Ana içeriğe atla

Baştan Böyle Olmalıydı *

Ülkemizde koronavirüs ile ilgili ilk pozitif vakanın, 2019 Martında tespit edildiğini hepimiz hatırlıyoruz. O günden bugüne, toplumun çoğunluğu aşı adayı aşılarla aşılanmış olmasına rağmen covid-19 ile yaşamaya devam ediyoruz.

Bu yazımda, salgınla mücadele konusunda ülkemizin uygulamaya koyduğu iki farklı hususa işaret etmek istiyorum. Çünkü salgın dolayısıyla 2019 Martından 2021 Temmuz ayına kadar farklı, 2021’den bugüne farklı uygulamaları hayata geçirdik.

Ülkemizde ilk pozitif vakanın tespit edildiği Mart 2019’da ne yapmıştık? Kısaca değinmek isterim: Testi pozitif çıkan bir hasta dolayısıyla üniversiteler dahil tüm okulları kapatmış, risk barındıran bazı sektörlere çalışma yasağı koymuş, esnek (dönüşümlü, daha az mesai ve uzaktan) mesaiye geçilmiş, hafta sonu çıkış yasakları uygulamaya konmuştu. Kısıtlılıktan dolayı evde geçirmek zorunda kaldığımız günlerin sayısı saymakla bitmez. Yediden yetmişe, akşam sabah hastalığı konuştuk. Maske-mesafe ve temizlik üçlemesini belleklerimize işledik. Kısaca hayatı durdurmuştuk. 2019’da başlayan bu kısıtlılıklar, temmuz gibi biraz esnetilse de virüsün artışa geçmesiyle birlikte yeniden kapandık. Üniversiteler 2019 Martında kapılarına kilit vurarak uzaktan eğitime geçti. Öğrenciler 1,5 yıl yani üç dönem yüz yüze öğretimden mahrum kaldı. Milli Eğitime bağlı okullar ise kah açıldı kah kapandı. Bu süreçte canlı yayın vazgeçilmezimiz oldu. Milli Eğitim Eski Bakan’ı Ziya Selçuk okulları açtım, açıyorum, şu tarihte açacağım, Bilim Kurulunun önerisini bekliyorum diyerek okulların açılmasıyla ilgili hep umut verdi ama ne üst kurulunu ne de Bilim Kurulunu aşabildi. Maalesef yüz yüze eğitimden, ağırlıklı olarak 8.ve 12.sınıf öğrencilerimiz ve DYK kurslarına giden öğrencilerimiz bir nebze faydalanabildi.

2021 Temmuzuna geldiğimizde, yasakların tümünü kaldırdık. Salgın bitti de mi kaldırdık? Hayır, salgın aşıya rağmen tüm hızıyla devam ediyor. İsterseniz, 5 Ekim tarihli covid-19 tablosuna bir göz atalım: Testi pozitif çıkan hasta sayısı 29.802, ölen sayısı ise 228 kişi. Bu tabloya rağmen okullarımız açık, esnaf işinin başında, tüm sektörler çalışıyor. Yani hastalığa rağmen hem sosyal hayat hem iş hayatı hem de eğitim ve öğretim devam ediyor. 30 bine yaklaşan hasta sayısına rağmen ne Bilim Kurulu kapanalım önerisiyle geliyor ne de hükümet kapanma ile ilgili ihsasta bulunuyor. Bilim Kurulu üyeleri de her akşam bir TV kanalında korku pompalamıyor.

Bu duruma yani 2019 Martından 2021 Temmuzuna, 2021 Temmuzundan bugüne bakıldığı zaman iki zıt uygulama ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılmakta. Pozitif bir vaka ile başlayan süreçte, 2 yıldan fazla hayatı durdurduk. Vaka sayısı 30 binlerde gezinmesine rağmen başta okullar olmak üzere her sektör açık. Hem Milli Eğitim Bakanı hem de siyasi irade, virüs ne kadar artarsa artsın, okulları kapatmayı telaffuz bile etmiyor. Sınıflar karantinaya alınabilir ama okullar asla kapanmayacak açıklaması yapıyorlar.

Bu birbirine zıt iki farklı uygulamadan doğru olanı; maske, mesafe ve temizlik kuralına uymak suretiyle okul, iş ve sosyal hayatın devam etmesiydi. Siyasi irade bugün doğru olanı yapıyor ve bu doğru uygulama için maalesef çok gecikildi. Keşke bugün ortaya konan bu irade, ilk pozitif vaka çıktığı zaman ortaya konabilseydi, bugün boğuştuğumuz birçok sorunla ya karşılaşmamış ya da sorunu bertaraf etmiş olurduk. En azından daha az hasarla yolumuza devam edebilirdik. Çünkü bugün yaşadığımız birçok sıkıntının menşei, salgın dolayısıyla kapanmamızdır.

Yazımı “Başka Ne Bekleniyordu” başlıklı 15/06/2020 tarihli yazımdan bir alıntı ile sonlandırmak istiyorum: “…Bu durumda yapılacak şey, geri kalan koronavirüslü günlerimizi, sürü bağışıklığı sistemi ile götürmek. Temenni etmem ama giden gitsin, kalan sağlar bizim olsun. Zira bu ülkenin ekonomisi, tekrar evlere kapanmayı kaldıramaz. Biz ekonomide üretime dayalı yeni bir seferberlik başlatmaz, kepenk kapattığımız günleri/ayları telafi etmez, çalışmaya yeniden ara verirsek koronavirüsün öldüremediği geri kalanı da gittikçe kötüye giden mali durumumuz götürür: 70 sente muhtaç oluruz. Allah muhafaza!

* 08/10/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde