Ana içeriğe atla

İslam Dünyası Çağı Okuyamıyor

Bugün dünyada geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerle, gelişmiş ülke ve devletlerin olduğu bir aşikardır. Başta Afrika olmak üzere İslam dünyası geri kalmış ülkeler liginde iken genelde Batı dediğimiz Hristiyan dünyası ise gelişmiş ülkeler ligindedir. 

Geri kalmışlık veya gelişmişlik bu ülkelerin kaderi olabilir mi? Böyle bir şeyi düşünmek bile kaderi anlamamak demektir. Zira bu durum kadere bağlanılacak bir durum değildir.

Buraya kadar yazdığımı okuyan birileri, "Gelişmiş ülkelerin geçmişi lekelidir, sömürgecidir, medeniyetlerinin temelinde kan ve gözyaşı vardır. Biz sömürmedik. Geçmişte sömürseydik, biz de gelişmiş olurduk. Batıya bu bakış bir özentiden ibarettir." şeklinde bir görüş ve gerekçe ileri sürebilir. 

Batının birçok geri kalmış devlet ve ülkeyi yıllar yılı işgal edip sömürdüğü tarihen bilinen bir gerçektir. Bu sömürü, İslam dünyasının geri kalmasında bir sebep olsa da tek sebep değildir. Üstelik sömürgecilik yılları da çok gerilerde kaldı. Bugün her ülke o ülkenin insanları eliyle yönetilmektedir. Hepsinin bayrağı vardır. Üstelik çoğunluğu Arap olan İslam ülkeleri maddi imkanlar yönünden çok iyi durumdalar. Çünkü hemen hemen hepsinin yeraltı petrol rezervleri var. Hemen hemen hepsi petrol zengini. Yani para gani.

Yazımın bundan sonraki kısmında İslam dünyasının niçin geri kaldığını, niçin geri kalmaya devam ettiğini maddeler halinde yazmak istiyorum.

İslam dünyası;

*Gelişmiş ülke olmak için çaba sarf etmiyor. Sebeplere sarılmıyor. Daha doğrusu böyle bir derdi yok. Varsa da Batının gelişmesi karşısında “Biz bunlara yetişemeyiz” deyip pes etmiş ve gözü korkmuştur. Bugünkü halini kaderi gibi görmekte. Ya parasına güvenmekte ya da borçla yaşamaya razı olmuştur. Bastıracak parayı, alıp kullanacak Batının teknolojisini. Yani Batının pazarı olmayı dünden kabullenmiştir.

*Ar-Ge’ye önem vermiyor. Bunu gereksiz görüyor. Uzun soluklu düşünmüyor, günübirlik yaşıyor.

*Demokrasi, özgürlük ve adalette sorunlu. Özgürlük ve imkanın olmadığı yerde gelişmekten söz edilemez. Güvenlikli politika ile liderler birilerine yaslanarak koltukta ne kadar kalabilirim hesabı yapıyor. Düşünen beyinlere imkan sunmuyor. Onları ülkesinde tutmuyor ya da tutamıyor. Fırsatını bulan beyin göçü olarak gelişmiş ülkelere kapağı atıyor. Başkasının maaşlı elemanı oluyor.

*Zamanın ruhuna uygun hareket etmiyor.

*Yaşadığı çağı okuyamıyor.

*Bu çağın sonrasında neler olacak, dünya ve insanlık nelere gebe, biz yeni çağa kendimizi nasıl adapte ederiz şeklinde bir öngörü söz konusu değil.

*Rahatına düşkünlükten ödün vermiyor.

*Pansuman tedbirlerle uzatmalara oynamakla meşgul.

*Geçmişle övünmekten ve her şeye mazeret üretmekten günümüze gelemiyor.

*Kısır çekişmelerle birbirlerini yemekle meşguller.

*Bizim şu yönümüz iyi ve biz şu yönümüzle dünyaya örnekliğimiz var, biz dünyaya şu katma değeri ürettik diyebilecekleri bir şeyleri yok. Ne teknolojide ne ahlaka ne medeniyet ne de kültürde...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde