Ana içeriğe atla

Sen misin Vejetaryen Olan! (1)

Üç sayfalık bu yazı dizisi bana ait değil. Kendisini ailecek tanıdığım, değer verdiğim, sayıp sevdiğim, özü-sözü bir, Adıyaman Kahta ilçesinde ikamet eden Cevher Olt'a ait bu yazı. Kendisi Kıbrıs'ta üniversite okurken başından geçen bu hatırasını sosyal medyada paylaştığında bir solukta okumuştum. Cevher, bunu yazı konusu edinebilir miyim dediğimde, şeref duyarım demişti. 

Yazının geçtiği yıllar 2002 yılları olsa gerek. Daha İnternetin yaygınlaşmadığı, bilemediğimiz bir kelimeyi öğrenmek için başvurmadığımız yıllar. Yazıyı okurken hem güleceksiniz hem de bir konuda yanlış bilgi sahibi olunca insanın ne tür yanlışlara imza atabileceğini, yanlışa imza atanın samimiyetini ve içtenliği aynı zamanda Türkçe karşılığı varken bir kelimenin yabancı dilden olanını tercih etmenin kişiye nelere mal olabileceğini göreceksiniz. Bu hatırayı Cevher'in ağzından dinleyenler, bunu bizzat Cevher'in ağzından dinlemek gerektiğini söyleseler de biz böyle bir seçenek ve zevkten mahrumuz ve yazısıyla yetineceğiz. Bu anıyı iki parça halinde aktarmaya çalışacağım. Şimdi sizi bu yazı dizisiyle baş başa bırakıyorum:

"Yeni bir öğrenim yılının başıydı. Üniversite ikinci sınıfa geçmiştik. Okuduğumuz şehirde konut sayısı az olduğundan, kiralık ev bulmak bir insana piyangodan para çıkması kadar oldukça zor bir ihtimaldi. Cemaat ve vakıf yurtlarında da durum farklı değildi. Tabiri caizse kontenjanları dolup taşmıştı. Biz de uzun ve zorlu bir uğraşıdan sonra zar zor bir apart otel bulabilmiştik. Kaldığımız ev iki oda bir salondan müteşekkil küçük bir yerdi. Bir odasında iki hemşerim, diğer odada ise yalnız ben kalıyordum.

Bir gün, samimi olduğum ve hatırını kıramayacağım bir arkadaşım, telefonla beni arayarak yüz yüze görüşmek istediğini söyledi. Ben de olur, bizim eve gel, görüşelim, dedim. Arkadaşım: “Ordu'nun bir ilçesinde Milli Eğitim Müdürlüğü yapan bir aile dostumuz, oğluyla beraber yaklaşık bir haftadır benim evimde misafirler. Geçen gün, üniversiteye çocuğunun kaydını yaptık. Fakat ev bulamıyoruz. Babası herkese güvenemediğinden, çocuğunun tek başına ev tutmasını istiyordu. Ev bulamayınca mecburen başkalarıyla kalmasına razı oldu. Bana, ‘Tanıdığın güvenilir, dürüst insanlar varsa yanlarına yerleştirelim yoksa çocuğun kaydını donduralım’ dedi. Benim de aklıma ilk siz geldiniz. Ricamı kabul edersen çok sevinirim.” dedi. Kabul etmezsem, dedim. “Ya aile dostumuz…kendisine çok mahcup olurum” dedi. Bense: "Evimiz biliyorsun çok küçük. Normalde kabul etmezdim. Lakin senin hatırın için bir kaç şartla kabul ederim. Yarın gelsinler şartlarımı kabul ederlerse kabulümüzdür" dedim.

Ertesi gün çocukla babası geldiler. Kısa bir tanışma faslından sonra: "Amcacığım, ben içki içmem, içilen yerde de durmam. Karı-kız peşinde de koşmam. Bu davranışları yapanlardan da hiç hazzetmem. Yanlış anlama! Burası cemaat evi değil. Namaz kılar kılmaz, o beni ilgilendirmez. Eğer oğlunun bu taraklarda bezi varsa bizimle kalmaması, kendisi için daha iyi olur" dedim.

Adam: “Ooo çok iyi. Ben de oğlumun beraber kalacağı arkadaşlarının tam da böyle olmasını isterim. Hiç şüphen olmasın. Bu konularda oğlum da aynı sizin gibi düşünen biridir. İnan ki çok iyi anlaşacaksınız,” dedi. (Laf aramızda, oğlunun tipi, hal ve hareketleri hiç de öyle demiyordu. Hatta tam tersine affetmem hepsini de yaparım gardaş diyordu.)

Sonra adam bizi daha yakından tanımak amacıyla bizde bir hafta kalmak istediğini söyledi. Bizde kabul ettik. Giderken telefon numaramı aldı ve oğluna ağabeylik etmemi, koruyup kollamamı rica etti. Ben de başım üstüne dedim ve adam gitti (Sonunda müdür beyin o bitmek bilmeyen sıkıcı sohbetlerinden kurtulmuştuk.)

Çocukla yirmi birinci günü devirmiştik. Evde iş bölümü yapmıştık. Her gün bir arkadaşımız yemek yapar ve bulaşıkları yıkardı. O gün Mehmet arkadaşımız yemek yapmıştı. Derslerim geç bir saatte bitmişti. Eve geldiğimde iki hemşerim de masada yemek yiyorlardı. Çocuk ise kanepeye uzanmış, iki elini başının altına koymuş sinirli bir şekilde duvara bakıyordu. Beyaz tenli olduğundan yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Sinirli olduğu her halinden belli oluyordu. Ellerimi ve yüzümü yıkadıktan sonra sofraya oturdum. Arkadaşlara kısık bir sesle çocuğun yemek yiyip yemediğini sordum. Arkadaşlar, çocuğun yemek yemediğini söylediler. Çocuğa: ''Kardeşim gel, yemek yiyelim'' dedim. Çocuk yüksek bir ses tonuyla ve sinirli bir şekilde: ''Ben yemek yemeyeceğim' dedi. Masada bulunan arkadaşlarıma yine kısık bir sesle ve Kürtçe çocukla tartışıp tartışmadıklarını sordum. Arkadaşlarım, çocukla hiç bir şekilde tartışmadıklarını söylediler. Zaten daha önce arkadaşlara bakın biz üçümüz hemşeriyiz, bu çocuk aramızda yabancı, zaten gurbet eldeyiz, çocuk bizim aramızda yabancılık çekmesin. Onun için hatalarını görmezlikten gelin ve sakın kalp kırıcı sözler söylemeyin demiştim.

Tekrar çocuğa dönüp kendisine şöyle dedim:

Bak kardeşim, bizde hemşericilik yoktur. Aynı yaşam alanını paylaşıyoruz sen de bizim hemşerimizsin. Evde bulunan arkadaşlardan biri sana ters bir davranışta bulunmuşsa söyle kendisinden hesabını sorayım. Yok, eğer dışarıdan birileriyle kavga etmişsen ve de haklıysan söyle, gidip beraber bunun hesabını soralım. Derdin neyse açıkça söyle. Yeter artık ben de sana sinirlenmeye başladım. Böyle yüz yapıp da keyfimizi bozma.

Çocuk hiddetli ve ağlamaklı bir ses tonuyla:

Ben kimseyle tartışmadım. Kimseyle bir sorunum da yok. Ayrıca yemek de yemeyeceğim. Ben bir vejetaryenim anladınız mı? Anlamadınızsa heceleyerek söyleyeyim Ben ve_je_tar_ye_nim, dedi ve hiddetle odasına doğru gitti.

(Ben vejetaryenim derken öyle bir ifade biçimi vardı ki sanki ben mikrobum anladınız mı, beni ortadan kaldırın der gibiydi.)

(Devam edecek)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde