Ana içeriğe atla

Dereyi Görmeden Paçaları Sıvamak *

Anne-kız birlikte yaşıyorlar. Annenin en büyük muradı kızının mürüvveti. Ama kızımızın talibi yok. Yaşı geçmiş olmasına rağmen bugünden yarına ufukta bir talipli çıkacağa da benzemiyor. Yani kızımız evde kalmış anlayacağınız. Ama bu, dünyanın sonu mu? Hayır. İlk evlenmeyen bu kız mı? Hayır. Üstelik evlenmeyince masraf da yapılmaz. Çünkü bu devirde düğün yapmak, çeyiz düzmek cep yakar.

Neyse biz gelelim anne kız ikilisine.

Anne dışarıda bir gün. Eve gelip kapıyı bir açmış ki kızı hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Merak, korku, endişe hepsi belirir annede. Ne de olsa anne yüreği. Yürek mi dayanır buna. Sorar kızına.

"Ne oldu kızım sana? Biri bir şey mi yaptı?"

"Yok anne"

"O zaman niye ağlıyorsun, neyin var yoksa hasta mısın?"

"Hayır anne"

"O zaman seni bu derece ağlatan ne?"

"Ben ağlamayayım da kimler ağlasın. Of of, olur mu hiç"

"Kızım söyle artık. Ben senin annenim. Söyle ki derman olayım."

"Tamam anne"

"Hah şöyle. Ağlamayı da bırak. Tane tane anlat."

"Anne, sen yokken ne düşündüm biliyor musun?”

“Ne düşündün kızım?”

“Ben evlendiğimde, çocuğum olacak ya"

"Tamam olacak. "

"Biz yine burada yaşamaya devam edeceğiz."

"Elbette"

"Çocuğumuz bu evde büyüyecek. "

"Evet"

"Ben ağlamayayım da kimler ağlasın."

"Kızım söyle artık. Ağlanacaksa birlikte ağlayalım. Zaten benden başka ağlayacak olanın mı var?"

"Şimdi bizim bu çocuk yani senin torunun; yürüyecek, koşacak, kapıyı açıp dışarı çıkacak."

"Elbette, çocuk bu."

"Düşündüm de of of...Şu kapının ardındaki asılı balta var ya"

"Evet, yıllardır asılı orada" 

"İşte o baltaya ağlarım."

"Kızım, neyine ağlarsın baltanın?"

"Çocuğum tam kapıdan çıkarken o balta çocuğumun boynuna düşüverip boynunu keserse, ne yaparım? İşte buna ağlarım."

Anne bir kapıya, bir kızına bir kapının ardındaki asılı baltaya bakar. Torunu da gözünün önüne gelir. (Nedense damat hiç gözlerinin önüne gelmez. Nasılsa damatlar dış kapının mandalı.) Sonra düşünüyor düşünüyor ve kızına hak veriyor. Gerçekten ne yapacaktı bu durumda? Anne de bu durumdan vazife çıkarır ve oda başlar ağlamaya. Anne-kız salarlar seslerini. Biri oğlum oğlum, diğeri biricik torunum diye ne kadar ağladılar, bilinmez.

Şimdi siz, anne ve kızdaki bu içten ağlamayı garipsediniz. Ne alaka? Zaten evde kalmış, taliplisi yok. Çocuğu nasıl olur, kız nasıl anne olur? Kızı evlenmeyince anne de torun sahibi ve kaynana olamaz. Önce evlenin de çocuğun ve torunun boynunu baltanın kesmesini düşünün, öyle dereyi görmeden paçayı sıvamak olmaz. Zira ortada fol yok, yumurta yok, dediniz. Ben de bu durumda sizi ayıplarım. Bir defa buna umut denir, hayal gücü denir, geleceğe umutla bakmak demektir. Ne belli, birinin dönüp şaşıp kapılarını çalmayacağı. Ayrıca ne zararı var umutla beklemenin ve dereden önce paça sıvamanın. 

Sonra sadece bu anne ve kız mı geleceğe umutla bakan ve paçaları sıvayan. Başkaları yok mu? Mesela sayısını unuttuk bir siyasinin kaç seçim kaybettiğini. O da hiç umudunu kaybetmedi bugüne kadar. Hele bugünlerde hiç olmadığı kadar kendisi umutlu olduğu gibi seçmenlere de umut dağıtıyor. Durmadan vaat veriyor. Hatta bir tarihi milat belirleyerek bürokrasiye bile aba altından sopa gösterebiliyor. Bence bu da haklı. Ne desin, olmayacak böyle hep kayıp hep kayıp mı diyecek. Sonra bunun kime, ne faydası olur. Umut dünyası değil mi bu dünya. Bakarsın talih kuşu konar başına. 

Siz siz olun, umutla yaşayın ve dereyi görmeden paçaları sıvayın.

*22/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde