26 Aralık 2022 Pazartesi

Veda *

Yazmaya başlamak zordur. İlk başlarken acaba yapabilir miyim, haftanın dört günü konu bulmada zorlanabilir miyim? Yazdım diyelim. Okuyucu ne diyecek endişesi de taşımıştım.

Yazdıkça zor olmadığını gördüm. Konu bulmada zorlanmadığım gibi yazdığım konulardan hangisini göndereyim diye düşünmedim değil. Bazen güncel ve gündeme dair konulara yer verirken bazen gündem dışı konulara yer verdiğimi takip edenler bilir.

04.01.2021 tarihinden bugüne iki yıla yakın yazı yazmışım. Bu zaman zarfında bu yazımla birlikte toplam 403 yazı kaleme almışım.

Başlamak kadar veda da bir o kadar zordur. Şu an o durumu yaşıyorum. Çünkü bir şeyi yapa yapa o bizde alışkanlık hale geliyorsa, yazma da öyledir. Bir nevi bağımlılık. İçini döküyorsun, bir görüş bir duruş ortaya koyuyorsun.

Bu zaman zarfında, dert edindiğim her konuda aşağı yukarı yazdım. Yazarken farklı üsluplar kullandım. Kah baba oğul arasında bir diyalog şeklinde girdim konuya kah mizah yolunu kah hicvi seçtim kah konuya direk girdim kah tersinden.  Yazarken kırıcı olmamaya, hedef göstermemeye, isimler vermemeye azami gayret gösterdim. Çünkü amacım kişilerden ziyade yapılan hareketlerin yanlışlığını ortaya koymak ve nasıl olması gerektiğine dair yol göstermekti.

Yazılarım amacına ulaştı veya ulaşmadı. Bakış açıma katıldınız veya katılmadınız. Belki de kızdınız belki de sıkıldınız. Her bir kanaatinize eyvallah diyorum. Zira her konuda hepimiz aynı düşünsek, bir kişi dışında dünyayı boşuna kalabalık etmiş oluruz.

Sizi bilmem ama yazılarımdan şu kesim pek hoşlanmamıştır. Bu kesim:

Aşırı fanatik ve tarafgir olanlar. Hepsini kastetmesem de bunların çoğu kendi aklı ve özgür iradesiyle hareket etmeyen, hayata ve olaylara kendi penceresinden bakamayan tiplerdir. En büyük maharetleri saldırı ve savunmadır. Başka da maharetleri yok. Tarafgirlerin pek azı tarafgirliğine devam etse de doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebiliyor. Bu hakkı da teslim etmek isterim.

Her şeyden nem kapan tipler. Bunlar olur olmaz her şeyi paratoner gibi üzerlerine çekerler. Kendisinin kastedildiğini sanırlar. Bunlara yapılacak bir şey yok. Adı üzerinde alıngan. Bunların da canı sağ olsun.

Hasılı, bu aşamadan sonra yazacağım her şey kendimi tekrar olur. O yüzden işi tadında bırakayım, yazmayı bırakayım, biraz da ben başkasını okuyayım diyorum.

Bu vesileyle gazetenin bu sütununda yazmam için bana fırsat sunan gazete sahibi ve yönetimine, takipçilerime, yazılarıma zaman zaman yorum yazarak katkı sunan okuyucularıma, kısaca bana tahammül eden herkese teşekkürü bir borç bilirim. Umarım kubbede hoş bir seda bırakabilmişimdir. Değil ise adım Hıdır, elimden gelen budur.

Yazılarımda bilerek veya bilmeyerek sürçülisan etmişsem hakkınızı helal etmenizi isterim. Benim varsa helal olsun. Hoşça kalın.

* 28 Aralık 2022 günü Barbaros Ulu adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

25 Aralık 2022 Pazar

Öyle Bir Zaman Gelecek ki

Zaman zaman sosyal medya paylaşımlarında, Hz Muhammed'e atfedilen ve "Öyle bir zaman gelecek ki..." diye başlayan sözlere hep temkinli yaklaşmışımdır ve acaba demişimdir. Çünkü bu tür hadisler geleceğe ait bilgiler içermektedir. Bu hadislerin sonradan ortaya çıkan konulardan hareketle geriye dönük üretildiğini düşünüyorum. 

Hadis inkarcılığı değildir benimkisi. Az buçuk mürekkep yalamışlığımla bilirim ki Hz Muhammed gaybı bilemez. Sadece peygamberimiz değil, Allah'tan başka kimse bilemez. Çünkü gaybın anahtarı Allah'tadır. Bu şüphemi açığa kavuşturan da  şu ayet mealidir: "Size Allah'ın hazineleri benim yanındadır demiyorum. Fizik ve bilgi alanı ötesini, gayb alemini de bilmiyorum. Size bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahy olunana, Kuran'a tabi oluyorum" de (En'am süresi 50.ayet meali). Burada gaybi konuları yani gelecek bilgisini bilmediğini peygamberimizin diliyle Kur'an bize ifade etmektedir. Kısaca peygamberler gaybı bilemez. 

"Öyle bir zaman gelecek ki..." şeklinde başlayan ve geleceğe dair bilgiler veren hadislere dair eleştiri getirdiğinde, birileri "Allah bildirirse bilemez mi" şeklinde bir cevap veriyor. Buna amenna. Allah bildirdikten sonra niye bilemesin. Ama bu tür hadisleri Allah'ın peygamberine bildirdiğini nereden biliyoruz? Ya bildirmediyse, o zaman peygambere söz atfederek ona iftira atmış olmuyor muyuz? Allah bildirmediği halde peygamber toplumun gidişatından hareketle gelecekte şöyle şeylerin olmasından endişe ediyorum demesi, gelecek bilgisinden ziyade bir öngörüdür. Böyle demesinde bir sakınca yok. 

Bir an için En'am 50.ayeti yorumlayarak peygamberin gaybı bildiğini düşünelim. Peygamber vefat etmeden önce Hz Ebu Bekir zamanında sahte peygamberlerin çıkacağını, ridde olaylarının olacağını, bunlara dair önceden tedbir almalarını öğütlerdi. Hz. Osman'ın şehit edileceğini, aman ha dikkat edin derdi. Cemel ve Sıffın savaşları yapılmadan önlem almalarını isterdi. Bu verdiğim örneklere dair peygamberin dilinden rivayetlerin olduğunu biliyoruz. Ama bu rivayetlerin Cemel ve Sıffın savaşlarında, Hakem ve Kerbela olaylarında kimin haklı olduğuna dair tarafların, kendilerini haklı çıkarmak amacıyla sonradan üretildiğini söyleyebiliriz. Bu tür rivayetleri gören, bak bak, peygamber olacakları bilmiş diyor. Halbuki böyle olacağını peygamber bilseydi, olayın taraflarını çağırır, sakın ha diyerek hepsini uyarırdı. Çünkü bahsi geçen savaşlar bir daha bir araya gelemeyecek şekilde Müslümanların arasına fitne sokmuş ve Müslümanlar ayrışmıştır. Bugünkü ayrılık ve gayrılığın temeli bu olaylara dayanmaktadır.

Gördüğümüz gibi vefatının ardından kısa bir süre sonra meydana gelecek olayları dahi bilemeyen peygamberin, kıyametin alametlerine dair yazılıp çizilenlere, gelecekten haber veren bilgilere dair söz söylemesi her şeyden önce En’an 50.ayete terstir. Unutmayalım ki Hz Muhammed gelecekten haber vermek için gönderilmedi. Peygambere, dinimize daha doğrusu kendimize yapacağımız en büyük iyilik Hz Muhammedin bizim için örnek olan ahlakını yaşantımızda uygulamaktır. 

Ters Yolda Olduğumu Nihayet Öğrendim

Yarım asrı devireli epey oldu. Ömrüm boyunca kendim olmaya çalıştım. Gördüğümü, duyduğumu, okuduğumu, bana telkin edineli sorgulamayı prensip edindim. İçime sinmeyen ne varsa bunu dile getirmekten geri kalmadım. Tanıyorsam, gidip ilgiliyle konuştum. İki kişi arasında bir sorun olmuş ve küsmüşlerse vazife edinip aralarını bulmaya çalıştım. Makam ve yaşça benden büyük olanlarla pek teşriki mesaim olmadı. Aramı iyi tutayım diye bir çabam olmadı. Küçükle küçük büyükle büyük olmaya çalıştım. Karşımda konuşanın düşüncesine katılmadıysam, bunu da yüzüne karşı ifade ettim. Kişinin arkasından konuştuğumu fırsatını bulup yüzüne söyledim. Hakkında belirttiğim kanaat yanlış çıkmışsa özür dilemekten gocunmadım, helallik diledim.

Yedi yıldır da yazıp çiziyorum. Hemen hemen yazmadığım hiçbir konu kalmadı. İyi hareket ve söylemleri takdir ettiğimin yanında; kötü, eksik söz ve davranışları da eleştirmekten, doğrusunun ne olduğunu yazmaktan geri durmadım. Şunu yazarsam, bu ne der, fincancı katırlarını ürkütür, zırkıdı yer miyim demedim, kara listeye alınırım endişesi taşımadım. Ülkeye dair olumsuz ne varsa kalemimle ifade etmeye çalıştım. Yazılarımı özelde beğenenler paylaşımlara iz bırakmadı. Yanımda pek kimseyi göremedim. Hoşlarına giden bir yazım çıkmışsa, ha ya işte böyle yaz dendi.

Kutuplaşma ve tarafgirliğin zirvesini yaşadığımız bugünlerde, yazılarımın bir karşılığının olmayacağını bile bile yazmaya devam ettim. İster takdir görsün ister tekdir dedim. Benim için yazmak okumaktı, kişinin kendisiyle konuşmasıydı, kişinin içini dışa vurması ve içimi dökmesiydi. Çoğunluğun görüşünü açıklamaktan uzak durduğu tehlikeli alanlara girerek bu konuda görüşüm budur dedim.

Kimseyi, hiçbiri grup ve camiayı kırmadan, dökmeden, onurlarını zedelemeden eleştirel bakış açımı ve yapıcı yaklaşım tarzımı terk etmedim. Zira kişilerle işim yoktu. Benim için söz ve eylemlerdi alanıma giren. Bugün biri yapar, yarın başkası. Dikkat et, tehlikeli sularda yüzüyorsun diyenlere teşekkür ettim ama gereğini yapmadım. Dünyayı ve çevreyi düzeltme gibi bir derdim olmadı. Kendimi düzeltsem yeterdi benim için. Bir de bu konuda şöyle düşünüyorum, duruşum şudur diyerek tarihe şahitlik yapmak istedim. Önyargısız bakan gönüllere hitap ederek görüp duyduklarımı elim ve dilimle düzeltemesem de kalbimle buğzetmeye çalıştım. Yazılarım bir nevi buğz idi. Başka da elimden bir şey gelmedi.

Güce yaslanmadım. Güçten beslenmedim. Zayıf bir birey olarak güçlüye; savruldun, bizi hayal kırıklığına uğrattın demeye çalıştım. Bir serzenişti benimkisi. Tozlanmış kalp ve vicdanlara hitap etmekti.

Ben böyle iken çevremin, kelli felli insanların sessiz yürüyüşe devam ettiğini, bana dokunmayan bin yaşasın moduna girdiğini;  konuşmaktan, yazmaktan, paylaşmaktan, görüş bildirmekten kaçındığını, haline şükrettiğini, kazanımları kaybetmekten korktuğunu, gücün yanında saf tuttuğunu yani çok akıllıca hareket ettiğini gördüm.

Yalnızlara oynuyorum anlayacağınız. Ben mi yanlış yoldayım, çevrem mi diye düşüne düşüne yanlış yolda olduğumu, kalabalıkların değil, kendimin tıpkı Temel gibi ters yolda olduğumu nihayet öğrendim ama çok geç oldu. Şunu anladım ki çevrem, camiam, mahallem doğru yolda. Ben ise yanlış yoldayım. Şu aşamadan sonra hiç vakit kaybetmeden; yapacağım, beni affetmesi için Allah'tan af dilemek, kitabımda geri adım yok demeden, inadı bırakarak kalabalığın gittiği yerden gitmek olacaktır. Su akarken testimi doldurmaya çalışmak olacaktır. Yeter ki bu can bu tende dursun.