18 Ekim 2022 Salı

Basın Yasası Sansür Yasası Olmasın *

Basın kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 7418 sayılı Kanun, 13 Ekim 2022 tarihinde Meclisten oy çokluğuyla geçti. 17 Ekim 2022 tarihinde de Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak 18 Ekim tarihli Resmi Gazetede yayımlandı. Kanunun girişinde amacının, basın özgürlüğü ve bu özgürlüğün kullanımı ile basın kartına ilişkin usul ve esasları belirlemek olduğu açıklanmaktadır. Tartışmalara sebebiyet veren bu kanunun basın camiasına ve sosyal medya kullanıcılarına hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Basından okuduğum kadarıyla yasalaşmış olmasına rağmen hakkında hala tartışma yapılan bu kanunun sadece iktidar partisine mensup partilerin oylarıyla değil de oy birliği ile yasalaşmasını gönül isterdi. Çünkü kanunun "basın özgürlüğü ve bu özgürlüğün kullanımı..." şeklindeki amacı kulağa hoş geliyor. Bir yerde özgürlük varsa bu kanunla ilgili niye tartışma olsun, öyle değil mi? 

Tartışmanın fitilini ateşleyen, kanunun "Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır." 29. maddesidir. Bu maddenin içeriğine bakıldığı zaman içerikte de sıkıntı yok. Zira kimsenin gerçeğe aykırı bir bilgiyi, ülkenin iç ve dış güvenliğini tehlikeye atacak şekilde yaymak suretiyle kamu düzenini ve sağlığını ve kamu barışını bozmaya; halk arasında endişe, panik ve korku yaratmaya hakkı yoktur. Gerçekten algı oluşturmaya yönelik gerçeğe aykırı haber ve bilgi yayan kimseler fazlasıyla cezasını çekmeli.

Bu içerik ve bu haliyle bu kadar tartışma niye o zaman? Açıkçası bu 29.maddeye ben de rezerv koyuyorum. Çünkü maddede belirtilen beş şart, içkinin şişede durduğu gibi durmuyor. Bu kanunun bir de uygulama boyutu olacak. Çünkü bu ülkede en büyük sorun uygulamada çıkar. Şimdilerde unuttuğumuz 141, 142, 163 ve 312.maddelerden bir zamanlar birçok insanın mağdur edildiğini, siyasi yasaklı yapıldığını, cezaevine girdiğini, düşünce suçlusu muamelesi yaptığını çok iyi bilir. Saydığım bu maddeler de özü ve içeriği itibariyle sorunsuzdu. Ama okunan bir şiir bile 312.maddenin kapsamına alınarak muhtar bile olamaz dendi. Niçin? Çünkü somut kıstası konmayan ve sağa sola çekilip yorumlanan maddelerdir bunlar. Kanun koyucular en iyi kanunun içerisine öyle maddeler eklerler ki birilerine had bildirilmek istendiği zaman hakim ve savcılarca sündürülebilsin. İşte yeni kanunun 29.maddesi de böyle. Bizim gibi asgari müştereklerde buluşamayan, zıt kutbu bol olan, bir doğru da bile buluşamayan, kişi ve zihniyetlere göre doğru ve yanlışın değiştiği, gücü ele geçirenin orantısız güç kullandığı ülkede bu kanun çoğu kimseyi yok yere mağdur edebilir.

Kanun yasalaştı. Şu aşamadan sonra hakim ve savcıların 29.maddeyi uygularken bugün kimsenin hayırla yad etmediği 141, 142, 163 ve 312.maddelerin geçmiş sabıkasından ibret almaları, kimseden emir ve direktif almadan adına ve amacına yaraşır şekilde yasayı uygulamalarıdır. Çünkü bu kanunun basın kanunu olarak anılması uygulamaya bağlı. Değilse bu kanunun adı bazılarının şimdiden dillendirdiği gibi "sansür yasası" olarak anılır. Herhalde bu şekil anılmasını da kimse istemez. Bu yüzden yargıya büyük görev düşüyor. 

*21/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

16 Ekim 2022 Pazar

İlk İntiba

—Beni tanıyor musun? 

—Teşehhüt miktarı kadar. 

—Yani yeterince tanımıyorum diyorsun. 

—Aynen öyle. 

—Ama benim hakkımda kanaat belirtmişsin. 

—Doğrudur. Hakkınızda konuştum. 

—Halbuki ben size hep iyi davrandım. 

—Doğrusu hep iyi ve nazik davrandınız ve değer verdiniz. 

—O zaman mesele ne? 

—Konuştuklarım benim meselem değil. Efkarı umumiyenin derdine tercüman olmak istedim. 

—Sen onların avukatı mısın? 

—Değilim ama bigâne de kalamazdım. Çünkü aynı ortamda yaşıyor, aynı havayı soluyoruz. 

—Yeterince tanımadığın biri hakkında konuşmak doğru mu? 

—Hem doğru hem doğru değil. Yeterince tanımıyorum. Bu yönüyle hakkında ileri geri konuşmam doğru değil. Tanımama rağmen hakkında konuşma yapmamın doğruluğuna gelince, yaptığım kanaattir. Bu, ilk intiba demektir. Kanaat ve intiba tanıdıkça değişebilir. 

—Bak, gördün mü? Bu, yanıldığının itirafı değil mi? 

—Ama değişmeyebilir de. 

—O zaman erken hüküm vermemek en doğru olan değil mi? 

—İnsani bir durumdan bahsediyorum. 

—İnsanilikle ne alakası var? 

—Bir insanı ilk gördüğünde ve teşehhüt miktarı hasbihal ettiğinde, hakkında olumlu ya da olumsuz bir kanaat edinir insan. Hatta bununla ilgili "İnsanlar kıyafetleriyle karşılanır, fikirleriyle uğurlanır" da denir. Yine "En iyi dostluklar kavgayla başlar" da denir. Bu iki söz bile kişiler hakkında ilk intibaların olduğunu, bu intibaların daha sonra değişebileceğine işaret eder. Sizinle ilgili kanaat ve intibaya gelince, bunu kompozisyona da benzetebiliriz. Bildiğin gibi kompozisyonlar giriş, gelişme ve sonuç bölümünden oluşur. Hakkındaki kanaatim halihazırda giriş bölümünden ibarettir. Takdir edersin ki kompozisyon giriş bölümünden ibaret değildir. Gelişme ve sonuç bölümü, girişe uygun devam edebileceği gibi değişebilir de. Derim ki yaptıklarından dolayı X kişi hakkında şöyle şöyle düşünmüştüm. Şimdi aynı kanaatte değilim. Yanılmışım derim. Aynı şekilde sizin de beni yeterince tanıdığınızı sanmıyorum. Ama bir kanaat sahibisiniz. Yani sizin durumunuz da benden farklı değil. Bunu ayıplamıyorum. Çünkü doğal olan bu. İnsanlar ilk intibadan sonra daha fazla beraber oldukça birbirlerini daha iyi tanır. Halihazırda ikimiz de birbirimizi yeterince tanımıyoruz. Zamana ihtiyacımız var. Zira zaman her şeyin ilacıdır. Üstelik birbirimizi tanıyacak yolları daha yaşamadık. Ne yolculuk yaptık ne komşuluk yaptık ne de alışveriş. İnsan tanıma yolları diyebileceğimiz bu üç kaideyi belki yaşamayacağız ama işte çalışırken de pekala birbirimizi daha iyi tanıyabiliriz. Yeter ki ilk intibada saplanıp kalmayalım. Şunu unutmayalım ki hiçbir insan özünde kötü değildir, kötü olayım da demez. Ben şöyleyim demekle de kişi tanınmaz. Kişi ne olursa olsun, niyeti ne kadar iyi olursa olsun, o kişi çevrenin tanıdığı ve anladığı kadardır. Yanlış tanınıyorsa, bunda kişinin de payı vardır. Çünkü kişi ne dediğinden, ne yaptığından çok, karşı tarafın anladığı kadardır. Son söz iletişim çoğu kapalılıkları giderir. Yeter ki bu yolu açık tutalım. 

15 Ekim 2022 Cumartesi

Grizu Patlaması ve Biz *

Bartın'da meydana gelen maden faciası 41 cana mezar oldu. Ateş düştüğü yeri yaksa da acımız büyük. Bu faciada vefat edenlere Allah'tan rahmet, yaralılara acil şifalar, vefat edenlerin ailelerine başsağlığı diliyorum. 

Temennim, bu tür maden facialarının son bulması. Ama temenniden öteye geçmiyor bu dileğim. Çünkü geçmişte benzerlerini çok gördük, şimdi de gördük, böyle giderse yarınlarda da görme ihtimali yüksek.

Patlamanın olduğu andan itibaren eksik olmasınlar, devlet ricali Bartın'da idi. Ne zaman bir deprem, sel baskını, maden faciası olsa devlet ateşin düştüğü yerde oluyor. En azından acılarınızı paylaşıyoruz demektir bu. Ailelerin acılarını yok etmese de birtakım yardım ve destek açıklamaları da olay yerinde sıcağı sıcağına yapılıyor. 

Devletin olay yerine gidip birinci elden açıklama yapması, süreci yönetmesi, devletin tüm imkanlarını seferber etmesi, yaralı ailelere yardım ve destek açıklaması takdire şayan ama tüm bu yapılanlar yeterli mi? Bence yeterli değil. Yapılanları önemsemekle beraber bu tür patlamaların bir daha olmaması için devletin her türlü tedbiri alması gerekiyor. Olaylara ve yazılıp çizilenlere savunmacı anlayışla yaklaşanların, devlet elinden geleni yapıyor, daha ne yapsın diyebilir. Varsın desinler. Müsaadenizle devlet neler yapabilirdi sorusuna cevap aramaya çalışacağım. Niyetim suçlu aramak, suçu birilerinin üzerine atmak değildir. Bir daha böyle facialarla karşılaşmamaktır temennim. 

Bu tür maden faciaları neden bu ülkede oluyor? Başka ülkelerde grizu patlaması olduğunda onlarda ölen olmuyor da niçin bizim ülkemizde onlarca canı madene kurban ediyoruz? Patlamaya ve can kaybına "kader" demek, sorumluluğumuzu Allah'a yüklemek olmaz mı? Farz edelim ki bu tür facialar bir kaderdir. Allah'ın bu kaderi başka ülkelerde ölümle sonuçlanmıyor da neden bu ülkede cereyan ediyor? Derdi nedir Allah'ın bu ülkenin yerin 300-350 metre altında rızkını temin için didinen madencilerle? Bu sorularıma sadece haşa, sümme haşa derim. Bu tür maden kazalarını kadere yüklemeyi de Allah'a atılmış bir bühtan görürüm. Suçu kadere yıkmak suç bastırmaktır. Hele bu şeyi ve her şeyi kaderle ilişkilendirmek her olup bitende "dış güçler" parmağı aramaktan başka bir şey değildir. Zira maden kazasının kaderle zerre alakası yoktur. Olsa olsa sorumsuz davranışlarımızdır. Geliyorum diyen kazaya tedbir almamaktır. Kazayı kadere yüklediğimiz kadar bilerek veya bilmeyerek kazaya sebebiyet vermeyi sorgulamamız gerekiyor. İlk açıklama, "varsa sorumluları gereği yapılacak" demek iş değil. Zira burada sorumlu ya da sorumlular var. Araştırma, inceleme ve soruşturma inceden inceye yapılmalı. Ucu kime dokunuyorsa, yargılanıp en ağır cezayı almalı. İçimizden, ceza veriliyor diyeniniz çıkabilir. Kusura bakmayın ama ben bugüne kadar bu tür patlamalarda ceza alan ocak sahibine, düzgün denetim yapmayan bürokrata doğru dürüst ceza verildiğini görmedim. Veriliyorsa da caydırıcılığı yok ki bu facialar devam ediyor. Ölen öldüğüyle kalıyor, çocuğu öksüz, hanımı da dul kalıyor, o kadar. Gerçi olayı kadere bağlamak yargılamayı düşürür. Ne de olsa ortada bir takdiri ilahi var, öyle değil mi? 

Olayın sıcaklığıyla bunları yazmak istemezdim. İstediğim bu vesileyle biraz ciddiyet. Bu ülkede çalışan insanın değeri bu kadar ucuz olmamalı. Yetmedi mi grizu patlamalarına ve göçüklere verdiğimiz kurbanlar? 

*17/10/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde "Grizu Patlaması" başlığıyla Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.