Ana içeriğe atla

Sen misin Vejetaryen Olan! (2)

Vejetaryen kelimesini duyunca kalbim hızlı bir şekilde çarpmaya ve zihnimde olumsuz, kötü ne kadar kavram varsa belirmeye başladı. O an çocuğun daha önceki tavır ve davranışları gözümün önünden film şeridi gibi geçmeye başlamıştı: Sabah uyanır uyanmaz boy aynasının önüne geçip en az yarım saat orasına burasına bakması özellikle bayanların kullandığı bakım malzemeleri kullanması, giyim tarzı vs.

Hemen arkadaşlara dönüp vejetaryenin ne olduğunu sordum. Arkadaşlarımdan Lütfü ağabey, sen bilmiyor musun dedi. Ben de zekâsına kurban olduğum, bilsem neden sana sorayım dedim. Lütfü: Vejetaryen çok pis bir şeydir, dedi. Nasıl pis bir şeydir Lütfü, biraz açar mısın, dedim. Lütfü: Ağabey, vallahi dilimin ucunda ama çıkaramıyorum. Anlayacağın şerefsizdir işte, dedi.

Baktım Lütfü de umut yok, bu sefer Mehmet'e sordum. Mehmet hiç beklemeden “ağabey, toptur" dedi. Mehmet ne topu, bugün yemeğe ne koydun, hiçbir şey anlayamıyorum dedim. Mehmet: Ağabey, anla işte, Bülent Ersoy gibidir ha! dedi. Tekrar arkadaşlara: Bakın, ben vejetaryenin ne olduğunu bilmiyorum bu söylediklerinizden emin misiniz, diye sordum. Lütfü ile Mehmet, vallahi eminiz dediler. (Aslında Lütfü ile Mehmet bilgilerine pek de itimat edilecek insanlar değildi ama elimdeki malzeme onlardan ibaretti ne yapayım.)

O an sanki başımdan kaynar sular dökülmüştü. Ya Rabbim! Biz ne büyük bir günah işledik ki bize böyle bir vejetaryeni reva gördün dedim. (Benim de zihnimde çocuğun daha önceki hal ve hareketlerinden edindiğim izlenimlerimle böyle bir algı oluşmuştu zaten. Arkadaşlarımın da çok değerli bilgilendirmeleri sayesinde artık vejetaryenin ne olduğu konusunda kendimce emin olmuştum.)

Hem de vejetaryenle aynı odada kalıyordum. Öyle bir sinirlenmiştim ki gözlerim kararmış sanki hiçbir şeyi göremez olmuştum. Hiddetle çocuğun bulunduğu odaya daldım. Çocuk yatağında uzanmış, tavana bakıyordu. Üzerine yürüdüğümü görünce korkulu gözlerle bana bakıp ağabey, ne oldu dedi. Son sözü de bu oldu. Daha ne olsun demek vejetaryensin ha! Seni aşağılık, adi, namussuz! Gel lan buraya, diyerek kolundan tutup yatağından kaldırdım. Sürükleye sürükleye kapının önüne kadar getirdim. Şimdi defol git evimizden. Git kendin gibi vejetaryenlerle ev tut. Yarın benim evde olmadığım bir vakitte gel eşyalarını al. Bir daha gözüme görünürsen seni parçalarım anladın mı, dedim. Kapıyı açıp bir tekmeyle dışarı attım ve kapıyı kapattım.

Aradan kırk beş dakika geçti geçmedi telefonum çaldı. Arayan çocuğun babasıydı. Telefonu açmakla açmamak arasında bir tereddüt yaşadım. Bir babaya, oğlunun vejetaryen olduğunu nasıl söyleyebilirdim? Ya adam kalp krizi geçirirse...Bu düşüncelerle bir süre telefonu açmadım. Babasının ısrarlı çaldırmaları sonucunda açmak mecburiyetinde kaldım.

Telefonu açar açmaz çocuğun babası sinirli bir sesle:

-Siz benim oğlumu gecenin bir yarısı nasıl dışarı atarsınız? Nasıl kötü laflar edersiniz? Ben sizinle böyle mi anlaşmıştım türünden bir sürü laf etti.

Ben: -Amcacığım, sakin olursan anlatacağım. Doğru, biz seninle böyle anlaşmamıştık. Üzgünüm. Biliyor musun, senin oğlun bir vejetaryenmiş. Bugün kendisi söyledi, dedim.

Adam: -Biliyorum, eee ne olmuş vejetaryense, ben de vejetaryenim bunda ne var?

Ben:-Neee? Sende mi vejetaryensin? Namussuz adam, demek ki oğlunu sen bu hale getirmişsin. Bir de utanmadan ne olmuş diyorsun. Daha ne olsun. Keşke oğlun, içki içip karı kız peşinde koşsaydı da vejetaryen olmasaydı. Siz ne şerefsiz ne aşağılık bir aileymişsiniz. Allah sizin belanızı versin deyip telefonu yüzüne kapattım. Kapattıktan sonra yine telefonumu çaldırmaya devam etti. En sonunda telefonumu kapattım.

Bir saat sonra kapımızın zili çaldı. Gelen, çocuğu yanımıza almamız için bize ricada bulunan arkadaşımdı. Morali çok bozuktu. Çocuğun babasının kendisini aradığını, aramızda geçenleri anlattığını, çocuğun babasına karşı çok mahcup olduğunu söyledi. Bunu neden yaptığımızı sordu. Bense, çocuğun vejetaryen olduğunu bu nedenle evden attığımızı, babasına hakaret etmemin nedeninin ise babasının da vejetaryen olduğunu söylemesi olduğunu belirttim.

Arkadaşım: -Bir insan vejetaryen olduğu için evden atılır mı? Hakaret edilir mi? Siz delirdiniz mi?

Ben: -Aslında eşek sudan gelinceye kadar dövmediğimize dua et. Hem vejetaryenlere dair sendeki bu engin hoşgörü de hiç hayra alamet değil. Doğru söyle lan, sende mi vejetaryensin? Sonuçta bunlar senin aile dostların. Yoksa niye bunlarla dost olasın ki?

Arkadaşım: -Ne münasebet, ben vejetaryen değilim. Hem vejetaryen olsam ne olur, bu kötü bir şey değil ki. Siz vejetaryenin ne olduğunu biliyor musunuz?

Ben: -Tabi ki biliyoruz. Ne olacak şerefsiz bir ibnedir işte. (Lütfü ve Mehmet’in bilgisiyle)

Bu son sözümle, arkadaşım gülme krizine girdi. On dakikada anca kendine gelebildi. Vejetaryenin et yemeyenler için kullanılan bir kelime olduğunu söyledi. Mehmet'in yaptığı yemekte de et vardı. O an ne diyeceğimi bilemedim. Çok utanmıştık. Yahu direkt ben et yemiyorum diyemez miydi? Bir de et yememek sinirlenmek ve ev arkadaşlarına küsmeyi mi gerektiriyordu?

Neyse çocuğu eve geri çağırdık. Kendisinden özür diledik. Çocuğa sinirli oluşunun nedenini sordum. Meğerki mikrop, mutfak masrafları ortak olduğundan yemediği yiyeceklerin de hesabının kendisinden alınacak olmasına sinirlenmiş. Ben de kolayı var, evdeki mutfak masraflarına ortak olmazsın, yemeklerini gider lokantada yersin, olur biter dedim. Yoksa bir muhasebeci tutmamız gerekir. Lütfü bamya sevmez, Mehmet mercimek yemez, ben bulgur sevmem...

Not: Vejetaryen kelimesi olayın geçtiği 2002 yıllarında bizim için çok popüler bir kelime değildi."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde