cevap veriyor ne siyasete dair bir söz söylüyor ne
her hareketi laikliğe aykırı görüyor ne de irticayı iç tehdit görerek mücadele
ediyor. Eskiden başına buyruk olan, kendilerini bu ülkenin tek sahibi ve kurucu
unsuru gören, Cumhuriyet'i koruma ve kollama anlamında bir eyleme girişen bu zümre
şimdilerde böyle bir şeylere imza atmıyor. Haklarında bir iddia varsa Milli
Savunma Bakan'ı açıklama yapıyor. Kısaca sivil iradenin emrinde, dış tehdide
yoğunlaşmış durumda ve görevini yapıyor. Yani olması gereken yerde. Olur olmaz
tahkir ve tezyif iddiasıyla kimseye dava açılmıyor. Mevcut asker her şeyden nem
kapmıyor, niyet okumuyor, kimseye had bildirmiyor ve kendine vazife çıkarmıyor.
Askerin bugün kendi görev alanına çekilmesi, Türkiye'nin normalleşmesinde önemli
bir adım olmuştur.
Harbiye dün vazifesi
dışına çıkmış olsa da dün olduğu gibi bugün de bu milletin göz bebeğidir.
Halkımız nazarında orası Mehmetçik olarak görülür.
Harbiyenin geçmiş ve
evrildiği günümüzü kısaca özetlemeye çalıştım. Yazımın bundan sonraki kısmını
da mülkiyeye ayırmak istiyorum. Çünkü mülkiye de harbiye kadar bu ülkede etkili
ve önemli bir görevi ifa etmektedir. Çünkü il ve ilçelerde devletin tek üst
düzey yetkilisidir ve devleti temsil etmektedir. Bu temsil görevini büyük bir
çoğunluk hakkıyla yerine getirmektedir. Ki böyle de olması lazım. Çünkü
devletin itibarı söz konusudur. Yalnız her camia ve meslek grubunda olduğu gibi
mülkiyede de temsil görevini yerine getiremeyen, getirmeye çalışırken etrafını
kırıp döken, söz ve eylemlerinden dolayı basının diline düşen mülkiyeliler de
vardır. Böyle durumlarda devlet yeni bir kararnameyle görevlilerin yerini
değiştiriyor, özellikle yıprananları da merkeze çekmektedir. Böyle de olması
lazım. Çünkü üst düzey bir bürokratın yıpranması demek devletin yıpranması
anlamına gelir. Yani devlet aksaklıkları gidererek kendini yeniliyor.
Burada mülkiyelilerde de harbiyelilerde olduğu gibi müthiş bir dayanışma olduğuna dikkat çekmek istiyorum. Buna mesleki veya mülkiyeli dayanışması diyebiliriz. Bunda da bir sakınca yok. Bir meslektaşlarının başına bir durum geldiğinde ona destek olmalarından ve etrafında kenetlenmelerinden doğal bir şey olamaz. Fakat içlerinde öyleleri var ki ego ve kaprisleri tavan yapmış. Görev yaptığı yerde her şeyi kırıp dökmüş. Devletin bir mahaldeki itibarını sıfırlamış. Bu durumda o meslektaşlarını uyarıp kendine çekidüzen ver diyecekleri yerde, bir meslek dayanışması örneği gösterip yanında kenetleniveriyorlar. İster tanısınlar ister tanımasınlar. Ne eleştiriye geliyorlar ne tenkide. Gariplik burada. Tıpkı bir zamanların askeri gibi isimlerini ağzına alıvermeyi bile hakaret sayıyorlar. Gariplik burada. Kusura bakmasınlar ama bir yerde devletin tek temsilcisiyim, istediğimi yaparım türünden hareketlere imza atanların arkasında durmak, bu meslek grubuna ve devlete halel getirir. Görevi ne olursa olsun, kimsenin buna hakkı yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder