8 Ekim 2021 Cuma

Oğlumla Başım Dertte *

—Baba, seninle biraz konuşabilir miyim? Bana bugünlerde biraz soğuksun da. 

—Bugünlerde mi? 

—Evet. 

—Kaç bugünler ve yıllar evlat. Ama geç de olsa hoşnutsuzluğumun farkına varmana sevindim. Söyle bakayım ne söyleyeceksen. Tabi söyleyecek sözün ve yüzün kalmışsa. 

—Ben ne yaptım da bana soğuksun? Halbuki ben hep ailem için sizler için gece gündüz çalıştım. Aile şirketimizi geliştirmek için çabaladım. Uyumadım doğru dürüst. Koşturdum hep. Hala da koşturuyorum.

—Oğlum, koşturuyorsun da boş koşturuyorsun. O kadar koşturuyorsun. Durumumuz, sıfır elde var sıfır.

—Ne münasebet baba. Zamanında bana bu krediyi veren sensin. Bir zamanlar iyi yaptığımı da söyledin hep. Üstelik aile şirketinin patronu olarak aile içinde hep seçimle yönetim kurulu başkanı seçildim. Şimdi ne oldu böyle? Seni biri doldurmuş olmalı. Kardeşlerimden daha iyi yönetmiyor muyum?

—Dolduruşa geldiğim falan yok. Senin başkanlığının arkasında hep ben oldum. Kardeşlerine seni tercih ettim. Onların yönetim kurulu başkanlığı ortalama 1,5 yıl iken sana 20 sene şans verdim.

—E, daha ne?

—Gördüğüm kadarıyla sana verilen şans ve krediyi hoyratça kullanmışsın. Şirketin içini boşaltmışsın. Bütün bunları yaparken ve karar alırken yönetim kurulundaki kardeşlerini hep bypass etmişsin. İstişareyi bırakıp hep kendi başına buyruk hareket etmeye başlamışsın. Onları dışlamışsın. İki lafının biri, tüm yetki bende. Ben seçimle geldim deyip duruyormuşsun. Tamam, böyle olmanın müsebbibi biziz. Sen, yetkiyi tek başına bana verin dedin. O zaman görün şirketin halini dedin. Biz de sana güvenerek verdik. İyi de görüyorum ki bu güveni kötüye kullanıyorsun. Haydi, bundan geçtim. Oğlum, şirket gerisin geriye gidiyor. Yeterince mal üretemiyorsun, çalıştırdıklarına geçinebilecekleri maaş vermiyorsun, ürünlerine girdi fiyatlarını gerekçe göstererek durmadan zam yapıyorsun. Haliyle piyasada yarışamaz oldun. Şirketin müşterisi her geçen gün azalıyor ve erimeye devam ediyor. Tüm bunlara nerede hata yaptım diye bir tespitte bulunup tedbir alacağına, yok bir şey deyip burnunun dikine gidiyorsun. Şirketin kasasında bir kuruş para olmadığı gibi borçlanmışsın bir de. Hani sen faize karşıydın? Faizle borç almak da nereden çıktı? Kötü günler için kenarda tuttuğumuz parayı da harcamışsın. Durum bu iken itibarından ödün vermemek için har vurup harman savuruyorsun. Oğlum, gerekli gereksiz harcamayla itibar gelmez. Merak ediyorum, şirketin borcu ne kadar biliyor musun? Gördüğüm kadarıyla şirketimiz kriz içerisinde. Can çekişiyor. Ama sana göre her şey güllük gülistanlık. Hep kendini ve yaptıklarını kardeşlerinin yaptıklarıyla karşılaştırıyorsun. Mübarek, onlarla kendini kıyaslamayı bırak artık. Sen yirmi yıldır bu işin kesintisiz başındasın. Onlar ise 1,5, bilemedin iki yıl şirketi yönetti. Kıyasın bile garip. Sen eskiden böyle değildin. Bir konuşma hastalığı meydana gelmiş sende. Maşallah, hamasette üstüne yok. Asıyorsun, kesiyorsun. İnsanları ve çevrendekileri kırıp geçiriyorsun. Onlara parmak sallıyorsun. Köklü alışveriş yaptığımız firmalarla önce köprüleri bir güzel atıyorsun. Onlarla Filistin-İsrail gibi oluyorsun. Birkaç yıl sonra hiçbir şey olmamış gibi onlara yeniden yanaşıyorsun. Madem onlar kötüydü, niye yanaşıyorsun? Madem iyilerdi, niçin kötü oldun? Çocuk oyuncağı mı bu? Bir defa şirket yönetimi, şirketin menfaati neyi gerektiriyorsa onu yapmakla olur. Merak ediyorum, böyle yap-boz tahtasıyla nereye kadar gideceksin? Bu gidişin duvara toslamakla sona erecek. Kendin duvara toslayacaksın ama zararını tüm aile şirketi görecek ve çekecek. Eski itibarımızdan da eser kalmadı. Bize güvenenler de mahcup olacak. Çünkü şirketi okuyamıyorsun. Demedi deme. Yeni yönetim kurulu oylamasında eski aldığın oyu alamayacaksın. Bu da seni bitirir. Yol yakınken şirket çalışanlarını ben gidersem falan gelir diyerek korkutmayı bırak, adam gibi tespit-teşhis ve tedavi yaparak bu gidişe son ver. Tabi tüm bunları yapacak irade, güç ve kapasite kalmışsa. Eğer yeni bir rektifiyeye gireceksen önce yanına aldığın menfaatçi ve çapsız yardımcılarını değiştir. Eskiden olduğu gibi yanına kalite insanları al. Unutma ki insanın kalitesi çalıştığı insanlardan belli olur.


* 13/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

7 Ekim 2021 Perşembe

Tüm Suç, Güç Zehirlenmesi Yaşayanlarda mı? *

—Babacığım, haberleri izleme ve gündemi takip etme özelliğim yok. Biliyorsun ben z neslindenim. Ama bu demek değildir ki kamuoyunda olup biten çoğu şeye biganeyim. Zaman zaman göz ucuyla da olsa ülkede olup bitenlere kulak kabartıyorum. Ülkemi çok seviyorum. Yaratılanlar, Yaradan’dan ötürü kabulümdür. Fakat ne ülkemi ne de insanımızı anlayabiliyorum. Hele siyasileri hiç anlamıyorum.

—Bu kanaate nereden vardın evlat?

—Ülkemde gökkuşağının tüm renkleri olmasına rağmen renkler ikiye indirilmiş, her şey siyah ve beyaz üzerine kurulu. Bir şey ya siyahtır ya da beyaz. Bugüne kadar hiç ortasını görmedim. İnsanlar birileri tarafından kutuplaştırılmış. O birileri, yeri geliyor pireyi deve yapıyor yeri geliyor, deve pire kadar yer kaplamıyor. Birileri özellikle siyasiler, gündem olarak halka ne dayatıyorlarsa halk kendilerine dayatılan gündemle yatıp kalkıyor. Saflar da hazır: Ya siyahı ya da beyazı seçecekler. Örnek vermem gerekirse, bir konuda doğru ve yanlış belli olmasına, bir sözü kimin söyleyip söylemediği bilinmesine rağmen gözünün içine baka baka “falan söyledi” denebiliyor. Halk da falanın söylemediğini bildiği halde buna inanıyor. Ölümüne sevgi, ölümüne kutuplaşma dedikleri böyle bir şey olsa gerek. İnsanların gözü kör olduğu gibi vicdanları da körelmiş. Nabza göre şerbet veriliyor. Durmadan zikzak çiziliyor. U dönüşü yapılıyor. Böyle, doğru nasıl ortaya çıkacak? Konuşuyorum ama bir şey demiyorsun?

—Ne diyeyim evlat. Sözün bittiği yerdeyiz zira. Tespitlerinde yerden göğe haklısın ama alacağın yok. Zira büyüklerimiz daha iyi bilir. Biz ne anlarız ki bu işlerden. Onlar ne dedi ise biz buna teşneyiz.

—İyi de doğruya doğru, yanlışa yanlış demek gerekmez mi?

— Öyle demek gerekir ama hiç tavsiye etmem. Sonra kimse doğrunun peşinde falan değil. Onlar, bu doğru derlerse bizim için doğru odur. Yanlış demişlerse bizim için yanlış odur. Hak ve haklı arama. Zaten ararsan da bulamazsın. Bulsan da alacağın olmaz. Hak dediğin şey gücün elindedir. Güç ise daima haklıdır. “Üst daima haklıdır, bilhassa haksız olduğu anlarda” sözünü de hiç unutma. Zira bu ülkede bu işler böyle yürür. Bundan, gücün peşinde koşanlar da memnun, gücü elinde bulunduranlar da. Neyse fazla uzatmadan şu hikayeyi anlatayım da ne demek istediğim daha iyi anlaşılmış olsun:

“Küfeli bir Hz. Ali destekçisi, dişi devesi ile Şam'a gitmiş. Devesini bir direğe bağlamış. İşini gördükten sonra döndüğünde, Şamlı bir tüccarın devesine sahip çıktığını görmüş. ‘Bu deve benim erkek devem' diyormuş Şamlı. Tartışmışlar ama sonuç alamayınca görevliler gelmiş. Konuyu Şam Valisi Muaviye'ye götürmüşler.

Muaviye meydandaki ahaliye sormuş: ‘Bu deve Şamlının mı Küfelinin mi?'

Ahali bağırmış: ‘Şamlının' (bence de) 

Muaviye sormuş: ‘Deve erkek mi dişi mi' diye. 

Ahali, deve dişi olduğu halde hep birlikte bağırmış: ‘Erkek' (bence de) 

Muaviye, Küfeliyi yanına çağırıp şunu söylemiş: ‘Git Ali'ye söyle, Şam'da bir Vali var. Dişi deveye erkek deyince inanan binlerce taraftarı var.”

Burada tüm suç Muaviye’nin mi yoksa rakibine karşı güç gösterisinde bulunan, ona aba altından sopa gösteren Muaviye’ye şeksiz şüphesiz, ölümüne destek veren Şamlıların mı?

Aman, neyse ne. Bir konuda büyüklerim ne diyorsa odur benim için. Doğru mu? Hiç umurumda değil.

* 09/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

6 Ekim 2021 Çarşamba

Baştan Böyle Olmalıydı *

Ülkemizde koronavirüs ile ilgili ilk pozitif vakanın, 2019 Martında tespit edildiğini hepimiz hatırlıyoruz. O günden bugüne, toplumun çoğunluğu aşı adayı aşılarla aşılanmış olmasına rağmen covid-19 ile yaşamaya devam ediyoruz.

Bu yazımda, salgınla mücadele konusunda ülkemizin uygulamaya koyduğu iki farklı hususa işaret etmek istiyorum. Çünkü salgın dolayısıyla 2019 Martından 2021 Temmuz ayına kadar farklı, 2021’den bugüne farklı uygulamaları hayata geçirdik.

Ülkemizde ilk pozitif vakanın tespit edildiği Mart 2019’da ne yapmıştık? Kısaca değinmek isterim: Testi pozitif çıkan bir hasta dolayısıyla üniversiteler dahil tüm okulları kapatmış, risk barındıran bazı sektörlere çalışma yasağı koymuş, esnek (dönüşümlü, daha az mesai ve uzaktan) mesaiye geçilmiş, hafta sonu çıkış yasakları uygulamaya konmuştu. Kısıtlılıktan dolayı evde geçirmek zorunda kaldığımız günlerin sayısı saymakla bitmez. Yediden yetmişe, akşam sabah hastalığı konuştuk. Maske-mesafe ve temizlik üçlemesini belleklerimize işledik. Kısaca hayatı durdurmuştuk. 2019’da başlayan bu kısıtlılıklar, temmuz gibi biraz esnetilse de virüsün artışa geçmesiyle birlikte yeniden kapandık. Üniversiteler 2019 Martında kapılarına kilit vurarak uzaktan eğitime geçti. Öğrenciler 1,5 yıl yani üç dönem yüz yüze öğretimden mahrum kaldı. Milli Eğitime bağlı okullar ise kah açıldı kah kapandı. Bu süreçte canlı yayın vazgeçilmezimiz oldu. Milli Eğitim Eski Bakan’ı Ziya Selçuk okulları açtım, açıyorum, şu tarihte açacağım, Bilim Kurulunun önerisini bekliyorum diyerek okulların açılmasıyla ilgili hep umut verdi ama ne üst kurulunu ne de Bilim Kurulunu aşabildi. Maalesef yüz yüze eğitimden, ağırlıklı olarak 8.ve 12.sınıf öğrencilerimiz ve DYK kurslarına giden öğrencilerimiz bir nebze faydalanabildi.

2021 Temmuzuna geldiğimizde, yasakların tümünü kaldırdık. Salgın bitti de mi kaldırdık? Hayır, salgın aşıya rağmen tüm hızıyla devam ediyor. İsterseniz, 5 Ekim tarihli covid-19 tablosuna bir göz atalım: Testi pozitif çıkan hasta sayısı 29.802, ölen sayısı ise 228 kişi. Bu tabloya rağmen okullarımız açık, esnaf işinin başında, tüm sektörler çalışıyor. Yani hastalığa rağmen hem sosyal hayat hem iş hayatı hem de eğitim ve öğretim devam ediyor. 30 bine yaklaşan hasta sayısına rağmen ne Bilim Kurulu kapanalım önerisiyle geliyor ne de hükümet kapanma ile ilgili ihsasta bulunuyor. Bilim Kurulu üyeleri de her akşam bir TV kanalında korku pompalamıyor.

Bu duruma yani 2019 Martından 2021 Temmuzuna, 2021 Temmuzundan bugüne bakıldığı zaman iki zıt uygulama ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılmakta. Pozitif bir vaka ile başlayan süreçte, 2 yıldan fazla hayatı durdurduk. Vaka sayısı 30 binlerde gezinmesine rağmen başta okullar olmak üzere her sektör açık. Hem Milli Eğitim Bakanı hem de siyasi irade, virüs ne kadar artarsa artsın, okulları kapatmayı telaffuz bile etmiyor. Sınıflar karantinaya alınabilir ama okullar asla kapanmayacak açıklaması yapıyorlar.

Bu birbirine zıt iki farklı uygulamadan doğru olanı; maske, mesafe ve temizlik kuralına uymak suretiyle okul, iş ve sosyal hayatın devam etmesiydi. Siyasi irade bugün doğru olanı yapıyor ve bu doğru uygulama için maalesef çok gecikildi. Keşke bugün ortaya konan bu irade, ilk pozitif vaka çıktığı zaman ortaya konabilseydi, bugün boğuştuğumuz birçok sorunla ya karşılaşmamış ya da sorunu bertaraf etmiş olurduk. En azından daha az hasarla yolumuza devam edebilirdik. Çünkü bugün yaşadığımız birçok sıkıntının menşei, salgın dolayısıyla kapanmamızdır.

Yazımı “Başka Ne Bekleniyordu” başlıklı 15/06/2020 tarihli yazımdan bir alıntı ile sonlandırmak istiyorum: “…Bu durumda yapılacak şey, geri kalan koronavirüslü günlerimizi, sürü bağışıklığı sistemi ile götürmek. Temenni etmem ama giden gitsin, kalan sağlar bizim olsun. Zira bu ülkenin ekonomisi, tekrar evlere kapanmayı kaldıramaz. Biz ekonomide üretime dayalı yeni bir seferberlik başlatmaz, kepenk kapattığımız günleri/ayları telafi etmez, çalışmaya yeniden ara verirsek koronavirüsün öldüremediği geri kalanı da gittikçe kötüye giden mali durumumuz götürür: 70 sente muhtaç oluruz. Allah muhafaza!

* 08/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.