Ana içeriğe atla

Makamların Yuttukları *

Kayseri'de iki yıl aynı sınıfta okuduğum Sivaslı bir arkadaşım aradı 10-15 yıl önce. Hal hatır derken kimlerle görüşüyorsun dedi. Birkaç kişinin ismini saydım. Tokatlı bir arkadaşın da adını söyledim. Numarasını bir ver. Bir de ben görüşeyim dedi. Numarayı verdikten sonra aradığında kendini tanıtma. Ankara'dan aradığını, Tokat'taki başarılarını takdir ettiklerini, size Ankara'dan bir yöneticilik vermek istediğini söyle. Bakalım ne diyecek dedim ve görüşmeyi sonlandırdık.

Bir iki hafta sonra Tokatlı arkadaşı aradım. Telefonu açar açmaz "Bu sensin değil mi, tabii ya. Nasıl düşünemedim. Bunu senden başkası yapamaz." dedi. Ne oldu, hayırdır dedim. Başladı anlatmaya: Beni Ankara'dan aradı biri. Çalışmalarımla Tokat'ta göz doldurduğumu, beni Ankara'da bir makamda yönetici olarak değerlendirmek istediklerini söyledi. Ben de kendisine benim sınav puanım yok. Yönetici olmak için sınav puanı gerekiyor. Bu durumda ben yönetici olamam. Çünkü şartlarım tutmuyor, dedim. Sınav bizim için çocuk oyuncağı. Sen yeter ki he dedi. Ben de tamam o zaman. Mademki bu iş sınavsız da oluyor. O zaman beni Tokat'ta bir okulda değerlendirseniz olmaz mı dedim. Olur tabi. Sen yeter ki müdürlüğü boş bir okul söyle dedi. Ben de falan falan okullar boş. Bunlardan birine atayın dedim. Karşımdaki gülmeye başladı. Meğerse kendisini Ankara'dan bir bürokrat olarak tanıtan bizim Sivaslı E.... imiş. Beni işletti. Ama bunu yaptığınıza sevindim. Böyle yapmakla bendeki makam sevgisi ve hırsı ortaya çıkmış oldu. İçimdeki zaaf ortaya çıktı. Hemen atladım. Amma da seviyormuşum makamı. Allah beni af etsin, dedi. 

Anekdotun sahibi harbi bir arkadaş. Ne ise odur. Kendisine yaptığımız şakayı kaldırdığı gibi bir özeleştiri yaparak içindeki makam sevgisi ve beklentisinin olduğunu açıkça ifade etti. Bu arkadaşın samimi itirafını yapamayan çok aramızda. 

Yazımın bundan sonraki kısmını adını vermeden bu meslek grubunun para ve makamla imtihanına ayıracağım. Elbette her meslek grubu içinde para hırsı ve makam beklentisi içerisinde olanlar var ama bir meslek grubu var ki para ve makam konusunda bu meslek grubunun eline hiçbir meslek grubu su dökemez. 

Bir zamanlar okullarda ders yükü en az olan, doğru dürüst maaş karşılığını dolduramayan genellikle tek maaşla çalışan ve yönetici görevlerinden uzakta olan bu kesimin serüveni, istisnalar hariç bilgisayar formatörlüğü ile başladı. Her ne kadar bilişim laboratuvarı olan okullarda öncelikli olarak bu görev bilişim teknolojileri öğretmenlerine ait ise de her okulda bu branşta öğretmen olmadığı için bu meslek grubu okullarda bilgisayar formatörlüğüne müracaat etti. Yeter ki bilgisayarı açıp kapamayı bilsin. Karşılığında da 18 saat ek ders ücreti aldılar. Bir nevi idari görev gibi olan bu görevde biraz tecrübelenince bu kesim, vekaleten yöneticiliğe terfi etti. Okul müdürlüğü ve yardımcılığı, il-ilçe şube müdürlüğü ve milli eğitim müdürlüğü, öğretmenevi müdürlüğü vs. Yani nerede boş bir makam varsa bunlar öncelikli olarak vekil tayin edildi.

Vekaletler bu kesimi kesmedi. Zira ne de olsa geçici bir görev. Bu idari tecrübelerini mutlaka bir yerlerde değerlendirmeleri gerekirdi. Çünkü o kadar tecrübe boşa gidecekti. Bu da düşünüldü. 2014 yılında çıkarılan bir torba kanunla, okullarda dört yılını dolduran müdür ve müdür yardımcılarının görevlerinin “asli görev” olmadığı icat edildi. Onlar önce asli görevleri olan öğretmenliğe döndürüldü. Sonra bunların başarılı olup olmadığını geriye dönük puanlatıldı. Bu puanlama işi de çoğunlukla bu meslek grubundan olanlara ihale edildi. Onlara dendi ki eleyin, şunları. Boşaltın koltukları. Yerine öncelikli olarak sizin branşınızdan olmak üzere biz istediğimizi dolduralım. Bakalım bu işi yapabilecek misiniz? Şayet bu işi yaparsanız, halihazırda vekaleten atandığınız bu göreve sizi asaleten atayacağım müjdesi verildi. Allah var, bu işi de iyi yaptılar. Neredeyse elemedikleri müdür ve yardımcı kalmadı. Kalitenin tesadüf olmadığı görüldü.

Şimdi geldi okullardaki boşalan koltukları doldurmaya. Nasıl doldurulacaktı? Bunun da yolu bulundu. Mülakatla alım kararı verildi. Mülakata, elenen yöneticilerden fazla müracaat oldu. Hiç idarecilik yapmayanlar bile koştu ben müdür ya da yardımcı olacağım diye. Oluşturulan mülakat komisyonu karpuz seçer gibi müdür ve yardımcı seçti. Seçilenler içerisinde aslan payını yine bu kesim aldı. Şimdi çoğu okullarda bu meslek grubundan idarecilerin ağırlığı var. Bu kesimden doldurulamayan yerlere de başka meslek grupları adam yokluğundan yönetici olarak takviye edildi.

Hasılı, bu meslek grubu; bilgisayar formatorlüğü, vekaleten ve asaleten idarecilik görevinin ardından kabuğuna sığmaz oldu. Bugün nereye, hangi yönetim kadrosuna bakarsanız bu meslek grubundan yöneticiler görürsünüz: Kah okul müdürü kah yardımcı kah il-ilçe milli eğitim müdürü kah şube müdürü kah öğretmenevi müdürü kah STK ve sendika başkanı vs. Bu kesim yöneticiliğe doydu dense yeridir.

Sözün özü, bu kesimin imtihanı da bu: Para ve makam. Kaçı imtihanı yüzünün akıyla geçti kaçı da makamı eline yüzüne bulaştırdı. Bu da bir araştırma konusu. Ama görünen bir gerçek var ki bu kesimin -çoğunluğunun- bilinçaltında para var, makam var. Sanki analarından makam için doğmuşlar. Merak ediyorum, içlerindeki bu makam hırsını geçmişte bu kadar nasıl öteleyebildiler?

*18/03/2022 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros Ulu adıyla yayımlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde