22 Ağustos 2022 Pazartesi

Arı Kovanına Çomak Sokmak (2) *

Konunun bağlamından daha fazla kopmadan kutuplaşmamızı güncel bir olayla açıklamak isterim. Prof. Dr. Üstün Dökmen’in “Başörtülüden psikolog olmaz” sözüne gelmek istiyorum.  Güya başörtülüden her şey olur ama psikolog, PDR’ci olmazmış. Olur mu olmaz mı bilmiyorum. Bilsem de içeriğine girmeyeceğim. Aslında Dökmen’in bu görüşü ilk değil, kamuoyu bunu ilk defa 2019 yılında Sakarya’daki bir seminerinde Dökmen'in ağzından duydu. O zaman bu kadar tepki çekmeyen bu sözler 2022 yılında tekrar ifade edilince kamuoyu özellikle dindar kamuoyu bu sefer daha yüksekten tepki gösterdi.

Dökmen'in niyetini bilemem ama başörtüsü bu ülkede hep kutuplaştırma aparatı olmuştur. Bu olayda da görüldüğü üzere hala olmaya devam edecektir. Dökmen'in yaptığı arı kovanına çomak sokmaktır. Tarafları germektir. Bu da siyasetin işine yarar. Bir kesim modernlik değil, çağdaş Türkiye'ye yakışmıyor diyerek seçmeninin saflarını sıklaştırırken diğer taraf da bak, bunların başörtüsü düşmanlığı yeniden depreşti. Zaten bunların genlerinde din düşmanlığı var demek suretiyle seçmenini arkasına alıyor. Hasılı nasıl mübarek ya da sihirli bir örtüymüş ki bir taraf savunarak diğer taraf karşı çıkarak başörtüsünden ekmek yiyor.  Aslında başörtülü psikolog olmaz diyenler bilerek veya bilmeyerek başörtüsünü savunanlara güçlü destek veriyor. Bunlara gizli ortak denebilir. Çünkü başörtüsü bu ülkenin kahir ekseriyetinin kırmızı çizgisidir. Ne zaman başörtüsü gündeme gelse dindar, mütedeyyin, İslamcı, muhafazakar seçmen teyakkuza geçirilir. Siyasi geçmişimize bakılırsa başörtüsünün hep siyasi bir malzeme yapıldığı görülecektir.

Kılık kıyafet üzerine aleyhte siyaset yapanlar iktidar olmak istiyorlarsa ilk önce başta başörtüsü olmak üzere bu ülke halkının hassasiyetlerini ve dini değerlerini özümsemeleri yahut bu realiteyi kabul etmeleri gerekecektir. Yani bu kuru inat ve sevdalarından vazgeçeceklerdir. Değilse hep müzmin muhalif veya mutlu azınlık olarak kalacaklardır.

Ülkenin gelişmesi de tarafların şekilciliği bırakmasıyla mümkün olacaktır. Burada şekil önemsizdir demiyorum. Elbette şekil ilk karşılaşıldığında kişi hakkında bir ön bilgi verir ama bu bilgi bazen doğru olabildiği gibi çoğu zaman kişileri yanıltır. Unutmayalım ki insanlar kıyafetleriyle karşılanır, fikirleriyle uğurlanır. Bu yüzden şekle takılmamayı prensip edinmemiz gerekmektedir. Rengi, şekli, şemaili, kılık kıyafeti, giyim kuşamı her ne ise herkes işine odaklanmalı. İşini düzgün yapmalı. Fikrini, zikrini, düşüncesini ve ideolojisini işine yansıtmamalı. İstersek, bu ülkede solcu dürüstler, sağcı dürüstler, dindar dürüstler, başörtülü dürüstler, başı açık dürüstler vs. olabiliriz. O zaman bizi kimse tutamaz. 

*27/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

21 Ağustos 2022 Pazar

Arı Kovanına Çomak Sokmak (1) *

"Arı kovanına çomak sokmak", “Bam teline basmak”, ve “Yangına körükle gitmek” deyimlerini kullanmayanımız ve anlamını bilmeyenimiz yoktur.

“Arı kovanına çomak sokmak” deyimi,

1. "Birini ya da birilerini kışkırtacak şekilde davranmak", 

2. "Birinin üstüne gitmek, onun kızacağı şekilde konuşmak ya da hareket etmek", 

3. "Sonuçlarının ne olacağını düşünmeden riskli işlere girmek" anlamlarına gelirken,

“Yangına körükle gitmek” ise,

     1. Bir anlaşmazlıkta her iki yanı da kışkırtıcı bir yol izlemek, gerginliği, uzlaşmazlığı artıracak biçimde davranmak”,

     2.“Birini kötü davranışında güçlendirici işler yapmak, onu yüreklendirmek” anlamlarına gelir.

“Bam teline basmak” ise, “Birinin kızdığı bir şeyi yapmak veya sözü söylemek” demektir.

Bu üç deyim farklı sözcüklerle ifade edilse de gördüğünüz gibi aynı anlamı içermekte ve olumsuz anlamda kullanılmaktadır. Bu üç deyimi farklı şekillerde ifade eden başka deyimlerimizin de olabileceğini düşünüyorum. Başka ülkelerde aynı anlama geldiği halde farklı deyimlerle ifade şekli var mı bilmiyorum. Varsa problem değil. Şayet yok ise bizde aynı içerikli fakat farklı sözlükle ifade edilmesi Türkçemizin çok zengin bir dil olmasından mıdır yoksa bu deyimleri biz meslek haline getirdiğimizden midir, inanın çok anlamış değilim. Türkçemizin zengin olmasını, ikinci seçeneğin olmamasını temenni ediyorum. Yalnız bu ülkede olup bitenlere bakınca sanki ikinci seçenek bu ülkenin genlerinde var gibi.

Ne demek istediğimi kısaca açıklamaya çalışayım. Malumunuz bu ülkenin kutuplaşmada üstüne yoktur. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Laik-seküler-Siyasal İslamcılık, memleketçilik, kılık kıyafet-şekilcilik vs. Özellikle siyasetçilerimiz bu kutuplaşma sayesinde elde ettikleri seçmen desteğiyle siyasi hayatına devam ederler. Bundan da büyük haz alırlar. Bakmayın siz üzülürmüş gibi yaptıklarına. Bunun sayesinde bazen iktidara gelirler bazen de iktidar alternatifi olarak boy gösterirler. Sorsan her biri halkı kutuplaştıran biz değiliz diyerek esas kutuplaştıranın rakibi olduğunu parmağıyla gösterir. Biz de yutarız bunu. Aslında parmağıyla karşıyı veya muhatabını gösteren kişiler baş ve işaret parmağıyla karşıyı gösterirken diğer üç parmakları kendilerini işaret etmektedir.  Her biri kendini bu memleketin aslı unsuru ve bu memleketin iyilik perisi ve tek kurtarıcısı görürken karşı tarafı ise kötülüğün menşei olarak lanse eder. Bu memleket karşıt kutba bırakılmayacak kadar önemlidir onlar için. Hasılı Türk-Kürt’ten, Sünnilik Alevilikten, Sekülerlik siyasal İslamcılıktan, Doğu-Batı şeklinde memleketçilikten, başta başörtüsü olmak üzere şekilcilikten karşılıklı olarak beslenir. Bunlar birbirlerinin panzehridir. Biri olmadan diğeri yaşayamaz, yaşarsa da neşvünema bulamaz. (Devam edecek.)

*26/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

18 Ağustos 2022 Perşembe

Acınası Çocuklar *

Üniversite sonuçları açıklanır açıklanmaz, bazı anne ve babaların sosyal medya aracılığıyla bu mutluluklarını takipçileriyle paylaştıklarını, şayet sosyal medya kullanıyorsanız, görmüş olmalısınız. Hangi bölüm olursa olsun, üniversiteyi kazanan tüm çocuklarımızı tebrik ediyor ve hayırlı olsun diyorum. İnşallah bin bir emekle kazanıp okudukları bölümlerinden dolayı pişmanlık duymazlar. Ki kahir ekseriyetinin pişmanlık duyacağına adım gibi eminim. Belki de keşke bir yer kazanıp okumasaydım, okuduğuma eşekler gibi pişmanım diyecek. Neden böyle diyecek? Çünkü bitirdiği bölümle ilgili bir iş bulamayacak.

Malumunuz bu ülkede en mağdurlar ve iş bulamayanlar genç nüfus diyeceğimiz okumuş ordusudur. Biz ülke olarak hangi alanda ne kadar okumuş işgücüne ihtiyacımız var planlaması yapıp bu planlamaya göre öğrenci almadıkça, olur olmaz her yere üniversite ve tercih edilmeyen bölümler açtıkça, ben sadece okuma imkanı sağlarım, iş bulmak ve iş vermek zorunda değilim mantalitesini terk etmedikçe, saldım çayıra, Mevla’m kayıra anlayışına sahip oldukça, istihdam sahası her geçen gün daralan bu ülkede okumuş genç işsizlerin sayısı sürekli artacaktır.

Kahir ekseriyeti işsiz kalacağını bile bile üniversite okuma yolunu seçse de paylaşımlar arasında halihazırda istihdam sıkıntısı çekmeyecek bir bölümü kazananlar dikkatimi çekti ve içim cız etti. Tıpı kazananlardı bunlar. Anne babaları ve çocuklar adına üzüldüm doğrusu. Acınası çocuklar çıkıverdi ağzımdan. Bu acıma hissi öylesine söylenmiş bir söz değil. Çünkü itibarlarının sıfırlanmaya çalışıldığı, hiç olmadığı kadar ötekileştirildiği, beğenmiyorlarsa daha kapı orada denildiği, hastanede ne zaman şiddete maruz kalacağı ya da öldürüleceği psikolojisini yaşayacak olan bu şamar oğlanlarını kurbanlık koç gibi görüyorum.

Abarttığımı düşünüyorsanız, kaç yıldır ilk 20 binden öğrenci alan bu okullar 35 bine düşmüş. Bu demektir ki tıpı kazanma puanını aldığı halde tıbbı tercih etmeyenlerin sayısında epey bir artış olmuş. Böylece normal şartlarda tıp kazanamayacak çocuklar da tıp okuma imkanı elde etmiş oldular. Öyle ya, değer verilmiyorsa, en ufak bir şeyde tu kaka yapılıyorsa, emeğinin karşılığı tam verilmiyorsa, üstüne üstlük hastası tarafından şiddete maruz kalacağım endişesi yaşayacaksa niye tercih etsinler bu bölümü? İşsiz kalırım daha iyi olur diye düşünmüş olmalılar. Bu haleti ruhiye içerisinde hala hekim olmayı düşünen lise öğrencilerimiz varsa ama kazanamam endişesi taşıyorlarsa hiç üzülmesinler, bir iki seneye kadar ilk 50 binden öğrenci almaya başlarız. Sonra da diğer bölümler seviyesine indirmiş oluruz. Ki bunda çok başarılıyız. Bir zamanlar herkesin kazanmak için can attığı nice gözde meslekleri, üniversite ve bölüm sayısını ve öğrenci kontenjanını artırarak istenmeyen meslekler haline getirmedik mi? Bu başarımızı niçin tıp fakültelerinden esirgeyelim.

Hasılı, devlet ve millet olarak bu bakış açısını ve insan kaynağı plansızlığını terk etmedikçe, öyle zannediyorum, yakın bir zamanda hastanelerde bizi muayene edecek doktor, özellikle riskli bölümlerde çalışacak uzman doktor bulamayacağız. Bu sektörde artık hangi milletin çocuklarını istihdam ederiz bilmem. Mevcut doktorlarımız da hangi ülkeye hizmet ederler, bekleyip hep beraber göreceğiz.

*22/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.