4 Ağustos 2022 Perşembe

Bir ÖSYM Klasiği Daha *

MEB’in yaptığı birkaç sınav dışında bu ülkede merkezi sınavları ÖSYM yapar ve yapacağı sınavların kılavuzunu yayımlar. Bu sınavlara milyonlarca gencimiz girer. Hepsinin umudu ve amacı kamuda bir görev almak. Kim bu sınavlara girmek için müracaat etmişse günler ve aylar öncesinden hazırlanmaya başlar. Çoğunluğu kurs merkezlerine kayıt yaptırır. Buralara dünyanın parasını öder. Kimileri de değişik yayınevlerinin hazırlamış olduğu konu anlatımlı ve soru bankalarını alarak evinde hazırlanır.

Her sınavın kılavuzunda ve sınav giriş belgelerinde ÖSYM’nin katı kuralları göze çarpar. Bunlar yasaklar listesidir. Adayların sınav salonlarına kaçta, ne şekilde, nasıl gireceği, cebinde nelerin olmayacağı bir bir anlatılır. Sınav salonlarına giren adaylar tek tek alınır, kontrolden geçer. Tabir yerinde ise elbisesi dışında her şey sınav salonunun dışında kalır. Salona giren adayın hangi sırada oturacağı bile bellidir. Soru kitapçıkları sadece A ve B kitapçığından oluşmaz. Ön, arka ve yan taraftakinin kitapçığıyla aynı olmayacak şekilde kitapçıklar dağıtılır. Bu kurallar ve yasaklar adayların garibine gitse de alınan gerekli ve gereksiz tedbirler herkesin gönlüne su serper. Çünkü görüntü kopya çekmeyi ve çektirmeyi önleme adına yoğurdun üflenerek yendiği ve herkesin hak ettiğini alacağı bir sınav görüntüsüdür. Bu görüntüye göre kopya şüphesi bile olamaz.

Aylar ve yılları bulan sınava hazırlanma süreci, saatlerce süren bir merkezi sınavın ardından biter. Sınav stresi, heyecanı ve tempoyu bitiren çocuklarımız derin bir nefes alacağı yerde bir tartışma başlar: Sorular çalındı mı, sorular başkasına verildi mi, sınavda kopya çekildi mi, kaç soru yanlış, iptal edilecek soru olur mu, sınav iptal edilebilir mi şeklinde iddialar dile getirilir. Bazen bu iddialar ciddiye alınmaz. Bazen de incelenir, birkaç soru iptal edilir ama sınav iptal edilmez. Geçmiş yıllarda iptal edilen ve ertelenen sınavlar da oldu.

Geldik 2022 yılı 31 Temmuz günü yapılan KPSS sınavına. Milyonlarca gencin ter döktüğü bu sınavın akıbeti de öncekileri aratmadı. Sınavda çıkan 10-20 arasındaki sorunun, bir yayınevinin denemesinde yer verdiği sorularla noktası virgülüne ve doğru seçeneğine varıncaya kadar aynı olduğu iddiaları sübut bulunca sınav iptal edildi. ÖSYM Başkanı da görevinden alındı. ÖSYM’nin açıklamasına göre sınav ileri bir tarihte tekrarlanacak ve adaylardan sınav ücreti alınmayacak. Tüm bu olup bitenlerden dolayı yeni ÖSYM Başkanı özür açıklamasında bulundu.

İddiaların sübut bulmasının ardından sınavın iptal edilip yenilenecek olması, adaylardan yeni sınav ücretinin alınmaması ve özür dilenmesi yerinde bir karar. Adalet de bunu gerektiriyor. İvedi bir şekilde soruların ilgili yayınevine nasıl verildiği, kimin/kimlerin verdiği, soruların dışarıya nasıl sızdırıldığı vs. incelenmeli ve sorumlular hakkında gerekli yasal işlem yapılmalı, gerekli ceza verilmeli, yapanın yanına kar kalmamalı. Başkasına da ibret olmalı. Sonuç da şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmalı.

Gelelim yenilenecek KPSS sınavına. Bu sınavın masrafını kim çekecek? Adaylardan yeni ücret alınmayacağına göre öyle zannediyorum, bu masraf ve maliyeti devlet çekecek. Daha doğrusu tüm bu masraflar milletin sırtına binecek. İtirazım buna. Niye birilerinin sorumsuzluğunun ceremesini bu millet çeksin? Adalet, bu masraf ve maliyetin, 31 Temmuz KPSS sınavının iptal edilmesine sebep olan sorumlulara ait olmasını gerektirir. Soruları alan, çalan, veren, görmezden gelen, ihmali bulunan vs. kim varsa, masraf bunların üzerine yıkılmalıdır. En büyük ceza da budur. Bu cezayı verelim. Bundan sonra kimse böyle bir kopyaya yeltenemez.

Diyelim ki yeni sınavın maliyetini sorumlular karşıladı. Sınava dair her şey telafi edildi. Ne yapsak memnun edemeyeceğimiz kesim, bu sınava giren gençler. Çünkü onca emek, çaba, zaman, heyecan ve stresleri heba oldu. Umutları tükenen bu gençlerin umutlarını kim geri verecek? Var mı bunun telafisi? Çünkü sil baştan sınava hazırlanmaları ve tekrar kapanmaları gerekecek. Aynı derse, aynı konulara tekrar çalışmak kadar zor bir şey yoktur. Kaç genç bu sınava yeniden odaklanabilecek ve motive olabilecek. Motive oldular diyelim. Bu gençler kime, nasıl güvenecek? Yeni yapılacak sınavın güvenilirliğini bunlara kim garanti edebilir? Çünkü bizim içimiz dışımız kopya ve hırsızlık olmuş. Bu da ta ortaokul sıralarında iken başlıyor bizde. O yaşlarda iken masumane ve amatörce başlayan bu kopya çekmeler büyüyünce profesyonelleşerek paraya tahvil ediliyor. Gençler adına en büyük endişem, bu gençlerin ülkem ve insanı adına umutlarını tüketmeleri riskidir. Öyle ya, nasıl güvensizler bize. Baksanıza, bir sınavı dahi doğru dürüst yapamıyoruz. Yazık gerçekten. Sözün bittiği yerdeyiz. Maalesef her şeyi kokuttuk.  

*06/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

3 Ağustos 2022 Çarşamba

Hekim Göçü *

Türk Tabipler Birliği’nin (TTB) yayımladığı tabloya göre 2012 yılından 2022 yılı ağustos ayına kadar yurtdışında çalışma vizesi sayılan iyi hal belgesi alan hekim sayısı 6731 kişi. Tablo incelendiği zaman 2012-2013 yıllarında 100’ün altında belge alan hekim sayısı 2014’den itibaren artmaya başlamış, 2019 yılında 1000 rakamını geçmiş. 2021 yılında 1400 sayısını aşarken 2022 yılı temmuz itibariyle bir önceki yılın toplam belge alan hekim sayısını yakalamış. Bu yılın sonu itibariyle bu rakam nerelerde durur, bilinmez. Ama tüm yılların rekorunu kıracağı yılın ilk yedi ayından belli. 

TTB'nin açıklamasına göre hekimlerin iyi hal belgesi almasında;

- "Sağlıkta şiddet olaylarının artması, çalışma şartları ve artan kira fiyatlarının etkili olduğu,

-Yurtdışına gitmek isteyen hekimlerin de genellikle Avrupa Birliği ülkelerini, İngiltere'yi ve ABD'yi tercih ettiği,

-Bu belgeyi alanların içerisinde sadece pratisyen hekimlerin olmadığı, uzmanlığını almış doktorların da olduğu belirtiliyor.

İyi hal belgesi alan 6731 kişiden kaçı yurtdışına gitti, kaçı bu belgeyi aldığı halde gitmekten vazgeçti, kaçı gittikten sonra geri döndü? Bunlarla ilgili elimizde bir veri yok. Tabloya göre 2012'den bu yana her geçen yıl ülkeden ayrılan hekim sayısındaki artışı görünce, durumun vahim ve ülkem adına üzüntü verici olduğunu söyleyebilirim. Çünkü burada göz göre göre bir hekim göçü daha doğrusu bir beyin göçü söz konusu. Beyin göçü diyorum. Çünkü bu ülkede tıp fakülteleri en yüksek puanla öğrenci alan fakülteler. Üniversite sınavında ilk yirmi bine girenler bu bölümleri seçiyor ve en az 6 yıl okuyor. Mühendisliğin bazı bölümleri gibi tıp fakültesini okumak zor mu zordur. Burada okuyanlar sosyal hayatı terk ederek durmadan ders çalışmak zorunda. Tıp okumak hem aileye hem de devlete maddi yönden ayrı bir yüktür. Bir yere tıp fakültesini kurmak, burada okumak, buradan mezun olmak başlı başına bir bedel ister.

Yüzdelik dilimlerine ve başarı sıralamasına göre istediği bölüme girebilecek iken bu başarılı çocuklar; toplumdaki itibari, diğer meslek gruplarına göre daha fazla getirisinin olması, okulu bitirince iş aramadan iş garantisi olması nedeniyle bu fakülteleri seçiyorlar.

Zorlu maraton tıbbı bitirmekle bitmiyor. Herhangi bir dalda uzmanlaşmak için TUS dediğimiz zorlu sınava hazırlanmak gerekiyor. Bir taraftan da pratisyen olarak hastane ve toplum sağlığı merkezlerinde mecburi hizmet yapıyorlar. Mecburi hizmet devam ederken TUS'ta başarılı olmuşlarsa bölümüne göre 4-5 yıl daha okuyorlar. Sonra tekrar mecburi hizmete gidiyorlar. Tüm bu süreçte bir koşuşturma varken bir de her geçen yıl artan şiddete maruz kalıyorlar. Özlük haklarının iyileştirilmesi ve uğradıkları şiddet dolayısıyla aldıkları her eylem toplum nezdinde büyük tepki çekiyor. En yetkili ağızdan, beğenmiyorlarsa çekip gitsinler, yerine başkasını istihdam ederiz deniyor. Her şeyleri para bunların deniyor. Halk bir taraftan devlet bir taraftan tu kaka yapıyor. Seslerini duyuramayan ve dertlerini anlatamayan hekimler hiç olmadığı kadar kendilerini dışlanmış hissediyorlar. Çünkü gelen vuruyor, giden vuruyor. Güya bu mesleği itibarlı meslek diye seçmişlerdi. Parasını, çalışma şartlarını ve tu kaka yapılmalarını hazmedemeyen, yabancı dili halledip ver elini yurtdışı. Belki oralarda kadir ve kıymetim bilinir, emeğimin hakkını tastamam alırım diye düşünüyor olmalılar. Öyle zannediyorum, eğitim maratonunun başına dönebilseler kahir ekseriyetinin tercihi doktorluk olmaz.

O kadar emek verdiğimiz, yetişmeleri için büyük bütçe ayırdığımız bu çocukları, alın siz faydalanın dercesine başka ülkelere altın tepsi içerisinde sunuyoruz. Gidişat, 10 yılda kaybettiğimiz 6731 doktorla sınırlı kalmayacak. Çünkü halihazırda çalışan doktorların çoğu yabancı dil kursuna gidiyor, kimi de özel ders alıyor. Dili hallederlerse onlar da gidecekler. Durum bu iken burnumuzdan kıl aldırmıyoruz. Binbir emek verdiğimiz bu doktorları ülkede nasıl tutarız hesabı yapmıyoruz. Giderlerse gitsinler. Çok da tın. Beğenmeyene daha kapı diyoruz. Aslında bu yaptığımız, başı kapalı olarak okumak isteyen çocuklara zamanın Cumhurbaşkanı'nın Arabistan'a gitsinler demesinden farkı yok. Dün Arabistan’a diyenler laik-seküler kişilerdi, bugün gidin diyenler ise dindar ve mütedeyyin insanlar. Demek ki aktörler değişse de zaman geçip gitse de bizim zihniyetimiz değişmiyor. 

Hasılı, başta hekimler olmak üzere bu ülkeden beyin göçüne geçit vermemek, bunları bu ülkede tutmak için tedbirlerin alınmasında fayda var. Ne istiyorlarsa verelim, yapalım demiyorum. En azından dinleyelim, onları anlamaya çalışalım. Onlara değer verelim. Değilse ceremesini biz çekeriz. Çünkü böyle giderse bu ülkede ameliyat yapan, bizi muayene eden doktor kalmayacak. Unutmayalım ki insan değer verilen ve kadir-kıymetinin bilindiği yerde kalır. Gerçi bizim için fark etmiyor. Her şeyi ithal ettiğimiz gibi doktor da ithal ederiz. Yanına da bir tercüman veririz, olur biter.

*05/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

Hiçbiri *

SONAR Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Bayrakçı, 16 araştırma şirketinin anket ortalamasını baz alarak bir sonuca varıyor. Buna göre;

-Mevcut partiler içerisinde yüzde otuzu geçen parti yok.

-En yüksek yüzdeye sahip iktidar partisi bile yüzde 30’un altında.

-İktidar adayı CHP'nin oyu yüzde 25 civarında.

-İYİ Parti yükselişte. 

-HDP yüzde 10 dolaylarında. 

-Mevcut aday ve partilere oy vermem diyerek hiçbiri seçeneğini işaretleyenlerin ortalaması ise yüzde 29-30 civarında.

Bayrakçı’nın ortaya koyduğu veriler ne derece gerçeği yansıtıyor, bilinmez. Ama eldeki veri bu olunca ben de bu veriler üzerine değerlendirmede bulunmak istiyorum:

Bu verilere göre seçmenin üçte birine yakını hiçbiri seçeneğini işaretlediğine göre Türkiye'nin halihazırdaki en büyük partisi yüzde 29-30 ortalaması ile kararsızlar partisi. Bu demektir ki seçmen mevcut siyasi partilerden sıdkını sıyırmış; iktidardan memnun değil, iktidar alternatifi diğer partilere de güvenmiyor ve tüm partilere kırmızı kart göstererek hiçbiri seçeneğini işaretliyor. Halihazırda partiler ittifaklarla yüzde 40’lara ancak varabiliyor. Görünen o ki iki ittifakta da yer almayan HDP 2023 seçimlerinde kilit parti. HDP seçmeni hangi ittifaka yönelirse o ittifakın adayı cumhurbaşkanı olacak. 

İktidarın oy düşüklüğünün izahı yapılabilir. Ne de olsa 20 yıldır iktidar. Yaptıklarından ve yapamadıklarından dolayı iktidarların yıpranması anlaşılabilir. Ya her seçime iktidar olmak için giren ve yüzde 25’in üzerine çıkamayan partiye ne demeli? İktidardan umudunu kesen seçmen normal şartlarda bu partiye yönelmesi gerekir. Ama seçmen kararsızlığı seçiyor, yine bu partiye yanaşmıyor.

İktidarı ve muhalefetiyle partilerin bu görüntüsü 2000 öncesi siyasi parçalanmışlığı gösteriyor. Maalesef hiçbiri seçmene umut ve güven vermiyor. Seçmenin kafasının bu kadar karışık olmasında en büyük pay, siyasi partilerin kendisindedir. Demek ki halkı ikna edemiyorlar. Kimi müşteri kaybediyor, kimi de aralık yerde dolaşan ve güvenilir bir liman arayan müşteriyi yanına çekemiyor. Buna rağmen siyasi partiler bu seçmeni yanımıza nasıl çekeriz, biz nerede hata yapıyoruz diye düşündüğünü sanmıyorum. İşleri, güçleri birbirlerini daha aşağıya çekmek için ayaklarından aşağıya asılıyorlar ve kayıkçı kavgası yapmaya devam ediyorlar. Herhalde iktidar nasılsa bu seçmen hep bizi seçti. Biz yine birinci partiyiz. Zira bizim alternatifimiz yok. Onların bize elleri mahkum. Gidip şuna mı verecek diye düşünüyor. Ana muhalefet ise yüzde 25 garanti. Halk yine bize ana muhalefet görevi verecek. Biz mutlu azınlığımızla, hiçbir sorumluluk almadan bir beş yıl daha günümüzü gün edeceğiz diye düşünüyor. Ana muhalefetteki bu görüntü diğer küçük partilerde de olmalı. Onlar da nasılsa bir ittifaka yaslanırız. Biz onları, onlar bizi destekler. İmkanlardan bize de bir pay düşer diye düşünüyor olmalı.

Yeniden yüzde 30’luk kararsız seçmenin hiçbiri seçeneğine gelirsek, siyasi partilerin vatandaşa kızmaya hakları yok. Bu kadar kararsız seçmen siyasi partilerimize ayıp olarak yeter de artar bile. O yüzden siyasi partilerimiz önce kendilerine baksınlar ve paçalarını kurtarmaktan önce paçalarını toplasınlar ve bu kararsız seçmen ne istiyor, bunun üzerine bir araştırma yapsınlar ve gereğini yapsınlar. Çünkü onlara iktidarı getirecek olan kemikleşmiş seçmenleri değil, bu kararsız seçmendir. Bunlar ne tarafa yönelirse, o ittifak iktidar olacaktır. İyi ki kararsızlar var.

*08/08/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.