24 Şubat 2022 Perşembe

Rektör Olmanın Sırrı

Bugün, bileğinin hakkıyla akademisyen olan bir bilim insanı ile görüştüm. Her türlü kariyeri elde etmiş ve makamları tatmış olmasına rağmen konuşmasından anladığım kadarıyla kendisine yeni bir hedef koymuş. Tutturmuş “İlla ben şu ilkokula yazılıp o okulu bitireceğim” diye. Akademisyenliğinin zirvesinde ne alaka yeniden ilkokula başlamak, üstelik niçin şu okul. Başka ilkokul mu yok dedim. Dedi ki o okulda okuyup okul birincisi çıkacağım. İyi de ne işine yarayacak bu dedim. Benim için tüm kapıları açacak dedi. Biraz daha açık konuş dedim. Konuşmadı. Sadece basını takip et dedi.

Basını şöyle bir karıştırdım. Meseleyi anladım. Meğerse bu okuldan mezun biri, taşrada bir üniversiteye rektör olarak atanmış. Gazeteler yeni rektörü haber konusu yaparken geçmiş başarılarına da yer vermek istemiş. Aramışlar, taramışlar. Ortaokul, lise, üniversite ve akademisyenlik hayatında imza attığı bir başarıyı yakalayamamışlar. Gazetecileri bir merak sarmış. Öyle ya rektör olanın geçmişi başarılarla dolu olmalıydı. Başarı yoksa var bu rektörün atanmasında bir hikmet demeye başlamışlar ama nafile. Gazeteciler eski araştırmacı gazeteci olmayınca nasıl bulacaklar? Sonunda gazetecilerin göremediği ve bulamadığı başarıyı bir el onlara göstermiş. Başarımı ilkokulda arayın demiş. Bir bakmışlar ki rektörümüz tüm başarısını ilkokula vermiş ve ilkokuldan almış. Onca akranının arasında ilkokulu birincilikle bitirmiş.

Bu başarıya önce şaşırsam da biraz düşününce hak verdim. İlkokul önemliydi. Çünkü çocuğun kişiliği bu okul kademesinde atılır ve olacak olan çocuk ta ilkokulda iken belli olurdu. Belki de temeli atan öğretmeni öğrencisine, “Yavrum, sen bu aldığın temel ile hiçbir iş yapmasan bile en azından rektör olursun. Yaz bunu bir kenara” demiş olmalı.

Biraz daha düşününce anne ve babaların çocuklarının iyi bir okul ve iyi bir öğretmende okuması için niçin çok çaba sarf ettiğini daha iyi anladım.

Bu rektör şimdi ne yapıyor derseniz, rektör de olsa öğretmeye devam ediyor. İlk öğrettiği de personeline kendisinin kim olduğunu öğretmesi. Sormuş etrafındakilere, ilimiz ve havalisinin son yıllarda yetiştirdiği en büyük alimi kimdir diye? Etrafındakiler düşünüp taşınıp bazı isimler söylemişler. Ama hiçbiri değilmiş rektöre göre. Nereden bilecekler. Çünkü kafaları kalın. Sonunda rektörümüz son noktayı koyar: Bilemediniz diyerek kendi adını söyler. Evet, en büyük alim benim demiş. Rektörün bu tavrı size garip gelebilir. Bence ortada bir gariplik yok. Görmeyen gözlere bu gerçeği birileri söylemeliydi. Rektör de bunu yapmış. Çünkü bir hakkın teslimi her şeyden önce gelir.

Not: Reklam olmasın diye okulun ismini vermedim. Çünkü “Çocuğum rektör olsun” diye veliler okula bir akın ederse, okul lebalep dolar taşar. Sonra ayıkla pirincin taşını. 

23 Şubat 2022 Çarşamba

Yurt Çocukları *

Bu yazımda korunma ihtiyacı olan çocuklara yer vermek istiyorum. Sosyal Hizmetler Kanununun (Kanun numarası 2828) 3.maddesinde “Tanımlar”a, Tanımların b) kısmında ise "Korunmaya ihtiyacı olan Çocuk"; “beden, ruh ve ahlak gelişimleri veya şahsi güvenlikleri tehlikede olup;

            1. Ana veya babasız, ana ve babasız,

            2. Ana veya babası veya her ikisi de belli olmayan,

            3. Ana ve babası veya her ikisi tarafından terkedilen,

            4. Ana veya babası tarafından ihmal edilip; fuhuş, dilencilik, alkollü içkileri veya uyuşturucu maddeleri kullanma gibi her türlü sosyal tehlikelere ve kötü alışkanlıklara karşı savunmasız bırakılan ve başıboşluğa sürüklenen”, demek suretiyle kimlerin korunmaya muhtaç olduğu belirtilmiştir.

Devlet bu kimsesiz çocukları daha önceleri Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğüne (SHÇEK) bağlı yurtlarda bakımını üstlenmiş. Bu yurtların çoğunda taciz ve şiddet olaylarının ayyuka çıkmasıyla, devlet yeniden yapılanmaya gitti. Bu çocukları “Sevgi Evleri” ve benzeri evler adı altında ev/aile ortamında yetiştirmeye başladı. Bu yeni proje ile yetişen çocukların nasıl yetiştiklerini, amaçlananları verip vermediğini ilerleyen yıllarda daha iyi test etme imkanına kavuşmuş olacağız ama bilinen bir gerçek var ki yurt ortamlarında büyütülen çocukların istenildiği şekilde iyi yetiştirilemediğidir.

Kanunun detaylarında, korunmaya muhtaç bu çocukların nasıl, nerelerde, kimler tarafından yetiştirileceğine ve bu çocukların eğitim ve öğretiminin nerelerde yapılacağına dair bilgilere yer verilmiştir.

Devlet bu çocukların karnını doyurmak, harçlığını vermek, barınma ihtiyaçlarını karşılamak ve üniversiteyi bitirinceye kadar okumalarını sağlamanın yanında, bu çocukların devlet kurumlarında istihdam edilmeleri için de aynı kanunun EK Madde 1’inde düzenleme yapmıştır. Buna göre haklarında koruma ve bakım tedbir kararı alınmış çocuklar, fasılalı olarak Aile ve Sosyal Bakanlığının modellerinden yararlanmışsa, reşit olduktan sonra serbest kadro ve pozisyonlarının binde biri bu çocuklara ayrılmaktadır. Yeter ki buralarda yetişen bu çocuklar haklarındaki koruma ve bakım onayı sona erdikten sonra beş yıl içerisinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına başvurmuş olsunlar. İşe yerleştirilmelerinde sırasıyla lisans, ön lisans ve ortaöğretim mezunlarına öncelik verilmektedir.

Korumaya ihtiyaç duyulan çocuklarla ilgili bu kısa bilgilendirmeden sonra bu konuda bir değerlendirmede bulunmak istiyorum. Öncelikle Allah kimseyi annesiz, babasız, terk edilmiş ve devlet koruması altına alınmış eylemesin. Kimseyi bu şekil bir imtihana tabi tutmasın. Devlet adına iş yapanlar ve bu çocukların iaşe, ibate ve eğitim işlerini üstlenenlere de ecir, sabır, vicdan ve merhamet versin. Kendilerine emanet edilen bu çocukları kendi çocukları bilmeyi de nasip etsin. Duam bu şekilde ama maalesef kimsesizlik, sahip çıkılmama ve terk edilme günümüz dünyasının bir gerçeğidir. Bu sahipsiz çocuklara devletin kol kanat germesi, bunlara sahip çıkması, bunların yetişmesi için devletin elinden geleni ardına koymaması, sosyal devletin bir gereğidir.

Şimdi izninizle beni bu yazıyı yazmaya sevk eden konuya değinmek istiyorum. Devletin yeme, içme, barınma ve okuma imkanı verdiği bu çocuklar, devlet kurumlarında istihdam edildikten sonra bunlardan verim alınabiliyor mu? Öyle zannediyorum, istisnalar hariç kahir ekseriyetinde maalesef bir verim yok. Çoğu içine kapanık, hayata küsmüş vaziyetteler. Maaşları olmasına rağmen borç batağı içerisindeler. Toplum içerisinde farklı dünya insanı görüntüsü veriyorlar. Çoğu daire amirleri bunları çalıştıramıyor ve idare yoluna gidiyor. Devletin koruma altına aldığı bu çocuklarla ilgili bir araştırması var mı bilmiyorum ama şayet böyle bir araştırma yapar veya yaptırırsa çok iyi olur. En azından bu çocukların iş hayatına atıldıktan sonra haleti ruhiyesini bilmiş ve tedbir alınmış olunur. Bu çocukların çoğu iş hayatında verimli değilse, devlet bunlara başka bir yol bulabilir. Çünkü hayata küsmüş insanlardan asla verim alınamaz. Günümüz Türkiye’sinde genç nüfusun her geçen yıl iş bulmada zorlandığı, en yüksek KPSS puanıyla atanamayıp iş arayan gençler varken devlet kurumlarına bu şekil verimsiz kişileri almanın doğru olmadığını düşünüyorum. Burada korunmaya muhtaç bu çocuklar ne olacak denebilir. Devlet nasıl ki bu kişileri yetiştiriyor, bakımını yerine getiriyorsa, bunlar için hiç maddiyattan kaçınmıyorsa pekala bunu reşit olduktan sonra da sağlayabilir. En azından devlet kurumlarında iş yapacak gelecek vadeden gençler istihdam edilmiş olur. Yurt çocukları da diğer çocuklar gibi KPSS puanıyla atansın. Nasılsa devlet yetiştiriyor bunları. İnanın, üniversite bitirdiği halde dışarıda boş gezen çocuklar, bu şekil verimsiz insanları devlet kurumlarında gördükçe, keşke benim de ailem olmasaydı, böylece bir işe girmiş olurdum şeklinde düşünceye kapılabilir.

Yazım uzadı biliyorum ama bu vesileyle şu hususa da değinmeden geçemeyeceğim. Devletin sınava tabi tutmadan kura yoluyla atamasını bilen bazı aileler, çocuğum ileride daha kolay atansın diye çocuğuna korunmaya muhtaç kararı da aldırdığı duyumlarını aldım. Eğer böyle ise durum çok vahim gerçekten. Devletin bu tip açıkgöz geçinenlere fırsat vermemesi lazım.

*28/02/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

21 Şubat 2022 Pazartesi

Ahmet Özcan Caddesi *

Fetih ve Ahmet Özcan caddeleri alternatif yollarımızdan biri ve önemli bir işlevi yerine getiriyor. Gördüğüm kadarıyla bazı yerlerde üç şeritli olsa da iki şeridi işleyen bir yol. Bir ışığa yakalanan, 60 hızla gittiği takdirde bir daha ışığa yakalanmıyor. Çünkü caddede yeşil dalga var. Araçlar zamanında kalkar, yolun sağında ve solunda gezinmez, ara yollardan hızı kesen araçlar girmezse, pat önünde biri durmazsa, hiç ışığa yakalanmadan iki şeritli yoldan Ahmet Özcan Caddesinin son ışıklarına kadar varmak mümkün. Çünkü yeşil dalgada saniyeler bile önemli. Bazı sürücülerde duyarlılık olmadığı için yeşil dalga çoğu zaman geçerli olmuyorsa da her ışıkta durmaktan iyidir.

Niyetim bu iki caddeyi anlatmak değil. Burada bir aksaklığa ve trafikteki kargaşaya dikkat çekmek istiyorum. Meram İtfaiye ışıklarından sağa dönüp önümüze gelen ilk ışıktan sonra yol iki şeritli olmasına rağmen tek şeride iniyor. Çünkü şeridin bir tanesi, sağ taraftaki yüksek katlı bina sahiplerinin araçları tarafından işgal edilmiş durumda. Çünkü bir ışıktan diğer ışığa kadar yolun sağı kat maliklerinin park yeri. Işığa iki şerit olarak gelen araçlardan, yolun sağında olanlar, yollarına devam etmek için sola sinyal vererek sol şeritten gelen araçların önüne geçmek zorunda kalıyor. Bu da trafiği aksatıyor.

Ana caddeye araç park edilmesini, park edilen araçların sabahtan akşama orada durmasını inanın anlamış değilim. Oradan geçerken bu yolda park yasağı olması lazım diyorum ama gözüme çarpan bir yasak da göremedim. Gördüğüm kadarıyla evi cadde boyunda olan kat maliklerinin araçlarını ana caddeye park etmesinin önünde hiçbir engel yok. Bu yüzden trafiği tek şeride indirecek şekilde yol boyu park etmeleri analarının ak sütü gibi kendilerine helal. Çünkü ne park yasağı var ne belediye bir şey diyor ne trafik buraya park etmek uygun değil diyor ne de aracını park edenler biz buraya aracımızı park ederken, buradan kalkarken ve park esnasında akan trafiği engelliyoruz. Bu yüzden araçlarımızı ara ve arka sokaklara koyalım diyor.

Burada, sakinlerin araçlarını park edeceği yer yok. Nereye koysunlar. Mecburen yola koyacaklar diyebilirsiniz. Pekala, ara ve arka sokağa koyabilirler. Bunun için biraz yürümeleri gerekecek. Vatandaş, aracını trafiği engellemeyecek şekilde uzağa park edip niye yürüsün. Çünkü bizim anlayışımızda; ev alırken, dükkan kiralarken sadece ev ve dükkanı kiralamıyor veya almıyoruz aynı zamanda yol da bizimdir. Pencereden görecek şekilde aracımız gözümüzün önünde olacak. Trafiği aksatıyormuş. Bu bizim meselemiz değil. Olsa olsa sürücülerin meselesi olur. Yola çıkmışlar ve bu yolu kullanıyorlarsa, ona da katlanacaklar. Millet olarak bakış açımız bu maalesef.

Ahmet Özcan Caddesi çok eski bir cadde olsa, geçmişte planlama eksikliği var diyeceğim ama bu caddenin trafiğe açılmasının fazla bir geçmişi yok. Öyle zannediyorum, buralara bina dikilirken birkaç daire daha fazla çıkarılsın düşüncesiyle park yerleri es geçilmiş. Nasılsa bizim milletimiz işini bilir denmiş olmalı.

Sebep her ne ise bu aşamadan sonra buradaki binalar yıkılamayacağına göre sorumlu yetkililerden istediğimiz, yolu tek şeride indiren bu alternatif ana caddeye araç parkını yasaklanmaları, burada oturanların binanın arka taraflarına araçlarını park etmeleri için bir planlama yapmalarıdır.

*04/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.