25 Aralık 2022 Pazar

Ters Yolda Olduğumu Nihayet Öğrendim

Yarım asrı devireli epey oldu. Ömrüm boyunca kendim olmaya çalıştım. Gördüğümü, duyduğumu, okuduğumu, bana telkin edineli sorgulamayı prensip edindim. İçime sinmeyen ne varsa bunu dile getirmekten geri kalmadım. Tanıyorsam, gidip ilgiliyle konuştum. İki kişi arasında bir sorun olmuş ve küsmüşlerse vazife edinip aralarını bulmaya çalıştım. Makam ve yaşça benden büyük olanlarla pek teşriki mesaim olmadı. Aramı iyi tutayım diye bir çabam olmadı. Küçükle küçük büyükle büyük olmaya çalıştım. Karşımda konuşanın düşüncesine katılmadıysam, bunu da yüzüne karşı ifade ettim. Kişinin arkasından konuştuğumu fırsatını bulup yüzüne söyledim. Hakkında belirttiğim kanaat yanlış çıkmışsa özür dilemekten gocunmadım, helallik diledim.

Yedi yıldır da yazıp çiziyorum. Hemen hemen yazmadığım hiçbir konu kalmadı. İyi hareket ve söylemleri takdir ettiğimin yanında; kötü, eksik söz ve davranışları da eleştirmekten, doğrusunun ne olduğunu yazmaktan geri durmadım. Şunu yazarsam, bu ne der, fincancı katırlarını ürkütür, zırkıdı yer miyim demedim, kara listeye alınırım endişesi taşımadım. Ülkeye dair olumsuz ne varsa kalemimle ifade etmeye çalıştım. Yazılarımı özelde beğenenler paylaşımlara iz bırakmadı. Yanımda pek kimseyi göremedim. Hoşlarına giden bir yazım çıkmışsa, ha ya işte böyle yaz dendi.

Kutuplaşma ve tarafgirliğin zirvesini yaşadığımız bugünlerde, yazılarımın bir karşılığının olmayacağını bile bile yazmaya devam ettim. İster takdir görsün ister tekdir dedim. Benim için yazmak okumaktı, kişinin kendisiyle konuşmasıydı, kişinin içini dışa vurması ve içimi dökmesiydi. Çoğunluğun görüşünü açıklamaktan uzak durduğu tehlikeli alanlara girerek bu konuda görüşüm budur dedim.

Kimseyi, hiçbiri grup ve camiayı kırmadan, dökmeden, onurlarını zedelemeden eleştirel bakış açımı ve yapıcı yaklaşım tarzımı terk etmedim. Zira kişilerle işim yoktu. Benim için söz ve eylemlerdi alanıma giren. Bugün biri yapar, yarın başkası. Dikkat et, tehlikeli sularda yüzüyorsun diyenlere teşekkür ettim ama gereğini yapmadım. Dünyayı ve çevreyi düzeltme gibi bir derdim olmadı. Kendimi düzeltsem yeterdi benim için. Bir de bu konuda şöyle düşünüyorum, duruşum şudur diyerek tarihe şahitlik yapmak istedim. Önyargısız bakan gönüllere hitap ederek görüp duyduklarımı elim ve dilimle düzeltemesem de kalbimle buğzetmeye çalıştım. Yazılarım bir nevi buğz idi. Başka da elimden bir şey gelmedi.

Güce yaslanmadım. Güçten beslenmedim. Zayıf bir birey olarak güçlüye; savruldun, bizi hayal kırıklığına uğrattın demeye çalıştım. Bir serzenişti benimkisi. Tozlanmış kalp ve vicdanlara hitap etmekti.

Ben böyle iken çevremin, kelli felli insanların sessiz yürüyüşe devam ettiğini, bana dokunmayan bin yaşasın moduna girdiğini;  konuşmaktan, yazmaktan, paylaşmaktan, görüş bildirmekten kaçındığını, haline şükrettiğini, kazanımları kaybetmekten korktuğunu, gücün yanında saf tuttuğunu yani çok akıllıca hareket ettiğini gördüm.

Yalnızlara oynuyorum anlayacağınız. Ben mi yanlış yoldayım, çevrem mi diye düşüne düşüne yanlış yolda olduğumu, kalabalıkların değil, kendimin tıpkı Temel gibi ters yolda olduğumu nihayet öğrendim ama çok geç oldu. Şunu anladım ki çevrem, camiam, mahallem doğru yolda. Ben ise yanlış yoldayım. Şu aşamadan sonra hiç vakit kaybetmeden; yapacağım, beni affetmesi için Allah'tan af dilemek, kitabımda geri adım yok demeden, inadı bırakarak kalabalığın gittiği yerden gitmek olacaktır. Su akarken testimi doldurmaya çalışmak olacaktır. Yeter ki bu can bu tende dursun. 

Batı Dünyası Çağı Okuyor

Bugün gelişmişliğiyle dikkat çeken, dünyaya yön vermeye çalışan, kurum ve kuruluşlarıyla oturmuş bir devlet görünümü veren Batı dünyasının, bugünkü geldiği noktanın temelinde, başta Afrika ve Ortadoğu olmak üzere geri kalmış ülkelerin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürmesinin yattığını biliyoruz. Bugünkü medeniyet, görkem ve kendi kendine yetmesinin perde gerisinde, zulmün olduğunu söylesek yanlış ifade etmemiş oluruz.

Burada zulümle ilgili atasözlerini gözümüzün önüne getirelim. En meşhuru "Zulümle abat olunmaz" atasözüdür. Atasözleri geçmiş tecrübeler sonucu ortaya çıkmış sözler olduğuna göre temeli zulüm olan bu Batı dünyası hala nasıl ayakta, niçin sözü dinleniyor, devletler nezdinde ağırlıkları nasıl devam edebilir? Sadece bu atasözünü ele alsak, Batının bugün yüzünün gülmemesi, huzur bulmaması ve yıkılması gerekir? Yıkılmadığı gibi üretmeye, ürettiğini başka ülkelere ihraç etmeye, bugünden yarına değil, yüzyıllık planlar yaptığı görülmektedir. 

O zaman zulümle ilgili sözleri nereye koyacağız? Evet zulümle abat olunmaz. Zira akıbetleri berbat olur. Buna inancımız tamdır. Kimsenin yaptığı yanına kar kalmaz.

Tüm geçmiş yaptıklarına rağmen Batının ayakta kalması ve hala söyleyecek sözünün olması, Batının;

*Ayakta kalmanın uzun soluklu hesabını yaptığı,

*Ar-Ge'ye büyük önem verdiği,

*Başka ülkelere olmasa da kendi ülkelerinde demokrasi, özgürlük ve adaleti sağladığı,

*Kurum, kuruluş ve devlet yönetiminde bir kültürün oluştuğu,

*Başka ülkelerden beyin göçü aldığı,

*Zamanın ruhuna uygun hareket ettiği,

*Çağı okuduğu,

*Gelir gider dengesini koruduğu,

*Geçmişine saplanıp kalmadan geleceğe baktığı, ömrünü geçmişiyle övünerek geçirmediği, 

*Devlet ve ülke yönetiminde oportünist davranmadığı,

*Çalışma ve üretimden ödün vermediği,

*Ülkelerinde sosyal adalet dengesini kurduğu,

*Kısır çekişmelerle vaktini harcamadığı, 

*Bu çağın gereklerini yerine getirdiği gibi yeni çağa uyum sağlamanın adımlarını attığını vs. söyleyebiliriz. Kısaca temeli zulüm olsa da ufacık bir ihmal ve tökezlemenin nelere mal olacağını iyi biliyor. Belki de bu yüzden hala söz sahibi Batı.

Batı böyle iken yani sömürge devletleri hala isimleriyle bu dünyada söz sahibi iken “Biz dünyaya hep adalet dağıttık” diyen İslam dünyasının çoğu devletinin, 100 yıldan fazla geçmişi yok. Yani adalet dağıtmışız ama devletlerimiz yıkılmış. Bu anlayışa göre biz değil, Batı yıkılmalı değil miydi? Ama gördüğümüz gibi onlar dimdik ayakta. Aklıma, kim ve ne olursa olsun, Allah’ın sebeplerini işleyerek, kendini sürekli yenileyerek çalışmaya devam edeceğini vereceği geliyor. Öyle ya, ben Müslümana vereceğim demiyor, “Herkes için ancak çalıştığının karşılığı var” diyor.

İslam Dünyası Çağı Okuyamıyor

Bugün dünyada geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerle, gelişmiş ülke ve devletlerin olduğu bir aşikardır. Başta Afrika olmak üzere İslam dünyası geri kalmış ülkeler liginde iken genelde Batı dediğimiz Hristiyan dünyası ise gelişmiş ülkeler ligindedir. 

Geri kalmışlık veya gelişmişlik bu ülkelerin kaderi olabilir mi? Böyle bir şeyi düşünmek bile kaderi anlamamak demektir. Zira bu durum kadere bağlanılacak bir durum değildir.

Buraya kadar yazdığımı okuyan birileri, "Gelişmiş ülkelerin geçmişi lekelidir, sömürgecidir, medeniyetlerinin temelinde kan ve gözyaşı vardır. Biz sömürmedik. Geçmişte sömürseydik, biz de gelişmiş olurduk. Batıya bu bakış bir özentiden ibarettir." şeklinde bir görüş ve gerekçe ileri sürebilir. 

Batının birçok geri kalmış devlet ve ülkeyi yıllar yılı işgal edip sömürdüğü tarihen bilinen bir gerçektir. Bu sömürü, İslam dünyasının geri kalmasında bir sebep olsa da tek sebep değildir. Üstelik sömürgecilik yılları da çok gerilerde kaldı. Bugün her ülke o ülkenin insanları eliyle yönetilmektedir. Hepsinin bayrağı vardır. Üstelik çoğunluğu Arap olan İslam ülkeleri maddi imkanlar yönünden çok iyi durumdalar. Çünkü hemen hemen hepsinin yeraltı petrol rezervleri var. Hemen hemen hepsi petrol zengini. Yani para gani.

Yazımın bundan sonraki kısmında İslam dünyasının niçin geri kaldığını, niçin geri kalmaya devam ettiğini maddeler halinde yazmak istiyorum.

İslam dünyası;

*Gelişmiş ülke olmak için çaba sarf etmiyor. Sebeplere sarılmıyor. Daha doğrusu böyle bir derdi yok. Varsa da Batının gelişmesi karşısında “Biz bunlara yetişemeyiz” deyip pes etmiş ve gözü korkmuştur. Bugünkü halini kaderi gibi görmekte. Ya parasına güvenmekte ya da borçla yaşamaya razı olmuştur. Bastıracak parayı, alıp kullanacak Batının teknolojisini. Yani Batının pazarı olmayı dünden kabullenmiştir.

*Ar-Ge’ye önem vermiyor. Bunu gereksiz görüyor. Uzun soluklu düşünmüyor, günübirlik yaşıyor.

*Demokrasi, özgürlük ve adalette sorunlu. Özgürlük ve imkanın olmadığı yerde gelişmekten söz edilemez. Güvenlikli politika ile liderler birilerine yaslanarak koltukta ne kadar kalabilirim hesabı yapıyor. Düşünen beyinlere imkan sunmuyor. Onları ülkesinde tutmuyor ya da tutamıyor. Fırsatını bulan beyin göçü olarak gelişmiş ülkelere kapağı atıyor. Başkasının maaşlı elemanı oluyor.

*Zamanın ruhuna uygun hareket etmiyor.

*Yaşadığı çağı okuyamıyor.

*Bu çağın sonrasında neler olacak, dünya ve insanlık nelere gebe, biz yeni çağa kendimizi nasıl adapte ederiz şeklinde bir öngörü söz konusu değil.

*Rahatına düşkünlükten ödün vermiyor.

*Pansuman tedbirlerle uzatmalara oynamakla meşgul.

*Geçmişle övünmekten ve her şeye mazeret üretmekten günümüze gelemiyor.

*Kısır çekişmelerle birbirlerini yemekle meşguller.

*Bizim şu yönümüz iyi ve biz şu yönümüzle dünyaya örnekliğimiz var, biz dünyaya şu katma değeri ürettik diyebilecekleri bir şeyleri yok. Ne teknolojide ne ahlaka ne medeniyet ne de kültürde...