9 Mayıs 2021 Pazar

Berberimle Başım Dertte*

Bir berberim var. Salgın dönemi hariç tüm saç tıraşımı ona oldum. Biraz da başka berbere gideyim demedim. Huyumdur, tuttuğumu kolay kolay bırakmam. Bu sadece benim değil, milletimizin bir özelliği. Bir yamukluğunu görünceye kadar bizi dükkanından kovsa bile ona gitmeye devam ederiz. Bir de Allah var, berberim çok iyi. Hem işinin ehli hem de ilgi ve alakası çok güzel. Tıraş olmaya kendim gitmeye devam ettiğim gibi başka tanıdıklarıma da bu berberimi tavsiye ettim. Birçok berber kıt kanaat geçinirken hatta tüm berberlerin kazancı kendisinin yarısı bile etmezken benim berber, müşterisini artırmaya devam etti. Müşteriye cevap vermek için yanında kendisi gibi çalışanlara da yer verdi. Usta, kalfa, çırak arasında muhteşem bir uyum vardı. 

Gel zaman git zaman, berberime gitmeye devam ediyorum ama berberim eskisi gibi değil. Ben aynı yerdeyim ama o çok değişti. Gerçi değişmedim diyor ama belli ki değişti. Bunu müşteri kaybetmeye başlamasından da anlayabiliriz. Niçin müşteri kaybediyor? Çünkü eskisi gibi iyi tıraş etmiyor, istediğim tıraşı yapamıyor. Kah kanatıyor kah keserken acıtıyor kah uzun saçlar bırakıyor. Eskisi gibi de iyi davranmıyor. Bu arada berber fiyatlarını da epey artırdı. Kendisiyle uyumlu ekibini de yanından bir bir uzaklaştırmaya, onların yerine birbiriyle uyumlu olmayan cins cins çalışanlar almaya başladı. Belli ki işler iyi gitmiyor. Yanına vardıkça kendisinden ayrılıp gidenleri eleştirdi. Biz de kendisine hak verdik. Bunlara, sayesinde meslek öğrendiler ve para ve itibar kazandılar. Buna rağmen kadir kıymet bilmediler ve nankörlük yaptılar dedik. Çünkü onun sayesinde hepsi berberlikte bir üne kavuşmuşlardı. O olmasaydı yani o, onlara iş vermeseydi, onlar bir hiçti. 

Giderekten ekibini tümden değiştirdi. Eski tevazuundan eser kalmadı. İstişareyi de bıraktı. Kendi başına buyruk davranmaya başladı. Giden gitsindi. Nasılsa tüm müşteriyi kendisi çekmişti. Şikayetini bize, memnuniyetini dostlarına ilet, dost yüze söyler sadedinde, kendisine bir gün, acaba bu berber işletmeciliğinde işlerin ters gitmesinde ve eski ekibinin yanından uzaklaşmasında senin de payın olabilir mi demek istedim. Bunu da şöyle dillendirdim: Efendim, diyelim ki 40 arkadaşın var. Bir iki tanesi size küsebilir. Derim ki bunlar beklediğini bulamadı, çekti gitti. Suç bunlarda derim. Ama 40 arkadaşının hemen hemen hepsi çekip gitmişse herhalde tüm suç onlarda olmaz. Burada az veya çok sizde de suç var. Çünkü sosyal olaylarda suçlu tek taraf olmaz, dedim. Acaba deyip kendisiyle yüzleşeceğine bana da mesafe koydu. Gördüm ki eskisi gibi eleştiriye de gelmiyor. Üstüne üstlük hırçınlaşmaya da başladı. Aslında onun bu hale gelmesinde ona her hal ve şartta gaz verenlerin de payı büyüktü.

Bana tavır almasına, yaptıklarına ve yaptığı tıraşa çok memnun kalmasam da vefa gereği yine müşterisi olmaya devam ediyorum. Hoş, kendisi tıraş etmiyor. Sadece işletmenin başında çalışanlarına emir ve talimatlar veriyor. Kendisi durmadan gelip gidene konuşuyor. Bu arada basınla da arası çok iyi. Her konuşmasını da canlı yayına bağlanarak uzaklara duyuruyor. Durmadan kendi berberliği ile kendinden önceki berberliği kıyaslıyor. Eskiden böyle miydi? Nereden nereye... diyor. 

Yine eline yüzüne bulaştırdığı bir tıraş sonrası, tüm cesaretimi toplayarak kendisini eleştirmeye kalktım. Bana demesin mi, niye falan ve başka berberleri eleştirmiyorsun da hep beni eleştiriyorsun? Bu durum karşısında küçük dilimi yuta yazdım. Kendisine; efendim, başka berberleri özellikle rakip gördüğün falan berberi niye eleştireyim? Bu, haksızlık olmaz mı? Hem ne alaka deyip adama gülmezler mi? Zira benim tıraşımı o değil, sen ve adamların yapıyorsunuz ve eskisi gibi iyi tıraş edemiyorsunuz.

Hasılı, çok sevdiğim ve üzerine bugüne kadar toz kondurmadığım berberimle başım dertte. Kendisini hala seviyorum ve başka berbere gitmek istemiyorum. O ise nerede hata yaptım, yine eskisi gibi olamaz mıyım diyeceği yerde, berber piyasasında bugüne kadar nice yıllar esemesi okunmayan ve kendi gücünün yarısı etmeyen berberi eleştirmeye devam ediyor. Keşke böyle eleştiriyle berberlik piyasası düzelecek olsa, gitmediğim ve gitmek istemediğim berberi gece gündüz ben de eleştireceğim. Ama bu, kendimizi kandırmaktan başka bir işe yaramaz. Halbuki tüm mesele, karşı berberin kendini düzeltmesi değil, kendisini hala alternatifsiz gören benim berberimin kendisini düzeltmesidir. Güç zehirlenmesi böyle bir şey olsa gerek. Ben yine de başka berbere gitmiyorum. Berberimin düzelmesini bekliyorum. Ama nereye kadar? Zira saçım büyüdü, kafam bir kafa daha oldu. Bu kafa, bu kadar saçı daha nereye kadar taşıyacak? İşin garibi hiç alternatif olarak görmediğim berber pusuda bekliyor ve hiç hak etmediği halde berberlik piyasasını ele geçirecek. Bunda da en büyük pay, benim berberimin kendisini hep alternatifsiz görmesidir, benim müşterilerim o berbere gitmez demesidir, kendini berberliğine vereceği yerde hep konuşmayı yeğlemesidir. 

Türkiye’nin siyasi, sosyal ekonomik vs o kadar derdi varken benim berberimle başımın dertte olmasını dile getirmemden pek hoşnut olmadınız. Bunun zamanı mı, sonra seninki de dert mi dediniz. Ne edersiniz ki benim derdim de bu.

*09/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

İsrail’i Yola Getirmenin Yolu *

İsrail, her ramazan ayında Filistinlilere ve Mescidi Aksa'ya yaptığı saldırıların bir yenisini daha ekledi. Filistinliler ne yapmış olmalı ki yeni bir saldırıya daha maruz kaldılar? İşgal altındaki topraklarında ölüm kalım mücadelesi veren Filistinlilerin bu saldırı için bir suç işlemelerine gerek yok. Zira bir terör devleti olan İsrail'in suyunu bulandırması kâfi. Güvenlikçi politika izleyen ve bir Filistinli kaldığı müddetçe huzur bulamayacağına, kendisini inandırmış bir devlet aklından da başkası beklenmez. Bunu da dünyanın gözünün önünde göstere göstere yapıyor. Bazı devletler bu saldırıyı kınıyormuş. Başta Türkiye olmak üzere halkların kahrol paylaşımları hiç umurlarında değil. Nasılsa karşısında kendisinden başka kimseye hayrı olmayan, kendine Müslüman bir İslam dünyasının cılız sesi var. Bu ses İsrail için çok da tın. Bu, o devleti ancak motive eder. Değil mi ki arkasında ABD var, değil mi ki arkasında dünya sermayesi var değil mi ki arkasında kendi aleyhine tüm kararları veto eden bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi var. Nasılsa bu Konsey dünyadan büyük. Demek ki benim için her şey mubahtır deyip saldırıyor İsrail. Niye saldırmasın ki. Akıttığı her kan, geride bıraktığı her gözyaşı, bu ülke için varlık sebebi. Öldürmezse yaşayamaz. Demek ki politikaları bu. Yaşamak için gerekirse cami duvarını aşıp caminin içine işeyecek ki eceli gelsin.

Ben, taşıma suyla devletini ayakta tutmaya çalışan böyle İsrail’in yerinde olmak istemezdim. Öyle zannediyorum gece gündüz ne olacak benim halim deyip kabus görüyor. Çünkü bilir ki zulümle abat olunmaz. Yine bilir ki tarihte iki defa yakılıp yıkılmış ve sürülmüşler. Bir üçüncü dalga, yeryüzünde böyle bir devleti yok edecek. Bir umut, kendisine düşman gördüğü her Filistinliyi yok ederse yaşarım belki diyor. Nasılsa karşısında ona dur diyecek bir Arap ülkesi yok. Çünkü 6 gün savaşında ne yaptığını Araplar çok iyi bilir. Zaten bu aşamadan sonra Arapların Filistin diye bir davası ve derdi yok. Hoş, hiç yoktu zaten. Zira her biri Batı ve ABD sayesinde koltuğunda oturuyor. Aslında İsrail, Filistin ve Filistin dışında ikamet eden tüm Filistinlileri yok etse, İsrail'den önce Arap ülkeleri düğün bayram yapacaklar. Başımızdaki Filistin belasından kurtulduk, diyecekler. Çünkü yaşayan ve varlık mücadelesi veren her Filistinli onlar için ayak bağıdır. Filistin yok edilmeden Arap ülkelerine rahat yüzü yok. İsrail'in uyguladığı teröre gösterilen tepkilerin cılız kalması da bundan. 

Buraya kadar yazdıklarım hepimizin malumu. Zira kendimizi bildik bileli İsrail’in Filistinlilere uyguladığı bir orantısız gücü belirli periyotlarla yaşıyoruz. İsrail’in her saldırısı tüm dünya tarafından zayıf ve cılız sözlerle ve de kınamalarla geçiştiriliyor. İsrail de biliyor ki dünyanın başka söyleyecek sözü yok. Biliyor ki dünya bir acziyet içerisinde ve kendisini cesaretlendiren de bu acziyet hali zaten. Bu acziyet içerisinde olanlardan bir tanesi de biz Türkiye Müslümanları. Devlet yüksek perdeden bu saldırıyı kınarken halkımız da sosyal medyadan “Kahrol İsrail…Filistinli kardeşlerimize yardım eyle Allah’ım!” paylaşımları yapıyor durmadan. Bu durum, ben kendimi bildim bileli böyle. İşin garibi İsrail ne yok oluyor ne Filistinlilerin yaşadığı acılar bir nebze diniyor ne de Filistinlilere bir yardım geliyor.

Sonuç getirmeyen bizim bu halimiz, “Bir kötülük karşısında gücün yetiyorsa o kötülüğü elinle düzelt, buna imkan yoksa dilinle düzelt, buna da gücün yetmiyorsa kalbinle buğzet. Bu da imanın en zayıf noktası” diyebileceğimiz hadisi şerifin ikinci ve üçüncü haline tekabül ediyor. Bunu küçümsüyor değilim. En azından acın acımızdır diyoruz Filistinlilere, İsrail’e de bu yaptığından hoşnut değiliz ve bu yaptıklarından nefret ediyoruz mesajı veriyoruz ve tarafımızı seçiyoruz. Ne devletin ne de bizim, elimizden daha fazlası gelmiyor maalesef.

Durum şunu gösteriyor ki İsrail’i yola getirmenin yolu, İsrail’e kol kanat geren devletlere karşı, dünyanın diğer devletlerinin, bir araya gelerek İsrail ve onun destekçilerine karşı anladıkları dilden cevap vermeleri. Gerekirse güç kullanmaları. Başka da çözüm görünmüyor. Bunu Filistin’in yanında yer alan devletler yapsa kafi. Nedense böyle bir birliktelik ve irade yok. Dünya devletleri böyle bir şeye imza atarlarsa, inanın bu dünyada herkes huzur bulur.

*10/05/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

8 Mayıs 2021 Cumartesi

Kuru Soğan

Mutfakta en bakmak istemediğim yer, alışveriş listesinin yazılıp konduğu yer. Bu listeyi birkaç gün görmezden gelirim. Nasıl bakarsın ki... Fiyatların uçtuğu bugünlerde ha listeye bakmışsın ha hakkında yazılmış idam fermanına bakmışsın. Ama ne çare ki mutfakta tencerenin kaynaması için o listenin gereği er-geç yapılacak.

İdam fermanına pardon alışveriş listesine üstünkörü göz attım. Elime dokunmadan fotoğrafını çektim. Bir bayram öncesi cumartesi günü düştüm yola. Ayaklarım, fiyatı diğer marketlere göre makul olana götürdü beni. Zira devir hesap devriydi.

Kafama koyduğum markete doğru giderken bazı kalemleri karşılaştırmak için yolum üzerindeki bir markete dışarıdan baktım. Dışarıda sebze seçenlerin yanında markete girişte sıra ile içeriye alınanları gördüm. İçeri girmekten vazgeçtim. Dedim, diğer günlerde sinek avlayan market böyle ise benim makul satış yapan market nasıldır?

Yolda giderken eline pazar arabasını alıp yola düşen kadınlar gördüm. Bir tanesi hem arabayı sürüyor hem de diğer eliyle karşısındakine laf yetiştiriyordu. Pazara gidiyorum diyordu. Şükrettim bu duruma. Ne de olsa marketin dışında önümde bir alternatif daha belirmiş ve tam kapanmada aynı zamanda pazar da kuruluyordu.

Marketin çıkış kısmından içeriye bir göz gezdirdim. İçerisi tıklım tıklımdı. Girilecek gibi değildi. Şimdi siz tıklım tıklım ne demek diye soracaksınız. Buna lebalep desem daha iyi anlarsınız sanırım.

Araya araya bir alışveriş arabası buldum. Girişe yöneldiğimde, dışarıda sebze ve meyve seçenleri gördüm. Doğrusunu isterseniz, orta yerde pek seçilecek ürün de kalmamış. Buruşuk muruşuk ve fiyatına bakmadan dolduruyordu insanımız. İçeriye girdim. Güç bela yol aldım. Baktım gidilecek gibi değil. Bir kuytu yere çekilerek evi aradım. Bu listede yazılanlar acil mi, bayramı geçirmez mi? Zira alışveriş yapılacak gibi değil. Çünkü orta yerde ne takip mesafesi var ne de salgından korunma kuralı. Bir de pazartesi deneyeyim şansımı. Şimdi olmaz dedim. Kuru soğan acil dendi. Ne yapacaksın, bu bayram öncesi kuru soğanı dedim. Onsuz yemek pişmez dendi. Tek sorun soğan ise kolaydı benim için. Zira pazar kurulmuştu. Pazarda soğan da olmayacak da ne olacaktı. Sürdüğüm arabayı bir kenara koyarak bir çırpıda dışarı attım kendimi.

Pazara yöneldim. Yürüdükçe arkasında pazar arabası ile gelenler önüme geldi. Ama garip bir durum var orta yerde. Sair zamanlarda çekmekte zorlandıkları pazar arabaları boştu. Bunlar bal-börek arayanlar olmalı dedim ve boş arabalara iyi yönden yaklaştım. Pazara girdim. Her zamanki pazar yeri bomboştu desem yanlış olmaz. Çünkü tek tük soğan ve diğer yeşillikleri satan pazarcının dışında başka satıcı yoktu. Orta yerde soğan vardı ama benim aradığım kuru soğan değildi bunlar. Hepsi yeşil soğandı. Pazarın kurulacağını duyan, evinin önündeki yeşil soğanları söküp gelmiş. Diğerleri niye yoktu? Niye olsun ki…Hangi pazarcı ertesi günü çıkamayacağı pazara ürün getirsin. Zira elinde kalacak. Hasılı kuru soğan alamadan geri döndüm.

Yoğunluk belki azalmıştır diye tekrar marketime geldim. En azından kuru soğan alır, evimin yolunu tutarım dedim. Bu sefer marketin içine girmedim. Çünkü market, içeriye girişleri sıraya bindirmiş. 80 öncesi kuyruklardan bir kuyruk vardı marketin girişinde. İçeridekiler alışverişini yapıp dışarı çıktıkça dışarıdan birilerini içeriye alacaklardı. Bu kuyruk kolay kolay erimez deyip evimin yolunu tuttum.

Yolda marketlerden alışverişini yapıp evlerinin yolunu tutan şanslı insanlar gördüm. İçlerinde tanıdıklarım da denk geldi. Onlarla hasbihal ederken gözüm poşetlerindeydi. Hangisinde kuru soğan olsa birkaç gün yetecek kadar soğan isteyecektim onlardan. Maalesef ne isteyeceğim içlerine dammış olmalı ki hiçbiri soğan almamış.

Hasılı, acil ve zaruri üstelik temel gıda maddesi olan bir kuru soğan ihtiyacımı bile gideremeden evimin yolunu tuttum. Benim için günün karı, cebimden para çıkmaması idi. Bir diğer kar da market-pazar dolaşırken günlük yürüyüşümü de tamamlamış oldum.

Önümde bayrama dört gün kaldı. Bu dört gün içerisinde marketler yine böyle lebalep olursa soğanı nasıl alacağım, beni düşündüren de budur. Tem umudum, evinde stoklarla sınırlı soğanı olan dostlarımın birkaç baş soğan ödünç vermeleri.