Vejetaryen kelimesini duyunca kalbim hızlı bir şekilde çarpmaya ve zihnimde
olumsuz, kötü ne kadar kavram varsa belirmeye başladı. O an çocuğun daha önceki
tavır ve davranışları gözümün önünden film şeridi gibi geçmeye başlamıştı:
Sabah uyanır uyanmaz boy aynasının önüne geçip en az yarım saat orasına
burasına bakması özellikle bayanların kullandığı bakım malzemeleri kullanması,
giyim tarzı vs.
Hemen arkadaşlara dönüp vejetaryenin ne olduğunu sordum. Arkadaşlarımdan
Lütfü ağabey, sen bilmiyor musun dedi. Ben de zekâsına kurban olduğum, bilsem
neden sana sorayım dedim. Lütfü: Vejetaryen çok pis bir şeydir, dedi. Nasıl pis
bir şeydir Lütfü, biraz açar mısın, dedim. Lütfü: Ağabey, vallahi dilimin
ucunda ama çıkaramıyorum. Anlayacağın şerefsizdir işte, dedi.
Baktım Lütfü de umut yok, bu sefer Mehmet'e sordum. Mehmet hiç beklemeden
“ağabey, toptur" dedi. Mehmet ne topu, bugün yemeğe ne koydun, hiçbir şey
anlayamıyorum dedim. Mehmet: Ağabey, anla işte, Bülent Ersoy gibidir ha! dedi.
Tekrar arkadaşlara: Bakın, ben vejetaryenin ne olduğunu bilmiyorum bu
söylediklerinizden emin misiniz, diye sordum. Lütfü ile Mehmet, vallahi eminiz
dediler. (Aslında Lütfü ile Mehmet bilgilerine pek de itimat edilecek insanlar
değildi ama elimdeki malzeme onlardan ibaretti ne yapayım.)
O an sanki başımdan kaynar sular dökülmüştü. Ya Rabbim! Biz ne büyük bir
günah işledik ki bize böyle bir vejetaryeni reva gördün dedim. (Benim de
zihnimde çocuğun daha önceki hal ve hareketlerinden edindiğim izlenimlerimle
böyle bir algı oluşmuştu zaten. Arkadaşlarımın da çok değerli bilgilendirmeleri
sayesinde artık vejetaryenin ne olduğu konusunda kendimce emin olmuştum.)
Hem de vejetaryenle aynı odada kalıyordum. Öyle bir sinirlenmiştim ki
gözlerim kararmış sanki hiçbir şeyi göremez olmuştum. Hiddetle çocuğun
bulunduğu odaya daldım. Çocuk yatağında uzanmış, tavana bakıyordu. Üzerine
yürüdüğümü görünce korkulu gözlerle bana bakıp ağabey, ne oldu dedi. Son sözü
de bu oldu. Daha ne olsun demek vejetaryensin ha! Seni aşağılık, adi, namussuz!
Gel lan buraya, diyerek kolundan tutup yatağından kaldırdım. Sürükleye
sürükleye kapının önüne kadar getirdim. Şimdi defol git evimizden. Git kendin
gibi vejetaryenlerle ev tut. Yarın benim evde olmadığım bir vakitte gel
eşyalarını al. Bir daha gözüme görünürsen seni parçalarım anladın mı, dedim.
Kapıyı açıp bir tekmeyle dışarı attım ve kapıyı kapattım.
Aradan kırk beş dakika geçti geçmedi telefonum çaldı. Arayan çocuğun
babasıydı. Telefonu açmakla açmamak arasında bir tereddüt yaşadım. Bir babaya,
oğlunun vejetaryen olduğunu nasıl söyleyebilirdim? Ya adam kalp krizi
geçirirse...Bu düşüncelerle bir süre telefonu açmadım. Babasının ısrarlı
çaldırmaları sonucunda açmak mecburiyetinde kaldım.
Telefonu açar açmaz çocuğun babası sinirli bir sesle:
-Siz benim oğlumu gecenin bir yarısı nasıl dışarı atarsınız? Nasıl kötü
laflar edersiniz? Ben sizinle böyle mi anlaşmıştım türünden bir sürü laf etti.
Ben: -Amcacığım, sakin olursan anlatacağım. Doğru, biz seninle böyle
anlaşmamıştık. Üzgünüm. Biliyor musun, senin oğlun bir vejetaryenmiş. Bugün
kendisi söyledi, dedim.
Adam: -Biliyorum, eee ne olmuş vejetaryense, ben de vejetaryenim bunda ne
var?
Ben:-Neee? Sende mi vejetaryensin? Namussuz adam, demek ki oğlunu sen bu
hale getirmişsin. Bir de utanmadan ne olmuş diyorsun. Daha ne olsun. Keşke
oğlun, içki içip karı kız peşinde koşsaydı da vejetaryen olmasaydı. Siz ne
şerefsiz ne aşağılık bir aileymişsiniz. Allah sizin belanızı versin deyip
telefonu yüzüne kapattım. Kapattıktan sonra yine telefonumu çaldırmaya devam
etti. En sonunda telefonumu kapattım.
Bir saat sonra kapımızın zili çaldı. Gelen, çocuğu yanımıza almamız için
bize ricada bulunan arkadaşımdı. Morali çok bozuktu. Çocuğun babasının
kendisini aradığını, aramızda geçenleri anlattığını, çocuğun babasına karşı çok
mahcup olduğunu söyledi. Bunu neden yaptığımızı sordu. Bense, çocuğun
vejetaryen olduğunu bu nedenle evden attığımızı, babasına hakaret etmemin
nedeninin ise babasının da vejetaryen olduğunu söylemesi olduğunu belirttim.
Arkadaşım: -Bir insan vejetaryen olduğu için evden atılır mı? Hakaret
edilir mi? Siz delirdiniz mi?
Ben: -Aslında eşek sudan gelinceye kadar dövmediğimize dua et. Hem
vejetaryenlere dair sendeki bu engin hoşgörü de hiç hayra alamet değil. Doğru
söyle lan, sende mi vejetaryensin? Sonuçta bunlar senin aile dostların. Yoksa
niye bunlarla dost olasın ki?
Arkadaşım: -Ne münasebet, ben vejetaryen değilim. Hem vejetaryen olsam ne
olur, bu kötü bir şey değil ki. Siz vejetaryenin ne olduğunu biliyor musunuz?
Ben: -Tabi ki biliyoruz. Ne olacak şerefsiz bir ibnedir işte. (Lütfü ve
Mehmet’in bilgisiyle)
Bu son sözümle, arkadaşım gülme krizine girdi. On dakikada anca kendine
gelebildi. Vejetaryenin et yemeyenler için kullanılan bir kelime olduğunu
söyledi. Mehmet'in yaptığı yemekte de et vardı. O an ne diyeceğimi bilemedim.
Çok utanmıştık. Yahu direkt ben et yemiyorum diyemez miydi? Bir de et yememek
sinirlenmek ve ev arkadaşlarına küsmeyi mi gerektiriyordu?
Neyse çocuğu eve geri çağırdık. Kendisinden özür diledik. Çocuğa sinirli
oluşunun nedenini sordum. Meğerki mikrop, mutfak masrafları ortak olduğundan
yemediği yiyeceklerin de hesabının kendisinden alınacak olmasına sinirlenmiş.
Ben de kolayı var, evdeki mutfak masraflarına ortak olmazsın, yemeklerini gider
lokantada yersin, olur biter dedim. Yoksa bir muhasebeci tutmamız gerekir.
Lütfü bamya sevmez, Mehmet mercimek yemez, ben bulgur sevmem...
Not: Vejetaryen kelimesi olayın geçtiği 2002 yıllarında bizim için çok popüler bir kelime değildi."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder