12 Eylül 2021 Pazar

Seçmene Dikkat! *

Seçimler zamanında yapılırsa 2023'e doğru yavaş yavaş ilerliyoruz. Türkiye'de seçimlere aylar ve yıllar kala seçim atmosferine erken girildiği göz önüne alınırsa, şurada 2023 seçimlerine fazla bir zaman kalmadı diye düşünebiliriz. 

Yeni hükümet modeliyle, 2000 öncesi koalisyon dönemleri geride kalsa da şu an ki siyasi görünüm, parçalanmışlık ve umutsuzluk 2000 öncesini andırıyor. Aslında bu tür belirsizlikler ekonomik krizlerin tipik bir özelliğidir. Ne zaman bu ülkede ekonomik bir kriz olsa, hayat pahalılığı artsa, vatandaş ne yapalım, ne edelim diye düşünmeye başlar. Bu tür durumlarda, seçmenin bir kısmı tarafını belli edip mevcudu korumaya çalışır. Bir kısmı da bu durum yönetilebilir değil deyip karşı kutupta yer alarak rengini belli eder. İki kutup ya da cephede yer alan bu iki seçmen türü, iktidar olmak ya da iktidarı yerinden etmek için yeterli değil. Esas seçim sonuçlarını etkileyen, hükümetleri yerinden eden, başkasını iktidara taşıyan ise ortada dönüp dolaşan, bir o yöne bir bu yöne yönelen seçmen kitlesidir. Bu belirsiz seçmen kitlesi de az değildir. Ciddi araştırmalar yapılmasa da yapılsa bile kamuoyu ile paylaşılmayan araştırmalardan haberimiz olmasa da adı konmamış, mutfaklara ateş salan bu ekonomik krizde, güvenilir bir liman arayan renk vermeyen seçmen sayısında ciddi bir artışın olduğunu düşünüyorum. Bu seçmen kitlesi, mevcuttan umudunu kesmiş, alternatifleri de umut dağıtmayan, kutuplaşmış ya da kutuplaştırılmış siyasi yelpazeyi şimdilik sadece izliyor. Partiler sesi çok çıkan tarafgirlerden ziyade bu ortadaki kesime kulak verir, onların taleplerine cevap verir ve umut dağıtırsa, ortadaki seçmen kitlesi umut gördüğü tarafa yönelecektir.

İktidarı devam ettirmek veya iktidar olmak isteyenlerin kulak vereceği bir kesim de ilk defa oy verecek, adına "Z" denilen nesildir. Bugüne kadar ne iktidarın ne de muhalefetin bu nesli çözebildiğini sanmıyorum. Hoş, bu nesil, ne sır veriyor ne de ser. Bu neslin oranı da seçim sonuçlarını derinden etkileyecek kadar yüksek. Ülke siyasetine yön vereceklerin, bu neslin dilini anlamak, onların taleplerini öğrenmek, taleplerine kulak vermek, sorunlarına özellikle genç işsiz sorununa çözüm bulmak için çok kafa yorması gerekir.

Seçimlerde ciddi olarak düşülmesi gereken bir üçüncü kesim daha var. Bunlar da sandığa gitmeyecek kesimdir. Sandığa gitmeyen bu ülkede ilk defa olmayacak. Hangi seçim olursa olsun, yüzde 5 ile 10 arasında değişen bir vatandaş kitlesi seçimleri protesto ederek sandığa gitmiyor. 2023 seçimlerinde bu protesto oylarında artış olacağını düşünüyorum. Çünkü daha önce oy vermiş, bu seçimde sandığa gitmeyeceğini sessiz dinlendiren yabana atılmayacak bir kesim daha geliyor. Bunlar, iktidardan umudunu kesmiş, muhalefeti alternatif görmeyen kesimdir. Gönülleri mevcut iktidardan yana olmakla beraber iktidarın yıpranmadan da öte iyice savrulduğunu düşünüyor. Ki bu kesim bugüne kadar muhalefet cephesine hep soğuk bakmış ve oy vermemiş kesimdir. İktidar ve iktidar taraftarlarının, ”Neleri eksik? Biz geçmişe oranla bu ülkeye çok şey yaptık. Nankörlük yapmasınlar” demeyi bir tarafa bırakmasında fayda var. Çünkü mesele sadece karın doyurmaktan ibaret değil: Söz verilmiş, yerine getirilmemiş sözler var. Bundan sonraya dair ne yapılacaksa ne müjde veriliyorsa, sürekli 2023'e ötelenen vaat ve müjdeler var. Atama, yükselme ve alımlardaki tercih, işsizlik, geçim sıkıntısı, işini kaybetmiş, damga yemiş ve sakıncalı piyade kabul edilen kişilerin çokluğu vs. durumlar çözüm bekliyor. Şimdiki hali ve geleceği tozpembe göstermeye, kararsızların ve sandığı protesto edeceklerin karnı tok görünüyor. 

Hasılı, bu seçimi kotarmak isteyenlerin; halkı kutuplaştırmadan, üsluplarına dikkat ederek; kararsızları, yeni protesto oy verecekleri, "Z neslini" ve işini şu ya da bu şekilde kaybetmiş ya da kaybettirilmiş kesimi kazanacak ve her geçen gün beli büken hayat pahalılığına çözüm üretmeleri gerekiyor. Bunlar halının altına süpürülür, orta yerde güllük gülistanlık bir hayat var tablosu çizilirse 2023 sandığında kim kalır, sandıktan kim çıkar, bekleyip göreceğiz. 

* 18/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Kurumların SGK ile İmtihanı *

Çalışanların bir zamanlar sosyal güvenlik yönünden ayrı kurumlara tabi olduğunu biliyoruz. Memurlar Emekli Sandığına, işçiler SSK kısaltması ile Sosyal Sigortalar Kurumuna, esnaf da BAĞ-KUR'a tabi idi. Bu üç kurumdan SSK ve BAĞ-KUR iyi yönetilemediği için çalışanlarına hizmet veremez noktaya gelince, günümüz siyasi iktidarı, tüm çalışanları Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) adı altında birleştirerek çalışanlar arasındaki farklı hizmet anlayışını ve hastane farklılığını kaldırdığı gibi kurumu batmaktan da kurtardı. İyi ki birleştirildi. Bugün SGK çatısı altında insanımız ve çalışanlar daha güzel hizmet alıyor. 

Yazımda niyetim, SGK ne yapar, ne eder, işlev ve misyonu nedir, bilgisini vermeyeceğim. Zaten hepimiz sosyal devlet anlayışı çerçevesinde bu kurumun önemini biliyoruz. Bu hakkı teslim etmekle birlikte izninizle bu kurumun acımasızlığına işaret edeceğim:

Kurum ya da işyerinizde birini çalıştırmak istiyorsunuz. Elemanınızın SGK'sini unutarak, bilmeyerek, ihmal ederek veya kasten geç bildirdiniz. Yandınız demektir. Çünkü cezayı yediniz. Sizi ben bile kurtaramam.

Yanılıp şaşıp sigortasız birini çalıştırıyorsunuz. Bu durumda cezayı bekleyin. Zira SGK’nin kapınızı çalması pek yakındır.

Birini fi tarihinde sigortasız çalıştırdınız. Eskidendi, geçip gitti demeyin. Yeter ki geçmişte yanınızda çalışan o kimse "Ben falan yerde, şu kadar ay veya yıl çalıştım. Benim sigortamı yaptırmadı" desin. SGK er veya geç sizi yakalar. Ölmüşsem de mi demeyin. Ölmüşseniz "adam ölmüş, düşene/ölene bir tekme de biz vurmayalım, bu suçu kapatalım" demez. Çünkü bu ülkede adam öldürseniz bile bir müddet sonra zaman aşımı vardır ama SGK'nin lügatinde müruruzaman yoktur. Adınıza tahakkuk eden/edecek olan borç veya cezayı veresenizden tahsil eder. 

Sakın, ben işimi zamanında ciddi ve düzenli yaparım diyerek büyük konuşmayın. Zira SGK er veya geç bir gün kapınızı çalar. Çünkü iş sadece sizinle bitmiyor. Diyelim ki, kurumunuzda sözleşmeli çalışanlarınız var. Bu bile baştan yandığınızın resmidir. Çünkü SGK ile işiniz var demektir. Bu çalışanlarınızdan biri hastaneye gitti. Hekim rapor verdi. Çalışanınız, bağlı bulunduğu mevzuata göre raporunu dijital ortamdan ilk gün size göndermesi, dönüşte de raporun aslını size vermesi, sizin de süresi içinde çalışamadığı günlerin rapor kesintisini yapmanız gerekiyor. Burada personeliniz maaşımdan kesinti yapıldı diye üzülmesin. Çünkü kesinti SGK tarafından PTT vasıtasıyla personelinize ulaştırılır. Personeliniz de adına yatan bu kesintiyi çekip ilgili hesaba yatıracak. Buraya kadar sorun yok. Ama çalışanınız bu raporu yaz, bayram, hafta sonu veya karantina döneminde iken aldı ve hastalığını evinde yatarak geçirdi. Çalışanınız dedi ki raporu tatilde iken aldım, kuruma gitmemezlik yapmadım dedi ve raporu size ulaştırmadı. İşte burada devreye SGK girer. SGK der ki “Sen nasıl bir kurumsun ki çalışanınızın hastalığından benim haberim oluyor da senin haberin olmuyor. Bu bilgisizliğinin ve ihmalinin affı yoktur. O kimse yüzünden kurumunuza şu kadar ceza kestim” yazısı gönderir. Yapacağınız, süresi içinde SGK’nin kurumunuza kestiği cezayı gidip paşa paşa yatırmaktır. Burada SGK’nin size bir iyiliği var. Bu kıyağı da unutmayın. Kesilen cezayı 15 gün içinde yatırırsanız cezanın yüzde 25’inden muaf oluyorsunuz ya da yapılandırmaya giderek iki taksitte daha az ödeyebilirsiniz. “Efendim, personel raporunu bildirmedi ise benim nasıl haberim olur. Zaten tatildi” demeyin. Zira bu tür mazeretler SGK nezdinde kabak tadı verdi artık. Bir de “bu ceza, raporunu zamanında bildirmeyen personelin cezasıdır. Haliyle bu cezayı ilgili personel ödeyecek falan demeyin”. SGK bundan da hoşlanmaz. Kazara personeliniz SGK’ye giderek meramını anlatmaya kalkarsa, SGK’nin personelinize vereceği cevap: “Siz niye geldiniz? Ceza sizin cezanız değil ki. Bu ceza kuruma kesilmiştir. Bu cezayı da kurum ödeyecektir” şeklindedir. Ondan sonra bu parayı personelinize rucû ettirin de göreyim. En iyisi, bu cezayı kurum adına cebinizden ödeyin. Sonra da altından ve üstünden girerek personelinizden bu parayı gönül rızası içinde almaya çalışın.

Hasılı, geleceğimizin teminatı, kara dostu SGK yaşasın; eksikliğini, işlevsizliğini ve 2000 öncesi batak durumunu görmeyelim ama size tavsiyem, SGK ile şöyle veya böyle karşı karşıya gelmeyin. Zira affı yoktur ve asla yenemezsiniz.

* 17/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

11 Eylül 2021 Cumartesi

MEB’in Bitmeyen Öğretmen Atamaları *

Eğitim ve öğretimde başarının gelmemesinin birçok sebebi olsa da ben burada öğretmen atamaları üzerinde durmak istiyorum. Çünkü sebeplerden bir tanesi de öğretmen atamalarının zamanında yapılmaması ve personel yönünden Türkiye’nin en büyüğü olan MEB’in, eğitim ve öğretim yönünden en büyük derdi öğretmen atamalarıdır.

O kadar çok atama çeşidi var ki MEB, neredeyse yılın tamamında atama işiyle uğraşıyor. Örnek vermek istersek; şube müdürlerinin isteğe ve bölge hizmetine bağlı yer değiştirmeleri, il içi, il dışı ve özür atamaları, sözleşmeli öğretmenlerin atamaları, eğitim kurumlarına yeniden ve ilk defa yönetici görevlendirilmeleri, proje okullarına öğretmen seçimi, geçici görevlendirme isteği, ilave aile birliği vs atamalar ile yaz boyunca uğraşıyor. Atamanın biri biter bitmez diğeri başlıyor.

Atamalar yaz döneminde yani eğitim ve öğretim başlamadan bitirilse problem yok. Çünkü herkes nerede öğretmenlik yapacağını; il, ilçe, okullar hangi öğretmene ihtiyacının olup olmadığını bilir, ona göre planlama yapar. Maalesef atamaların bir kısmı özellikle ilk atama, yönetici görevlendirme, özür atamaları ve geçici görevlendirmeler okullar açıldıktan sonraya kalıyor. Hele özür grubu atamalarının en sona bırakılmasını ayrıca birinci dönemin sonunda ikinci bir özür atamasını hiç anlamış değilim. Çünkü özür atamaları ekseriyetle taşradan merkezlere olmaktadır. Özürden giden bir öğretmenin yerine genellikle yenisi gelmiyor. Öyle atamalar yapılıyor ki garip mi garip. Öğretmen bir yaz döneminde birden fazla yer değiştirebiliyor. İl dışından, tercihlerinden bir yere atanan bir öğretmen, 15 gün sonra özür atamasından merkeze gidiyor. Mübarekler, merkezde boş yer var idiyse bu öğretmeni 15 gün önce o boş yere atasaydınız ya. Biz aile birliğinden eşleri birleştirmeye uğraşırken eğitim ve öğretimi fesada uğratıyoruz. Çünkü aile birliği yüzünden o kadar okul ve öğrencileri mağdur oluyor. Niçin bunun hesabı yapılmıyor? Öğretmen merkezli düşündüğümüz kadar niçin öğrenci merkezli düşünmüyoruz? Tamam, aileleri birleştirelim. Bunu niye yaz döneminde çözmüyoruz da okullar açıldıktan sonra da bunu gidermeye çalışıyoruz?

Yine 3 Eylülde sözleşmeli öğretmen olarak atanan bir öğretmen, okulların açıldığı ilk gün olan 6 Eylülde nasıl göreve başlayabilir? Ev bulup eşya taşımayacak mı bunlar? Geçici görevlendirme isteğinde bulunan öğretmenler iki arada bir derede. Hala idareci atamaları devam ediyor. Ekim ayı geldiğinde norm düzeltme yapılınca norm fazlası öğretmenlerin atamaları, aralık ayında alan değişikliği, ocakta ek sözleşmeli öğretmen ataması, şubat ayında özür atamaları. Öğretmen dışındaki MEB personelinin atamalarını saymıyorum bile.

MEB maalesef öğretmen atamasıyla uğraşmaktan eğitim ve öğretime zaman bile ayıramıyor. MEB’in bu yaptığı kervan yolda düzülür anlayışından başka bir şey değildir. MEB’in bu durumu, teşbihte hata olmasın, şeytan taşlamaktan namaz kılmaya vakit bulamamaya benzer. Yine MEB’in bu durumu, ağustos böceği ile karınca hikayesini hatırlatıyor: Hoşgörünüze sığınarak hepinizin bildiği bu hikayeye kısaca değinmek isterim: Karınca yaz boyunca çalışır, kışlık hazırlığını yapar, evini ve yiyeceklerini hazır eder. Ağustos böceği ise yaz boyunca gününü gün eder, yan gelir yan yatar. Yarını düşünmeden yattığı gibi hummalı bir şekilde çalışan karınca ile de dalga geçer. Günler, aylar böyle geçerken kış bastırır. Yazın biriktirmediği için yiyeceksiz kalan ağustos böceği, yiyecek istemek üzere karıncanın kapısını çalar ama yazın kendisiyle alay eden ağustos böceğini eli boş döndürür. Ağustos böceği amansız kışı nasıl geçirdi bilmiyoruz. Çünkü fabl burada bitiyor. Ama kışı iyi geçirmediği kesindir. Maalesef kışı eylül olan MEB, karınca gibi harıl harıl çalışsa da kışa hazır girmediği için sonu, ağustos böceğine benziyor.

Merak ediyorum, MEB her türlü atamayı yaz döneminde bitiremez mi? Bitirmeli. Bitiremiyorsa atamalara daha önceden, mart-nisan gibi başlamalı. Başlamalı ki 1 Eylülde başlayan seminer döneminde kim, nerede olacağını bilmeli. Okullar bir yılın planlamasını bir güzel yapmalı ki eğitim ve öğretime tam ve eksiksiz başlamalı. Bunun için atamaları neredeyse bir yıla yayan MEB’in atama çeşitlerini üçe indirmesi iyi olur: İl içi istek/özür, il dışı istek/zorunlu/özür, ilk atama. Kesinlikle şubat özür atamasını kaldırmalı.

* 15/09/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.