19 Kasım 2022 Cumartesi

Sözün Namusluğu

Türk filmi izlemiş olmalısınız. Hele Cüneyt Arkın'ın Bizanslılara dair çevirdiği filmleri defalarca izlemişsinizdir. Filmlerde başrol oyuncusunu ele geçiremeyen kötü rolde oynayan kişiler başrol oyuncusunun anasını, babasını, karısını, bazen çocuğunu kaçırarak başrol oyuncusunu teslim olmaya, elindeki silahı bırakmaya aksi takdirde yakınını öldüreceklerini söylerler. Yakınlarım benim her şeyim, onlar için canımı veririm diyen başrol oyuncusu mecburen teslim olur veya elindeki silahı bırakır. İşte teslim oldum, haydi çocuğunu bırakın der ama dediğiyle kalır. Ne çocuğu bırakılır ne de kendisi. Başrol oyuncusuna yapılmadık işkence kalmaz. Film bu şekilde devam eder.

Filmde dikkat çekmek istediğim nokta, bir şey yapmayacağız sözünün havada kalması yani yerine getirilmemesi tek kelimeyle mertliğe sığmaz. Düşmanın ve düşmanlığın bile mertliği tasvip edilir. Allah sözünde duranlardan eylesin. Kimsenin düşmanı olmasın ama olacaksa da mert olanını nasip etsin.

Hiçbir şey yapmayacağım deyip de sözünde durmayan sahneler sadece filmlerdeki kötü rol sahibi aktörlere mi ait? Keşke bu tür sahneler sadece filmlerimizden ibaret olsa, daha ne isteriz? Adı üzerinde film der, geçer gideriz. Maalesef gerçek hayatta da benzeri sahneler cereyan ediyor.

Bir arkadaşım anlattı. Bir ilçede görev yapıyormuş. Kendi halinde yazar çizermiş aynı zamanda. Yazdığı yazılarda üslup olarak hiciv, mizah, taşlama, ironi, eleştirel vb. yolları kullanırmış. Hemen hemen her konuda yazarmış. Bugüne kadar yazmadığı konu hemen hemen kalmamış gibi. Amiri, yazdığı yazılardan birini üzerine almış. Memurunun yazdığını nereden biliyormuş diyeceksiniz. Sanırım güçlü bir istihbarat ağı varmış. Hazirun'un huzurunda bu yazarı da çağırır. Herkesin huzurunda yazıyı tek tek okur. Nasıl bir yazıysa, yazının her bir cümle ve kelimesi üzerine yorumlar yapmış. Yazıda kendini bulmuş demek ki. Öyle zannediyorum, yazı kendisine çok dokunmuş. Kimse de kendisine bu yazıda isim yok, yer yok. Niye üzerine alındın yoksa bunları yaptın mı dememiş. Nasıl desinler? Adı üzerinde amir.

Şimdi gelelim sadede. Amir, yazıyı okumadan önce basın özgürlüğü var. Hiçbir şey yapmayacağım demiş. Demiş ama sözünde durmamış. Yememiş, içmemiş. Çünkü sözünü yutmuş ve verdiği bu söz kendisini doyurmuş.  Üşenmeden yazarın tüm yazılarını geriye dönük okumuş. Okuduğu makalelerden kendince sakıncalı gördüğü yazıları başlık, tarih ve içeriğiyle birlikte not etmiş. Geriye ne kaldı dersiniz? Tüm bu suç delillerinin üzerine bir dilekçe ekleyerek memurunu; devlet aleyhine yazılar yazdığı, kurumları kötülediği, vali ve kaymakam hakkında yazdığı, yazılarında siyaset yaptığı isnadıyla şikayet eder. İsnat ettiği şeyler olsa olsa niyet okuma olur. Bir de sanırım geçmişte çok Türk filmi izlemiş ve bir şey yapmayacağım deyip ama sözünde durmayanlar kendisine rol model edinmiş olmalı. Bunun başka da izahı olamaz. Nerede kaldı sözün namus olduğu? Sonra bu kadar alınganlık niye? Anlaşır gibi değil. Herhalde II. Abdulhamit ile ilgili yağmur yağacak şiiri üzerine zaptiyelerin, padişahımıza uzun burunlu demek istedin diyerek şairi tutuklamaları hikayesini de çok okumuş olmalı. Bu kadar alınganlığın başka da bir izahı olamaz zira. 

18 Kasım 2022 Cuma

Dedikodu mu, İstihbarat mı?

Musa peygamberle bir adamın arasında geçen bir anekdota yer verilir. Hepinizin bildiği bu hikayeye kısaca yer vermek istiyorum: “Adamın biri Musa peygambere gelerek tüm hayvanların dilinden anlamak istediğini söyler. Musa peygamber, her şeyi bilmen özellikle hayvanların dilinden anlaman iyi olmaz, bu sevdadan vazgeç dese de adamın ısrarı karşısında dua eder ve adamın duası kabul edilir.

Tüm hayvanların dilinden anlamaya başlayan adam akşam ahıra hayvanları yemlemeye gider. Eşekle öküzün aralarındaki konuşmaya şahit olur:

—Eşek kardeş, senin işin ne iyi, bana yazın da rahat yok, kışın da. Sabah olacak çifte koşacaklar, ama sense akşama kadar rahat gezeceksin.

—Bunlar hep senin ahmaklığından. Sabah olunca hasta numarası yap, akşamdan sahibimizin döktüğü yemi yeme. O da sabahleyin seni bu haliyle görünce çifte koşmaktan vazgeçer, birkaç gün olsun istirahat etmiş olursun.

Öküz, eşeğin nasihatini dinler. Yemi yemez, aç karına sabahlar. Bu ikilinin aralarında yaptığı konuşmaya şahit olan sahibi, bu sefer de eşeği çifte sürelim diyerek eşeği tarlaya götürür ve akşama kadar çift sürdürür.

Akşam yorgun argın ahıra giren eşek, öküzün yattığı yerden geviş getirdiğini görünce öküze bir oyun oynamak ister.

—Sen böyle yatarsan sahibimiz seni satacak. Bugün tarlada beni gören köylüler sordular. O da “Zaten tembel bir öküzdü, şimdi de hasta oldu. Yarın kasaba vereceğim, dedi. Eğer yarın da böyle yaparsan kendini bıçağın altında bil”, diyerek sabahleyin çifte gitmekten kurtulur. Tüm bu konuşmaları da dinleyen adam dört köşe olur:

—Gördün mü ne kadar iyi bir şeymiş hayvanların dilinden anlamak der.
Ertesi sabah horozla köpeğin konuşmalarına şahit olur. Horoz “Yarın efendinin öküzü ölecek. Senin için iyi bir ziyafet olacak” deyince sabahında pazara giderek öküzü satar.
İkinci gün horozun köpeğe, “Yarın kölesi ölecek. Adına yemek verir. Sen de nasiplenirsin” dediğini duyunca köleyi de satarak zarardan kurtulduğuna sevinir. Köpek kendisine yalan söylediğinden dolayı horoza gönül koyar. Horoz ise “Hiç üzülme. Ziyafet olacak. Çünkü ziyafetin büyüğü yaklaştı. Yarın efendimizin kendisi ölecek” sözlerini duyar duymaz adamın etekleri tutuşur ve ne yapacağını şaşırır. Soluğu Musa peygamberin yanında alır. Peygamber ona “Öküzü satmasaydın, öküz ölecek, diğer belalardan kurtulacaktın. Ama sen onları satarak başkasının zarar etmesini istedin. Kendi menfaatini düşünüp başkasını hesap etmeyenin hali budur” şeklinde cevap verir.  

Adam öldü mü ölmedi mi bilmiyorum. Siz bu hikayeden ne anlam çıkarırsınız onu da bilmiyorum. Belki biraz zorlama olacak ama ben kendimce bir anlam çıkardım. Hayvanların dilinden anlamak isteyen adamın niyeti ilim öğrenmek falan değil. Düpedüz iki kişi arasında yani hayvanların kendi arasında ne konuştuğunu merak etmekten başka bir şey değil. Bu merakın başına neler açtığını da hikaye güzel bir şekilde anlatıyor.

Buradan günümüz insanlarına gelmek istiyorum. Öyle ya kıssadan hisse almak için günümüze gelmek lazım. Bazı insanlar iki kişi arasında kendisi veya başkaları hakkında neler konuşulduğunu merak eder. Bunun için istihbarat adı altında kimin, ne konuştuğunu öğrenmek ister. Güya her şeyden haberim var imajı verecek. İstihbarat özellikle ülkenin iç ve dış güvenliğini tehlikeye atan hususlarda, bir suçu veya kötülüğü önleme ya da suçluyu bulma konusunda faydalıdır. Olması gerekir. Ama istihbarat adı altında iki kişinin kendi aralarında kendisi veya başkaları hakkındaki konuşmalara kadar istihbaratı genişletmek bir defa istihbarat değildir. Olsa olsa jurnalciliktir, laf taşımaktır, ispiyonculuktur. Bir yerdeki barış ortamını bozmaktır. Bu açıdan, kimin ne konuştuğuna dair her şeyden haberdar olma merakı hem kişinin kendisini hem de başkasını huzursuz eder.

Diyelim ki birileri, hoş görülmese de iki kişi arasında cereyan eden konuşmaları alıp bir yere götürüyor. Meslek edinmiştir, alışkanlık haline getirmiştir, bu mesleğine devam edecek. Ya etkili ve yetkili makam sahiplerinin istihbarat adı altında bu tür dedikodulara teşne olmasına ne demeli? Ne dendiğini de sizlere bırakıyorum ama tek kelimeyle ayıp demek isterim ve bu hareket devlet adamı ciddiyetine yakışmaz. Dedikoduların kendisine gelmesine sevinen makam sahipleri benim istihbaratım güçlüdür diye sevinedursunlar. Yalnız şunu unutmasınlar ki birilerinden bir makama laf taşıyanlar, o makamdan da başkasına laf taşırlar.

Dümen Suyuna Gitmek

Bugün size bildiğimiz, zaman zaman kullandığımız bir deyimden bahsedeceğim: Dümen suyuna gitmek. Önce anlamına bir bakalım: “Birine bağımlı olmak, birinin tuttuğu yolu izlemek, hemen her şeyde ona uyarak onun istediğini yapmak”. Örnek cümlede kullanalım: “Başkasının dümen suyundan gidenler kişiliklerini bulamazlar”.

Deyimin anlamına baktığımız zaman bir başkasının ağzına bakan, onun dediklerini yerine getiren kişiler için söylenir. Gördüğünüz gibi olumlu anlamda kullanılan bir deyim değil.

İnsanoğlunun yaptıkları hep birbirine benzese de hatta şıp demiş burnundan düşmüş dense de her bir insan farklı bir varlıktır. Benzerliklerinden ziyade farklılıkları çoktur. Çünkü her insan özgün, orijinal ve özgür bir bireydir. Özgünlüğü ve nevi şahsına münhasır olmasıyla halk nezdinde değer kazanır. Bir başkasını taklit edenler, bir başkasına bağımlı olanlar, bir başkasının yolunu izleyenler, toplum nezdinde pek tasvip edilmez. Ona kendin ol derler. Çünkü Allah her insana akıl ve zeka vermiştir. Her insanın bu dünyada bir misyonu vardır. Hiçbiri gereksiz yaratılmamıştır. Eğer birbirinin aynısı olacaksa, kendisini bir başkasıyla bütünleştirecekse, dünyaya gönderilişinin bir anlamı olmaz. Çünkü dünyaya kalabalık etsin diye gönderilmiş değildir. Ayrıca her bağımlı olan, bir başkasının yolunu izleyen izlediği kişiye ne kadar benzese de asla ilk olamaz. En iyi başarısı ikincilik olur.

Bir an için “birine bağımlı olmayı, birinin tuttuğu yolu izlemeyi” bir tarafa bırakalım. Çünkü deyimin üçüncü anlamına göre daha masum kalıyor. Çünkü bir insan bir başkasını örnek almak, onun gittiği yoldan gitmek isteyebilir. Ama üçüncü kısım olan “hemen her şeyde ona uyarak onun istediğini yapmak” kısmının hiçbir makul izahı olamaz. Deyimin bu kısmında bir kişilik bozukluğu, şahsiyeti oturmamış bir profil ile karşı karşıyayız. Çünkü bu tiplerin kendine dair bir iradeleri yok. Başına ip geçirilmiş, önden bir başkası tarafından çekilen dört ayaklıdan farklı değil. Öndeki efendisi onu nereye çekerse o tarafa gidecektir. Gel deyince gelecek, git deyince gidecek, otur deyince oturacak. Böyleleri var mı aramızda? O kadar çok ki say say bitmez. Çünkü bu tiplerin hayattan tek beklediği kendisine ait bir hayattan ziyade efendisini memnun etmektir. Kendi memnuniyeti ve huzuru da efendisini memnun etmeye bağlı. Ufacık bir tökezlemesi, ipinin çekilmesi demektir ki bu tipler için bulunduğu makam ve mevkileri kaybetmesi demektir.

Nice makam ve mevki sahipleri vardır ki mevzuatın kendine verdiği hak ve yetkileri kolay kolay kullanamazlar. Bakmayın, konuşurken esip gürlediklerine; ben şöyle yaparım, tamam böyle yapın dediklerine. Bunların esip gürlemesi efendisinin görüş bildirmesine kadardır. Efendisi onu şuraya vereceksin, bunu buradan uzaklaştıracaksın dedi mi tamam efendim, emriniz olur efendim diyerek yelkenleri indirirler ve tükürdüklerini yalarlar. Çünkü son sözü efendileri söyler. Bu tiplere düşen, efendisinin isteği çerçevesinde yazı yazdırmak ve formaliteyi yerine getirmek olur. Efendisinin istek ve taleplerinden hoşnut olmasalar da sesleri çıkmaz. Çünkü koltuktaki varlığı efendisiyle iyi geçinmesine, onun dediklerini yapmasına bağlıdır. Bu tipler yani kendisi olamama durumunu gücü ve kuvveti olmayan, arkasında dayısı olmayan kimselerden çıkarırlar.

Hülasa, bir makama gelip mevzuat çerçevesinde kendisi olamayanlara tavsiyemiz, bu tür makamları hiç işgal etmesinler. Çünkü mahkeme kadıya mülk olmadığına göre giderlerken kubbede hoş bir seda bırakamazlar. Yok, bir günlük beylik beyliktir diye düşünüyorlarsa başkasının dümenine gitmeye devam etsinler.