20 Ekim 2021 Çarşamba

Dereyi Görmeden Paçaları Sıvamak *

Anne-kız birlikte yaşıyorlar. Annenin en büyük muradı kızının mürüvveti. Ama kızımızın talibi yok. Yaşı geçmiş olmasına rağmen bugünden yarına ufukta bir talipli çıkacağa da benzemiyor. Yani kızımız evde kalmış anlayacağınız. Ama bu, dünyanın sonu mu? Hayır. İlk evlenmeyen bu kız mı? Hayır. Üstelik evlenmeyince masraf da yapılmaz. Çünkü bu devirde düğün yapmak, çeyiz düzmek cep yakar.

Neyse biz gelelim anne kız ikilisine.

Anne dışarıda bir gün. Eve gelip kapıyı bir açmış ki kızı hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Merak, korku, endişe hepsi belirir annede. Ne de olsa anne yüreği. Yürek mi dayanır buna. Sorar kızına.

"Ne oldu kızım sana? Biri bir şey mi yaptı?"

"Yok anne"

"O zaman niye ağlıyorsun, neyin var yoksa hasta mısın?"

"Hayır anne"

"O zaman seni bu derece ağlatan ne?"

"Ben ağlamayayım da kimler ağlasın. Of of, olur mu hiç"

"Kızım söyle artık. Ben senin annenim. Söyle ki derman olayım."

"Tamam anne"

"Hah şöyle. Ağlamayı da bırak. Tane tane anlat."

"Anne, sen yokken ne düşündüm biliyor musun?”

“Ne düşündün kızım?”

“Ben evlendiğimde, çocuğum olacak ya"

"Tamam olacak. "

"Biz yine burada yaşamaya devam edeceğiz."

"Elbette"

"Çocuğumuz bu evde büyüyecek. "

"Evet"

"Ben ağlamayayım da kimler ağlasın."

"Kızım söyle artık. Ağlanacaksa birlikte ağlayalım. Zaten benden başka ağlayacak olanın mı var?"

"Şimdi bizim bu çocuk yani senin torunun; yürüyecek, koşacak, kapıyı açıp dışarı çıkacak."

"Elbette, çocuk bu."

"Düşündüm de of of...Şu kapının ardındaki asılı balta var ya"

"Evet, yıllardır asılı orada" 

"İşte o baltaya ağlarım."

"Kızım, neyine ağlarsın baltanın?"

"Çocuğum tam kapıdan çıkarken o balta çocuğumun boynuna düşüverip boynunu keserse, ne yaparım? İşte buna ağlarım."

Anne bir kapıya, bir kızına bir kapının ardındaki asılı baltaya bakar. Torunu da gözünün önüne gelir. (Nedense damat hiç gözlerinin önüne gelmez. Nasılsa damatlar dış kapının mandalı.) Sonra düşünüyor düşünüyor ve kızına hak veriyor. Gerçekten ne yapacaktı bu durumda? Anne de bu durumdan vazife çıkarır ve oda başlar ağlamaya. Anne-kız salarlar seslerini. Biri oğlum oğlum, diğeri biricik torunum diye ne kadar ağladılar, bilinmez.

Şimdi siz, anne ve kızdaki bu içten ağlamayı garipsediniz. Ne alaka? Zaten evde kalmış, taliplisi yok. Çocuğu nasıl olur, kız nasıl anne olur? Kızı evlenmeyince anne de torun sahibi ve kaynana olamaz. Önce evlenin de çocuğun ve torunun boynunu baltanın kesmesini düşünün, öyle dereyi görmeden paçayı sıvamak olmaz. Zira ortada fol yok, yumurta yok, dediniz. Ben de bu durumda sizi ayıplarım. Bir defa buna umut denir, hayal gücü denir, geleceğe umutla bakmak demektir. Ne belli, birinin dönüp şaşıp kapılarını çalmayacağı. Ayrıca ne zararı var umutla beklemenin ve dereden önce paça sıvamanın. 

Sonra sadece bu anne ve kız mı geleceğe umutla bakan ve paçaları sıvayan. Başkaları yok mu? Mesela sayısını unuttuk bir siyasinin kaç seçim kaybettiğini. O da hiç umudunu kaybetmedi bugüne kadar. Hele bugünlerde hiç olmadığı kadar kendisi umutlu olduğu gibi seçmenlere de umut dağıtıyor. Durmadan vaat veriyor. Hatta bir tarihi milat belirleyerek bürokrasiye bile aba altından sopa gösterebiliyor. Bence bu da haklı. Ne desin, olmayacak böyle hep kayıp hep kayıp mı diyecek. Sonra bunun kime, ne faydası olur. Umut dünyası değil mi bu dünya. Bakarsın talih kuşu konar başına. 

Siz siz olun, umutla yaşayın ve dereyi görmeden paçaları sıvayın.

*22/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

19 Ekim 2021 Salı

Paramız Pul Olmasın mı Diyorsunuz? *

Korkarım, bu gidişle bu millet yetkiyi bana verecek. Hem de adaylık, sandık ve rakip olmadan. Geç başa, al şu ülkenin mührünü, tüm yetki sende. Yeter ki bu ülkeyi sıkıntılardan kurtar diyecek.

Halktaki bu irade ve kararlılığı gören Erdoğan, madem öyle, buyurun boyunuzun ölçüsünü ve ne haliniz varsa görün deyip kenara çekilecek. Erdoğan'ın çekildiğini gören karşı cephe, Erdoğan bile çekildiğine göre biz buna hiç rakip olamayız, pes deyip evlerinin yolunu tutacak.

Verin yetkiyi bana, görün gününüzü demeden, miting meydanlarında koşturmadan, TV ekranlarında görünmeden, kısaca terlemeden ülkenin tüm yetkisi şimdi bana verildi mi? Bakın siz ondan sonrasını. Millet; hayret, ibret, tedirginlik ve heyecan artık ne varsa, nefeslerini tutarak bakalım ne yapacak deyip beni izlemeye koyulacak.

Ve ben ya Allah ya bismillah deyip kolları sıvayarak işe girişeceğim. Girişirken tüm sorunlara birden eğilip işleri ağzıma yüzüme bulaştırmayacağım. Bir öncelik sırası belirleyeceğim. Önce milletin belini büken ekonomiye el atacağım.

İlk işim, uçan rüzgardan etkilenen, öksürükle komaya giren, döviz karşısında eridikçe eriyen, gavur parasıyla beş para etmeyen Türk Lirasından kurtulmak olacaktır. Yerine, paramızı pul eden parayı getireceğim. Bu, dolar olur ya da EURO. Tepki çekmeyecek miyim? Birileri paramıza dokundurmayız eylemleri yapacak. Varsın yapsınlar. Buna hiç pabuç bırakmayacağım.

Varacağım bu eylemcilerin yanına. Açın cüzdanınızı diyeceğim. Cüzdandan çıkan dövizleri diğer eylemciler de görsün diye yere saçacağım. Sonra bunlar ne lan diyeceğim. Onlar; şey… dolar, Euro efendim diyecekler. Ben ne yapıyorum, fiiliyattakini yani cebindekini resmiyete döküyorum. Böylece paranız değerini koruduğu gibi döviz almak için döviz bürolarına da gitmeyeceksiniz. Her gün her saat her saniye döviz ne oldu diye gözünüz döviz kurlarına gitmeyecek, TV’de dizi seyrederken ekranın sağ alt köşesinde dolar şu kadar, EURO bu kadar oldu demeyeceksiniz. Çünkü bunlara ihtiyaç kalmayacak. Dizinizi, dizinize vurmadan bir güzel seyredeceksiniz. Akaryakıt istasyonları döviz kurundan kaynaklı fiyat ayarlaması yapmayacak. Siz de istasyona giderken benzin/mazot/LPG şu kadar olmuş diye fiyatlara bakmayacaksınız. Esnaf/ işletmeler, dolar şu kadar oldu, girdi fiyatları bu kadar oldu, tedarikte sıkıntı çekiyoruz deyip ürünlerine zam yapmayacak. Piyasa zamlardan etkilenmeyecek. Kimse Avrupa’da şu kadar, bu kadar kıyaslaması yapmayacak, bittik demeyecek.

Gördüğünüz gibi paramızı dolar/EURO’ya döndürünce en azından kur farkı kalkacak. Hayat normale dönecek. Piyasadaki rahatlamayı gören eylemciler, zamanında boşu boşuna eylem yapmışız. En iyisi bu, bundan iyisi can sağlığı. Bu adam can simidi gibi imdadımıza yetişti. Şimdiye kadar neredeydi böyle diyecek ve yanıma tıpış tıpış, utana sıkıla gelecek ve emrindeyiz ağabey diyecek.

Para sorununu böyle çözdüğümü gören maşeri vicdan, bu adam bu işi yani en zor işi böyle çözdü ya… diğerleri bunun için çocuk oyuncağı diyecek, ardındayız, öl de ölelim diyerek ardımda saf tutacak. Ondan sonra görsün dış güçler bizi…

*23/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Makamların Yuttukları *

Kayseri'de iki yıl aynı sınıfta okuduğum Sivaslı bir arkadaşım aradı 10-15 yıl önce. Hal hatır derken kimlerle görüşüyorsun dedi. Birkaç kişinin ismini saydım. Tokatlı bir arkadaşın da adını söyledim. Numarasını bir ver. Bir de ben görüşeyim dedi. Numarayı verdikten sonra aradığında kendini tanıtma. Ankara'dan aradığını, Tokat'taki başarılarını takdir ettiklerini, size Ankara'dan bir yöneticilik vermek istediğini söyle. Bakalım ne diyecek dedim ve görüşmeyi sonlandırdık.

Bir iki hafta sonra Tokatlı arkadaşı aradım. Telefonu açar açmaz "Bu sensin değil mi, tabii ya. Nasıl düşünemedim. Bunu senden başkası yapamaz." dedi. Ne oldu, hayırdır dedim. Başladı anlatmaya: Beni Ankara'dan aradı biri. Çalışmalarımla Tokat'ta göz doldurduğumu, beni Ankara'da bir makamda yönetici olarak değerlendirmek istediklerini söyledi. Ben de kendisine benim sınav puanım yok. Yönetici olmak için sınav puanı gerekiyor. Bu durumda ben yönetici olamam. Çünkü şartlarım tutmuyor, dedim. Sınav bizim için çocuk oyuncağı. Sen yeter ki he dedi. Ben de tamam o zaman. Mademki bu iş sınavsız da oluyor. O zaman beni Tokat'ta bir okulda değerlendirseniz olmaz mı dedim. Olur tabi. Sen yeter ki müdürlüğü boş bir okul söyle dedi. Ben de falan falan okullar boş. Bunlardan birine atayın dedim. Karşımdaki gülmeye başladı. Meğerse kendisini Ankara'dan bir bürokrat olarak tanıtan bizim Sivaslı E.... imiş. Beni işletti. Ama bunu yaptığınıza sevindim. Böyle yapmakla bendeki makam sevgisi ve hırsı ortaya çıkmış oldu. İçimdeki zaaf ortaya çıktı. Hemen atladım. Amma da seviyormuşum makamı. Allah beni af etsin, dedi. 

Anekdotun sahibi harbi bir arkadaş. Ne ise odur. Kendisine yaptığımız şakayı kaldırdığı gibi bir özeleştiri yaparak içindeki makam sevgisi ve beklentisinin olduğunu açıkça ifade etti. Bu arkadaşın samimi itirafını yapamayan çok aramızda. 

Yazımın bundan sonraki kısmını adını vermeden bu meslek grubunun para ve makamla imtihanına ayıracağım. Elbette her meslek grubu içinde para hırsı ve makam beklentisi içerisinde olanlar var ama bir meslek grubu var ki para ve makam konusunda bu meslek grubunun eline hiçbir meslek grubu su dökemez. 

Bir zamanlar okullarda ders yükü en az olan, doğru dürüst maaş karşılığını dolduramayan genellikle tek maaşla çalışan ve yönetici görevlerinden uzakta olan bu kesimin serüveni, istisnalar hariç bilgisayar formatörlüğü ile başladı. Her ne kadar bilişim laboratuvarı olan okullarda öncelikli olarak bu görev bilişim teknolojileri öğretmenlerine ait ise de her okulda bu branşta öğretmen olmadığı için bu meslek grubu okullarda bilgisayar formatörlüğüne müracaat etti. Yeter ki bilgisayarı açıp kapamayı bilsin. Karşılığında da 18 saat ek ders ücreti aldılar. Bir nevi idari görev gibi olan bu görevde biraz tecrübelenince bu kesim, vekaleten yöneticiliğe terfi etti. Okul müdürlüğü ve yardımcılığı, il-ilçe şube müdürlüğü ve milli eğitim müdürlüğü, öğretmenevi müdürlüğü vs. Yani nerede boş bir makam varsa bunlar öncelikli olarak vekil tayin edildi.

Vekaletler bu kesimi kesmedi. Zira ne de olsa geçici bir görev. Bu idari tecrübelerini mutlaka bir yerlerde değerlendirmeleri gerekirdi. Çünkü o kadar tecrübe boşa gidecekti. Bu da düşünüldü. 2014 yılında çıkarılan bir torba kanunla, okullarda dört yılını dolduran müdür ve müdür yardımcılarının görevlerinin “asli görev” olmadığı icat edildi. Onlar önce asli görevleri olan öğretmenliğe döndürüldü. Sonra bunların başarılı olup olmadığını geriye dönük puanlatıldı. Bu puanlama işi de çoğunlukla bu meslek grubundan olanlara ihale edildi. Onlara dendi ki eleyin, şunları. Boşaltın koltukları. Yerine öncelikli olarak sizin branşınızdan olmak üzere biz istediğimizi dolduralım. Bakalım bu işi yapabilecek misiniz? Şayet bu işi yaparsanız, halihazırda vekaleten atandığınız bu göreve sizi asaleten atayacağım müjdesi verildi. Allah var, bu işi de iyi yaptılar. Neredeyse elemedikleri müdür ve yardımcı kalmadı. Kalitenin tesadüf olmadığı görüldü.

Şimdi geldi okullardaki boşalan koltukları doldurmaya. Nasıl doldurulacaktı? Bunun da yolu bulundu. Mülakatla alım kararı verildi. Mülakata, elenen yöneticilerden fazla müracaat oldu. Hiç idarecilik yapmayanlar bile koştu ben müdür ya da yardımcı olacağım diye. Oluşturulan mülakat komisyonu karpuz seçer gibi müdür ve yardımcı seçti. Seçilenler içerisinde aslan payını yine bu kesim aldı. Şimdi çoğu okullarda bu meslek grubundan idarecilerin ağırlığı var. Bu kesimden doldurulamayan yerlere de başka meslek grupları adam yokluğundan yönetici olarak takviye edildi.

Hasılı, bu meslek grubu; bilgisayar formatorlüğü, vekaleten ve asaleten idarecilik görevinin ardından kabuğuna sığmaz oldu. Bugün nereye, hangi yönetim kadrosuna bakarsanız bu meslek grubundan yöneticiler görürsünüz: Kah okul müdürü kah yardımcı kah il-ilçe milli eğitim müdürü kah şube müdürü kah öğretmenevi müdürü kah STK ve sendika başkanı vs. Bu kesim yöneticiliğe doydu dense yeridir.

Sözün özü, bu kesimin imtihanı da bu: Para ve makam. Kaçı imtihanı yüzünün akıyla geçti kaçı da makamı eline yüzüne bulaştırdı. Bu da bir araştırma konusu. Ama görünen bir gerçek var ki bu kesimin -çoğunluğunun- bilinçaltında para var, makam var. Sanki analarından makam için doğmuşlar. Merak ediyorum, içlerindeki bu makam hırsını geçmişte bu kadar nasıl öteleyebildiler?

*18/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.