29 Nisan 2021 Perşembe

Niyetli Gibi Görünemez miyiz? (1) *

Kayseri'de öğrenciyim. 86-88 yılları olsa gerek. Bir Ramazan günü ama kaçıncı günü idi hatırlamıyorum. Sanırım bayrama memlekete gideceğim. Akşehirli bir hemşerimle birlikte Kayseri Terminaline giderek Konya'ya iki kişilik bilet aldık.


Yolculuk gününün akşamında orucumuza niyetlendik. Sabahında terminale geldik. Yol arkadaşım, "Hemşehrim, şuradan bir şeyler alalım. Otobüste yiyerek gideriz. Nasılsa seferiyiz. Bu seferlik ruhsatını değerlendirelim. İleride güne gün tutarız. Haydi orucumuzu bozalım" dedi. Olmaz dedim ise de aklıma taktı bir kere. İnsan akranından azar misali, yol arkadaşımın isteğine boyun eğdim. Birlikte giderek bir şeyler aldık. Bir şeyler dedim ise bal börek değil; bisküvi, su, kuru yemiş, meyve suyu gibi şeyler. Niyetimiz otobüste yiyerek Konya'ya gitmek. 


Şimdi sıra geldi orucu bozmaya. Orucumuzu bozmamız lazım ama otogar da olsa Kayseri burası. Kimse bir şey yiyip içmiyor. Aldığımız nevale ile WC'ye girdik. Lavabodan su içerek orucumuzu bozduk. Ardından otobüse binerek koltuklarımıza oturduk. Elimizdeki poşeti de ayaklarımızın yanına koyduk. 


Otobüs hareket etti. Epey bir yol aldı. Gözümüz nevalede. Açıp yiyeceğiz. Ön taraftan arkaya doğru yolcuları bir süzdük. Ne yiyen var ne içen. Sigara serbestliği de olmasına rağmen tüttüren bile yok. Zaman zaman öne, arkaya ve sağımıza bakıyoruz. Bir kişi yese, ya Allah ya bismillah deyip aldıklarımızı midemize indireceğiz. Ama nafile. Herkes oruçlu ya da oruçlulara saygı gereği oruçlu gibi duruyor. Ne yapalım ne edelim, biz bu aldıklarımızı nasıl yeriz dedikse de elimizi poşete götürüp açamadık. Ne ummuştuk ne bulmuştuk. Aldıklarımız ayaklarımız ucunda bizimle birlikte Konya'ya kadar yolculuk yaptı. Yani yiyip içmedik ve midemize bayram ettiremedik. Orucu bozduğumuz da yanımıza kar kaldı ama oruç tutanlara saygıyı da elden bırakmadık.

*

2000-2003 yılları. Adana'da yaşıyorum. Aylar öncesinde aldığım diş randevusu ramazana denk geldi. Randevuya gitmesem, yeni bir randevuyu kaç ay sonrasına alabilecektim. Akşamında niyetlendim. Öğle vakti diş sıram geldi. Dişime tedavi uygulandı. Dişim kanadı. Ne kadar tükürsem de ağzım açık, dilime tedavi uygulanırken tükürükle beraber kanı da yutmam ihtimal dahilinde. Haydi, genzime giden tükürük ve kan bana ait. Bir de ağzıma dışarıdan tutulan su ya da ilaç var. Bunu da yutmuş olabilirim. Hasılı orucum bozuldu mu, bozulmadı mı bilmiyorum. Bilgim, dışarıdan mideye bir şey giderse bozulacağı yönünde. 


Tedavim bittikten sonra dışarı çıktım. Adana'da oruç tutan kadar tutmayanlar da var. Üstelik tutmayanların bir kısmı alenen yiyip içiyor. Tüm bunları görerek dolmuşa binip evimin yolunu tuttum. 


Orucum bozulmuştu nasılsa. Tedavinin ardından birkaç saat geçtikten sonra mutfağa geçerek bir şeyler atıştırdım. Atıştırmanın ardından oldu olacak üzerine de bir sigara içeyim istedim. Bu mereti kapalı yerde içmiyorum. Balkona çıktım. Kokusu komşulara gider, onları rahatsız ederdi ama kafaya koymuştum bir kere. İyi de bu zıkkımı nerede içecektim. Banyoya girdim. Banyonun kapısını ve havalandırma görevi gören küçük pencereyi kapattım. Banyonun ortasına çömelerek hızlıca içtim. Altı dolu olmayınca bir de gizli kapaklı içince pek gitmedi ama muradımı gerçekleştirdim.


Gününde tutamayıp bozduğum, kaza gerektiren her iki orucumu, nezrettiğim diğer oruçlarla birlikte birkaç yıl öncesinde yerine getirdim. Burada şunu da söylemeliyim. En iyi ve en kolay oruç milletle beraber tutulan oruçtur. En zor oruç da ramazanın dışında, herkesin yiyip içtiği zamanlarda tutulan oruçtur. (Devam edecek)

*07/05/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

28 Nisan 2021 Çarşamba

Görgü ve Nezaket Kurallarından Bir Kesit *

Bugün, hepimizin bildiği ama çoğu zaman önemsemediğimiz bazı nezaket ve görgü kurallarına yer vereceğim. Burada şunu da söyleyeyim. Sanal âlemde dolaşımda olan bu yazının müellifini tespit edemedim. Şimdi sizi bu yazıyla baş başa bırakıyorum:

“Sevgili dostlarım, sizlerin bildiğinize ve uyguladığınıza  eminim. Emin olduğum bir şey de herkesin nezaket kurallarının unutulduğundan bahsetmesi. Nezaket kurallarından küçük bir kesiti buraya bırakalım:

1.Bir kişiyi telefonla iki defadan fazla aramayın. Çağrınızı yanıtlamazlarsa, ilgilenmeleri gereken önemli bir şeyler olduğunu varsayın.

2.Ödünç aldığınız parayı, diğer kişi size ödünç verdiğini hatırlamadan önce iade edin. Bu sizin dürüstlüğünüzü ve karakterinizi gösterir. Aynı şey para haricindeki diğer şeyler için de geçerlidir.

3.Birisi size öğle/akşam yemeği ısmarlarken asla menüdeki pahalı yemeği sipariş etmeyin. Mümkünse onların seçtikleri yiyecekleri sizin için de sipariş etmelerini isteyin.

4.Hiç kimseye "Ah, yani henüz evli değil misin?", "Çocuğun yok mu", "Neden bir ev almadın?" veya "neden bir araba almıyorsunuz?" gibi garip sorular sormayın. Bunlar sizin sorununuz değildir.

5.Arkanızdan gelen kişi için daima kapıyı açın. Erkek ya da kız, yaşlı ya da genç olması fark etmez. Toplum içinde birine iyi davranmak sizi küçültmez.

6.Bir arkadaşınız sizin için bir ödeme yaptıysa, bir daha ki sefere siz ödeme yapın.

7.Farklı görüşlere saygı gösterin. Unutmayın, birinin 6 gördüğü, size 9 görünebilir. Ayrıca, ikinci görüş bir alternatif için iyidir.

8.İnsanların konuşmasını asla bölmeyin. Konuşmalarına izin verin. Dediklerinin hepsini duyun ve hepsini filtreleyin.

9.Konuşurken gereksiz konulara girmeyin. Asıl konuyu anlaşılır şekilde anlatmaya çalışın.

10.Birisiyle dalga geçer ve onlar bundan hoşlanmazsa, durun ve bir daha asla yapmayın. İnsanları daha fazlasını yapmaya teşvik edin ve ne kadar minnettar olduğunuzu gösterin.

11.Biri size yardım ederken "teşekkür ederim" deyin.

12.Arkadaşlarınızı kamuoyunda övün. Baş başa iken eleştirin.

13.Birinin kilosu hakkında yorum yapmak için hiçbir zaman bir neden yoktur. "Harika görünüyorsun" demen yeterli. Kilo vermek hakkında konuşmak istiyorlarsa, zaten yapacaktır.

14.Biri size telefonunda bir fotoğraf gösterdiğinde sola veya sağa kaydırmayın. Sırada ne olduğunu asla bilemezsiniz.

15.Bir arkadaşınız size doktor randevusu olduğunu söylerse, bunun ne için olduğunu sormayın, "Umarım iyisindir" demeniz yeterlidir. Onları, size kişisel hastalıklarını söylemek zorunda kalma gibi rahatsız edici bir duruma sokmayın. Bilmenizi isterlerse, bunu zaten söylerler.

16.Temizlik görevlisine CEO ile aynı saygıyı gösterin. Altınızdaki birine ne kadar kaba davrandığınızdan kimse etkilenmez ama insanlar, onlara saygılı davranırsanız bunu fark edeceklerdir.

17. Bir kişi doğrudan sizinle konuşuyorsa, telefonunuza bakmak kabalıktır.

18. Sizden istenene kadar asla tavsiye vermeyin.

19. Kimseye gerek yokken yaşını ve maaşını sormayın.

20. Sizi doğrudan ilgilendirmeyen herhangi bir şey olmadıkça işinize odaklanın.

21.Sokakta biriyle konuşuyorsanız güneş gözlüğünüzü çıkarın. Bu bir saygı göstergesidir. Göz teması konuşma kadar önemlidir.

22.Yoksulların ortasında asla zenginliğinizden bahsetmeyin. Benzer şekilde, çocuğu olmayanların yanında çocuklarınız hakkında konuşmayın.

23. İyi bir mesajı okuduktan sonra, "Mesaj için teşekkürler" demeye çalışın.

24.Cep telefonu ile konuşurken başkalarının sizi dinlemek zorunda kalmamasına dikkat edin.”

Yazarın emeğine sağlık…

*04/06/2021 tarihinde Barbaros ULU adıyla Anadolu'da Bugün gazetesinde yayımlanmıştır.

Sen misin Vejetaryen Olan! (2)

Vejetaryen kelimesini duyunca kalbim hızlı bir şekilde çarpmaya ve zihnimde olumsuz, kötü ne kadar kavram varsa belirmeye başladı. O an çocuğun daha önceki tavır ve davranışları gözümün önünden film şeridi gibi geçmeye başlamıştı: Sabah uyanır uyanmaz boy aynasının önüne geçip en az yarım saat orasına burasına bakması özellikle bayanların kullandığı bakım malzemeleri kullanması, giyim tarzı vs.

Hemen arkadaşlara dönüp vejetaryenin ne olduğunu sordum. Arkadaşlarımdan Lütfü ağabey, sen bilmiyor musun dedi. Ben de zekâsına kurban olduğum, bilsem neden sana sorayım dedim. Lütfü: Vejetaryen çok pis bir şeydir, dedi. Nasıl pis bir şeydir Lütfü, biraz açar mısın, dedim. Lütfü: Ağabey, vallahi dilimin ucunda ama çıkaramıyorum. Anlayacağın şerefsizdir işte, dedi.

Baktım Lütfü de umut yok, bu sefer Mehmet'e sordum. Mehmet hiç beklemeden “ağabey, toptur" dedi. Mehmet ne topu, bugün yemeğe ne koydun, hiçbir şey anlayamıyorum dedim. Mehmet: Ağabey, anla işte, Bülent Ersoy gibidir ha! dedi. Tekrar arkadaşlara: Bakın, ben vejetaryenin ne olduğunu bilmiyorum bu söylediklerinizden emin misiniz, diye sordum. Lütfü ile Mehmet, vallahi eminiz dediler. (Aslında Lütfü ile Mehmet bilgilerine pek de itimat edilecek insanlar değildi ama elimdeki malzeme onlardan ibaretti ne yapayım.)

O an sanki başımdan kaynar sular dökülmüştü. Ya Rabbim! Biz ne büyük bir günah işledik ki bize böyle bir vejetaryeni reva gördün dedim. (Benim de zihnimde çocuğun daha önceki hal ve hareketlerinden edindiğim izlenimlerimle böyle bir algı oluşmuştu zaten. Arkadaşlarımın da çok değerli bilgilendirmeleri sayesinde artık vejetaryenin ne olduğu konusunda kendimce emin olmuştum.)

Hem de vejetaryenle aynı odada kalıyordum. Öyle bir sinirlenmiştim ki gözlerim kararmış sanki hiçbir şeyi göremez olmuştum. Hiddetle çocuğun bulunduğu odaya daldım. Çocuk yatağında uzanmış, tavana bakıyordu. Üzerine yürüdüğümü görünce korkulu gözlerle bana bakıp ağabey, ne oldu dedi. Son sözü de bu oldu. Daha ne olsun demek vejetaryensin ha! Seni aşağılık, adi, namussuz! Gel lan buraya, diyerek kolundan tutup yatağından kaldırdım. Sürükleye sürükleye kapının önüne kadar getirdim. Şimdi defol git evimizden. Git kendin gibi vejetaryenlerle ev tut. Yarın benim evde olmadığım bir vakitte gel eşyalarını al. Bir daha gözüme görünürsen seni parçalarım anladın mı, dedim. Kapıyı açıp bir tekmeyle dışarı attım ve kapıyı kapattım.

Aradan kırk beş dakika geçti geçmedi telefonum çaldı. Arayan çocuğun babasıydı. Telefonu açmakla açmamak arasında bir tereddüt yaşadım. Bir babaya, oğlunun vejetaryen olduğunu nasıl söyleyebilirdim? Ya adam kalp krizi geçirirse...Bu düşüncelerle bir süre telefonu açmadım. Babasının ısrarlı çaldırmaları sonucunda açmak mecburiyetinde kaldım.

Telefonu açar açmaz çocuğun babası sinirli bir sesle:

-Siz benim oğlumu gecenin bir yarısı nasıl dışarı atarsınız? Nasıl kötü laflar edersiniz? Ben sizinle böyle mi anlaşmıştım türünden bir sürü laf etti.

Ben: -Amcacığım, sakin olursan anlatacağım. Doğru, biz seninle böyle anlaşmamıştık. Üzgünüm. Biliyor musun, senin oğlun bir vejetaryenmiş. Bugün kendisi söyledi, dedim.

Adam: -Biliyorum, eee ne olmuş vejetaryense, ben de vejetaryenim bunda ne var?

Ben:-Neee? Sende mi vejetaryensin? Namussuz adam, demek ki oğlunu sen bu hale getirmişsin. Bir de utanmadan ne olmuş diyorsun. Daha ne olsun. Keşke oğlun, içki içip karı kız peşinde koşsaydı da vejetaryen olmasaydı. Siz ne şerefsiz ne aşağılık bir aileymişsiniz. Allah sizin belanızı versin deyip telefonu yüzüne kapattım. Kapattıktan sonra yine telefonumu çaldırmaya devam etti. En sonunda telefonumu kapattım.

Bir saat sonra kapımızın zili çaldı. Gelen, çocuğu yanımıza almamız için bize ricada bulunan arkadaşımdı. Morali çok bozuktu. Çocuğun babasının kendisini aradığını, aramızda geçenleri anlattığını, çocuğun babasına karşı çok mahcup olduğunu söyledi. Bunu neden yaptığımızı sordu. Bense, çocuğun vejetaryen olduğunu bu nedenle evden attığımızı, babasına hakaret etmemin nedeninin ise babasının da vejetaryen olduğunu söylemesi olduğunu belirttim.

Arkadaşım: -Bir insan vejetaryen olduğu için evden atılır mı? Hakaret edilir mi? Siz delirdiniz mi?

Ben: -Aslında eşek sudan gelinceye kadar dövmediğimize dua et. Hem vejetaryenlere dair sendeki bu engin hoşgörü de hiç hayra alamet değil. Doğru söyle lan, sende mi vejetaryensin? Sonuçta bunlar senin aile dostların. Yoksa niye bunlarla dost olasın ki?

Arkadaşım: -Ne münasebet, ben vejetaryen değilim. Hem vejetaryen olsam ne olur, bu kötü bir şey değil ki. Siz vejetaryenin ne olduğunu biliyor musunuz?

Ben: -Tabi ki biliyoruz. Ne olacak şerefsiz bir ibnedir işte. (Lütfü ve Mehmet’in bilgisiyle)

Bu son sözümle, arkadaşım gülme krizine girdi. On dakikada anca kendine gelebildi. Vejetaryenin et yemeyenler için kullanılan bir kelime olduğunu söyledi. Mehmet'in yaptığı yemekte de et vardı. O an ne diyeceğimi bilemedim. Çok utanmıştık. Yahu direkt ben et yemiyorum diyemez miydi? Bir de et yememek sinirlenmek ve ev arkadaşlarına küsmeyi mi gerektiriyordu?

Neyse çocuğu eve geri çağırdık. Kendisinden özür diledik. Çocuğa sinirli oluşunun nedenini sordum. Meğerki mikrop, mutfak masrafları ortak olduğundan yemediği yiyeceklerin de hesabının kendisinden alınacak olmasına sinirlenmiş. Ben de kolayı var, evdeki mutfak masraflarına ortak olmazsın, yemeklerini gider lokantada yersin, olur biter dedim. Yoksa bir muhasebeci tutmamız gerekir. Lütfü bamya sevmez, Mehmet mercimek yemez, ben bulgur sevmem...

Not: Vejetaryen kelimesi olayın geçtiği 2002 yıllarında bizim için çok popüler bir kelime değildi."