Ana içeriğe atla

İlk İntiba

—Beni tanıyor musun? 

—Teşehhüt miktarı kadar. 

—Yani yeterince tanımıyorum diyorsun. 

—Aynen öyle. 

—Ama benim hakkımda kanaat belirtmişsin. 

—Doğrudur. Hakkınızda konuştum. 

—Halbuki ben size hep iyi davrandım. 

—Doğrusu hep iyi ve nazik davrandınız ve değer verdiniz. 

—O zaman mesele ne? 

—Konuştuklarım benim meselem değil. Efkarı umumiyenin derdine tercüman olmak istedim. 

—Sen onların avukatı mısın? 

—Değilim ama bigâne de kalamazdım. Çünkü aynı ortamda yaşıyor, aynı havayı soluyoruz. 

—Yeterince tanımadığın biri hakkında konuşmak doğru mu? 

—Hem doğru hem doğru değil. Yeterince tanımıyorum. Bu yönüyle hakkında ileri geri konuşmam doğru değil. Tanımama rağmen hakkında konuşma yapmamın doğruluğuna gelince, yaptığım kanaattir. Bu, ilk intiba demektir. Kanaat ve intiba tanıdıkça değişebilir. 

—Bak, gördün mü? Bu, yanıldığının itirafı değil mi? 

—Ama değişmeyebilir de. 

—O zaman erken hüküm vermemek en doğru olan değil mi? 

—İnsani bir durumdan bahsediyorum. 

—İnsanilikle ne alakası var? 

—Bir insanı ilk gördüğünde ve teşehhüt miktarı hasbihal ettiğinde, hakkında olumlu ya da olumsuz bir kanaat edinir insan. Hatta bununla ilgili "İnsanlar kıyafetleriyle karşılanır, fikirleriyle uğurlanır" da denir. Yine "En iyi dostluklar kavgayla başlar" da denir. Bu iki söz bile kişiler hakkında ilk intibaların olduğunu, bu intibaların daha sonra değişebileceğine işaret eder. Sizinle ilgili kanaat ve intibaya gelince, bunu kompozisyona da benzetebiliriz. Bildiğin gibi kompozisyonlar giriş, gelişme ve sonuç bölümünden oluşur. Hakkındaki kanaatim halihazırda giriş bölümünden ibarettir. Takdir edersin ki kompozisyon giriş bölümünden ibaret değildir. Gelişme ve sonuç bölümü, girişe uygun devam edebileceği gibi değişebilir de. Derim ki yaptıklarından dolayı X kişi hakkında şöyle şöyle düşünmüştüm. Şimdi aynı kanaatte değilim. Yanılmışım derim. Aynı şekilde sizin de beni yeterince tanıdığınızı sanmıyorum. Ama bir kanaat sahibisiniz. Yani sizin durumunuz da benden farklı değil. Bunu ayıplamıyorum. Çünkü doğal olan bu. İnsanlar ilk intibadan sonra daha fazla beraber oldukça birbirlerini daha iyi tanır. Halihazırda ikimiz de birbirimizi yeterince tanımıyoruz. Zamana ihtiyacımız var. Zira zaman her şeyin ilacıdır. Üstelik birbirimizi tanıyacak yolları daha yaşamadık. Ne yolculuk yaptık ne komşuluk yaptık ne de alışveriş. İnsan tanıma yolları diyebileceğimiz bu üç kaideyi belki yaşamayacağız ama işte çalışırken de pekala birbirimizi daha iyi tanıyabiliriz. Yeter ki ilk intibada saplanıp kalmayalım. Şunu unutmayalım ki hiçbir insan özünde kötü değildir, kötü olayım da demez. Ben şöyleyim demekle de kişi tanınmaz. Kişi ne olursa olsun, niyeti ne kadar iyi olursa olsun, o kişi çevrenin tanıdığı ve anladığı kadardır. Yanlış tanınıyorsa, bunda kişinin de payı vardır. Çünkü kişi ne dediğinden, ne yaptığından çok, karşı tarafın anladığı kadardır. Son söz iletişim çoğu kapalılıkları giderir. Yeter ki bu yolu açık tutalım. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde