12 Ocak 2021 Salı

Bu Öğretmen Milletinin İşi İş! *

Nagehan Alçı’yı ne okurum ne de TV kanallarına çıktığı zaman takip ederim. Kanalları gezinirken konuşur görürsem, es geçerim. Sayın Alçı,“Okulları kapalı tutarak bir nesli mahvetmek üzereyiz” başlıklı bir yazı kaleme almış. Yazısının içinde geçen “Öğretmenler rahata alıştı sanki” kısmı başta öğretmenler olmak üzere çoğu kimsenin tepkisine neden oldu. Ne demiş diyerek yazısını bularak okudum.

Kadın, baştan sona “Okulların kapalı tutulmasından dert yanıyor. Başka ülkelere göre en uzun süreli okul kapatmanın bizde olduğundan dem vuruyor. Çocuklar markette, her yerde ama okullara alınmıyor. Böyle giderse bir nesli yok ederiz” diyor özetle. Yazının tümüne birden bakarsak haklı bir haykırış var ve tespitleri doğru. Açıkçası bu kadar tepkiyi anlamış değilim. Hele bir cümleye takılıp kalmayı hiç doğru bulmuyorum. Çünkü o cümle yani “Öğretmenler rahata kavuştu sanki” cümlesi, yazıdan çıkarılabilecek bir ana fikir bile değil. Diyelim ki burada öğretmenlere bir sataşma var. Tepki göstereceğiz. “Sayın Alçı, okulların kapalı olmasının müsebbibi biz değiliz. Sizin gibi biz de bekliyoruz. Bunu MEB’e iletin. Bilim Kurulunu aşarak bunu başarabilirseniz bundan biz de memnuniyet duyacağız. Uzaktan eğitim derslerinde verimin ve geri dönüşün olup olmadığını gözünüzle görmek isterseniz, sizi derslerimize misafir kabul etmek isteriz.” şeklinde bir tepki daha şık olmaz mıydı? Eğitimcilere de böyle bir üslubun çok güzel yakışacağını düşünüyorum.

Gelelim çok tepki gösterilen “rahatlık” meselesine…

Bu rahatlık bakış açısına göre değişir. Öğretmenler hem rahat hem değil diye düşünebiliriz. Rahattır. Çünkü soğuk ve sıcakta belli bir mesafe kat etmeden evinden veya bulunduğu yerden okulunca belirlenen ders programına göre dersini veriyor. Bu, rahatlık değil mi? Burada zaman kaybı, fiziken yorulma ve derse yetişeceğim, trafiğe takılacağım telaşesi yok.

Öğretmenler rahat değil. Bunu derken öğretmen tıpkı okuldaki görevini evinde yerine getiriyor. Neler yapıyor?  

1.      Okulunun verdiği haftalık ders programını, EBA’daki “Harici canlı ders ekle” butonunu açarak işleyeceği dersin konusunu, sınıfını, saatini, dersi işleyeceği platformun linkini, şifresini, şubesini, ünitesini ve dersine girecek öğrencileri belirliyor ve kaydediyor. Tüm bunları yaparken sistem arıza verdiği zaman sorunu çözmek için okulların öğretmen grupları geç vakte kadar yazışma yapıyor ve sorunu çözüyorlar.

2.      İşleyeceği dersi öğrencilerine duyurmak için tüm sınıfın veli/öğrenci telefonlarını kaydederek bir iletişim grubu kuruyor, link gönderiyor. Buradan öğrenci ve velileriyle haberleşiyor. Dersine kimin katılmadığını anında veliye bildiriyor. Ödevini buradan veriyor. Dersine sürekli katılamayan öğrencinin velisine ulaşıyor ve niçin katılamadığını araştırıyor. Hepsi olmasa da çoğu öğretmen, planlanan dersinin dışında akşam, zoom üzerinden ilave ders yapıyor.

3.      Dersini saatinde açan öğretmen, tüm öğrencilerinin derse katılımını “Günaydın, hoş geldin” diyerek tek tek karşılıyor.

4.      Öğrenci çözemediği soru için öğretmenine whatsapp aracılığıyla soru gönderiyor, ödevini soruyor. Öğretmenler anında cevap veriyor.

5.      Hafta sonu geldiğinde öğretmen, ben tatilim demiyor. Milli Eğitim Müdürlüklerinin her cumartesi ve pazar günleri, farklı sınıflara yaptığı kazanım değerlendirme sınavlarına öğrencilerinin katılımını sağlıyor. “Şu katılmadı, bu katılmadı, şöyle katılacaksınız, şifreleriniz bunlar…” yazışmalarını yaptığına inanmazsanız, her şeyimizi kaydeden Whatsappa sorabilirsiniz. Sınav bittikten sonra da sınav analizi hazırlamak zorunda öğretmen.

6.      Öğretmenin işlediği canlı dersine, öğrencinin dışında evde olan herkes katılıyor. Yani sınıf mevcudundan fazla kişi dersi dinliyor. Bir öğrenciye soru sorduğunda, öğrenciden cevap alamazsa aynı anda Whatsappına anne, “Öğretmenim, sorduğunuz soruyu çocuğum biliyor. Yalnız mikrofonu bozuk” cevabını alan öğretmen sayısı az değil. Yani ders herkese alabildiğine açık ve şeffaf. Sayın Alçı da bu derslere katılabilir.

7.      Dersini vermeden önce öğretmenin ilgili konusuna hazırlığını, oluşturacağı ders materyalini saymaya gerek yok sanırım.

8.      Evinde işlediği derslerin yanında haftada bir gün de okuluna gidip yapılan toplantıya katılmak zorunda öğretmenler.

9.      Dersi, bire bir öğrencinin okumasına bağlı olan uygulama derslerinde ise öyle öğrenciler var ki “Öğretmenim! Ben ders okumak istiyorum, dersime hazırım. Beni okutmak için müsait misiniz?” mesajı gönderdiğini gecenin 11’inde öğretmenin zoomu açıp öğrencisiyle bire bir ders yaptığını öyle zannediyorum, çoğunuz gibi Nagehan Alçı da bilmiyordur.

10.  Teknik vs nedenlerle dersini işleyemeyen öğretmen, çocukların uygun olduğu bir saatte dersini yapıyor…

Hasılı, yüz yüze öğretimde olduğu gibi dersini ayakta işleyemeyen öğretmen, canlı derslerde de zamanla yarışarak bir koşuşturma içine giriyor ve en az yüz yüze eğitimde olduğu gibi yoruluyor.

Buna rağmen bu aşamadan sonra okulların açılması, çoğu öğrencinin ve öğretmenin işine gelir mi? Doğrusu açılması. Mantık da bunu kabul eder. Ama vücut ve insanların psikolojisi buna hazır mı? Buna pek hazır diyemeyeceğim. Çünkü vücut işe gitmeden evde iş yapmaya alışmıştır. Bu da doğaldır. Malumunuz çoğu öğrenci ve çalışanda pazartesi sendromu olur. Pazar gününden başlar bu sendrom. Pazartesi okul veya işe ölümüne gider ama akşamına alışır. Marttan bu yana bazı sınıf kademelerinin kısa süreli yüz yüze eğitim yapmasının dışında bu ülkede 10 aydır okullar kapalı. Dile kolay. Uzun süre işinden uzak olan öğrenci ve öğretmen elbette ilk etapta zorlanacaktır. Keşke açılsın da varsın tüm zorluk bu olsun.

Bu arada öğretmenlerim! Siz de pek alıngan olmayın. Bugüne kadar Nagehan Hanım’a gelinceye kadar yüz yüze eğitim yaparken bile az mı eleştiriye tabi tutuldunuz? Her şeyin müsebbibi olarak sizler gösterilmediniz mi? Maalesef toplumun bir kesiminde böyle bir algı var. Ağzınızla kuş tutsanız dahi bu kesime yaranamazsınız ve bu algıyı değiştiremezsiniz. Bırakın balık bilmezse Hâlık bilsin.

*13/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

11 Ocak 2021 Pazartesi

Üniversitelerimizi Nasıl Bilirsiniz? *

Boğaziçi Üniversitesine yapılan rektör ataması Türkiye’nin gündemine oturdu. Atanan rektör üzerinden taraflarca olurdu, olmazdı tartışması yapıldı. Boş bir tartışma bana göre. Bu yapısıyla üniversitelerin başına Ali gelse ne olur, Veli gelse ne olur? Bilirim ki bu tartışma bir süre devam eder sonra herkes mevcut duruma alışır gider.

İsterdim ki üniversiteler masaya yatırılsın. Çünkü üniversitelerimiz toplumun beklentilerinden, gençleri mesleğe hazırlamaktan ve Türkiye’nin istihdam alanını gözetmekten, buna göre eğitim-öğretim planı ve bilimsel çalışma yapmaktan, bu ülkeye bir katma değer üretmekten çok uzak. Hatta çoğu üniversite ve çoğu bölümler bu ülkenin sırtında bir kambur.

İsterdim ki üniversitede okuyan öğrenciler arasında, okuduğu bölümden memnun olup olmadığına dair bir memnuniyet araştırması yapılsın. Böyle bir çalışma yapılırsa, yüzde 90’ın üzerinde bir öğrencinin, bölümünden memnun olmadığını görürsek hiç şaşırmayalım. Çünkü istihdam alanı itibariyle birkaç bölüm dışında hiçbir bölüm çocuklara umut vermiyor.

İsterdim ki 20 bin üniversite içerisinde ilk beş yüze giren kaç üniversitemizin olduğu tartışılsın. Görüyoruz ki ilk beş yüzde, otuz yıllık bir geçmişi bile olmayan sadece Koç Üniversitesi var. İlk bine giren üniversitelerimiz arasında sırasıyla Sabancı, Bilkent, Orta Doğu, Boğaziçi, İTÜ, Ankara, Hacettepe ve İstanbul Üniversitesi var. Diğer köklü üniversitelerin sıralamada esemesi okunmuyor. Halbuki çoğu üniversite, rektöründen öğretim görevlisine varıncaya kadar -tepeden tırnağa- tüm personeli belli dini, etnik grup, STK ve düşünceye mensup kişilerden oluşuyor. Buna ahbap çavuş ilişkisi ve beşik ulemalığı da diyebiliriz. Bunların önlerinde akademik çalışma yapmak, bilimsel makale yazmak ve üniversitelerinin itibarını yükseltmek ve korumak için hiçbir engel yok.

İsterdim ki 2020 Mart ayından itibaren bu üniversiteler niçin yüz yüze öğretim yapmıyor, tartışılsın. MEB, “Şu gün açacağım, bugün açacağım, kademeli açacağım, seyreltilmiş eğitim yapacağım, Bilim Kurulunun önerisini bekliyorum…” diyerek verdiği umutlar gerçekleşmese de okullarını açma çabası var. Üniversitelerin böyle bir derdini ben göremedim. Hepsi, 2020-2021 öğretim yılı başlamadan “Biz uzaktan eğitim yapacağız” diyerek köşelerine çekildiler. Herkesin gözü MEB’e bağlı okullarda olduğu için üniversiteler bu uzaktan eğitimi de ne derece yapıyorlar? Bunu bilmiyoruz. Her şeyden geçtim. Mesleği, uygulamaya dayalı tıp, hemşire, ebe, mühendis vs. olanlar, pratik yapmadan ya bir üst sınıfa geçiyor ya da mezun oluyor. Bu kişiler, mesleklerini ne derece sağlıklı ifa edebilecekler, tartışılır. İleride bunlara pandemi mezunu/nesli denirse hiç şaşırmam.

İsterdim ki belli düşüncelere peşkeş çekilmiş ya da parsellenmiş 200’ün üzerindeki üniversitelerimizin, kaçında farklı düşüncede kaç akademisyen var? Hangi üniversite hangi düşüncenin kalesi ya da çiftliği? Belli bir düşünce ve fikrin kalesi olan bu üniversiteler ne derece özgür ve özerk ne derece bilimsel çalışma yapıyor? Adrese teslim öğretim görevlisi almakla, bu ülkede bilim adamı yetişir mi? Üniversitelerin bugünkü durumundan,  her devirde hiç elini çekmeyen siyasilerin payı yok mu? Bunlar tartışılsın. Üniversitelerin bu görüntüsü çok iyi ise aynen devam edelim. Yok, iyi değilse bu hastalığımızdan ne zaman kurtulmayı düşünürüz? Gecikmiş de olsa bunu konuşalım.

Yazımı bitirirken üniversitelerimizin kendini bulabilmesi, bu ülkeye katkı sunabilmesi, bilimsel çalışma yapabilmesi ve itibar kazanabilmesi isteniyorsa, öncelikle şu yolu açmamız lazım: Tüm üniversitelerimiz, her düşüncedeki insanın, bileğinin hakkıyla akademisyen olabileceği yerler olabilmeli. Hiçbir üniversitemiz belli bir düşüncenin kalesi olmamalı. (Mevcut çöreklenmenin önüne geçmek için belli bir süre bir üniversitede görev yapan öğretim görevlilerine rotasyon getirilebilir.) Üniversitelerin yönetim kadroları da birilerine ulufe dağıtılan yerler olmaktan çıkarılmalı. Öğretim görevlilerine de bilime hizmet ve bilimsel çalışmaya teşvik amacıyla yazdığı makale ve alanında yaptığı bilimsel çalışmalara göre performans sistemi getirilebilir.

*15/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

 

 

10 Ocak 2021 Pazar

Whatsapp Bizi Sırtından mı Atıyor?

—Whatsapp, 08 Şubattan itibaren koşullarını ve gizlilik ilkesini güncelliyormuş. Güncellemeyi kabul edenler yürürlüğe girecek yeni şartları kabul etmiş olacak, kabul etmeyenler ise bu tarihten itibaren Whatsapp hizmetinden yararlanamayacak. Whatsapp bu şartları bize dayatıyor. Zira AB ülkeleri bu kapsama dahil değil. Bu konuda ne dersin?

—Bu şartları ya kabul edip yoluna devam edeceksin ya da başka alternatiflere yönelip onları yükleyeceksin.

—Whatsappı bu durumda kabul etmek demek, mahrem bilgilerimizi kendi onayımızla onlara teslim etmiş olacağız demektir. Çünkü bu yeni güncelleme ile bilgilerimizi kullanabilecekmiş.

—Yahu, mahrem bilginin ne işi var böylesi dijital ortamlarda?

—Ama herkes böyle yapıyor.

—İyi de mahrem bilgiler sır gibidir. Sende kaldığı müddetçe senin esirindir. Bir yere kaydettiğin zaman artık sen onun esirisin. Sonra bugüne kadar Whatsappın bu özel bilgileri kullanmadığına dair bir garantin var mıydı? Belki de çoktandır kullanıyor. Adını, sanını bilmediğin yerlerden sana gelen mesajlar, senin bilgilerinin firmalara satıldığını gösterir. Yani sana özel bilgilerinden istediğini, bal gibi kullandı. Whatsapp böyle bir güncelleme yoluna giderek ileride kendi aleyhine açılacak dava ve tazminatlardan kurtulmak istiyor. Sanki bir başka şeyden daha doğrusu bizden de kurtulmak istiyor gibi.

—Nasıl?

—Şu ana kadar Whatsapp aracılığıyla ve diğer sosyal medyalar aracılığıyla yazdığımız, çizdiğimiz her türlü bilgiler elinde. Bu bilgileri yeterli görmüş olabilir. Çünkü çıktığı andan itibaren topladığı veriler bizim nasıl biri olduğumuzu, yumuşak karnımızın ne olduğunu, neden zevk alıp neden nefret ettiğimizi, sinir uçlarımızı vs fazlasıyla ele verir. Fazlası tekrar olur. Gereksiz depolama olur. Çünkü her bilgiyi depolamak için yeterli depolama gerekli. Fazla tekrar bezdirmiş olabilir.

—Nasıl?

—Whatsaapp, Facebook gibi sosyal medya aracılığıyla o kadar yavan, bayat bilgiler paylaşılıyor ki iyice gına gelmiş olabilir. Belki de bizden istedikleri, ileride kullanabilecekleri özgün bilgiler. Kuru, yavan ve bayat bilgileri ne yapsın?

—Mesela?

—Çoğu dini bilgiler, asparagas ve algıya dayalı haberler, resim formatındaki cuma mesajları

—Cuma mesajları derken?

—Birbirinin aynısının bezerinin fotokopisi olan cuma mesajları perşembe akşamından cuma akşamı geç saatlere kadar dolaşımda. Bu, her hafta devam ediyor. Bunlar da depolamada yer işgal ediyor.

—Anladım.

—Bir de bizim restimize rest diyor olabilir.

—Yani?

—Mesela bazıları, “Yarın tüm fotoğraflarınızın izinsiz kullanabileceği yeni Facebook kuralı yürürlüğe girecek. Bugünün son teslim tarihi olduğunu unutmayın! Paylaşımlarınız mahkemede, size karşı kullanılabilir. Paylaştığınız her şey bugünden itibaren herkese açık hale geliyor, mesajların veya fotoğrafların silinmesine izin verilmiyor. Basit bir kopyala ve yapıştırmanın maliyeti yok, üzgün olmaktansa güvende olmak daha iyidir. Facebook'a veya Facebook ile ilişkili herhangi tüm şirket, marka ve uygulamalara hiçbir fotoğraf, bilgi, mesaj veya gönderimlerimi kullanma izni vermiyorum. Bu açıklama aracılığıyla, Facebook'a bu profilin içeriğini bana karşı kullanma, kopyalama, dağıtma izni vermediğimi beyan ederim. Bu profilin içeriği özel ve gizlidir. Mahremiyet ihlali suçtur. Facebook artık halka açık bir şirkettir.” şeklinde yazılmış bir yazıyı durmadan paylaşıp duruyor. Hatta bazıları bu yazının içine Whatsappı da dahil ederek paylaşıyor. Tüm bunları yani restleri gören Whatsapp, şunlara bir de ben rest çekeyim, bakalım ne yapacaklar demek istiyor olabilir.

—Ne olacak şimdi?

—Olacağı, sanırım büyük çoğunluk alternatiflere yönelecek.

—Hangileri var?

—Telegram, Bip, Dedi gibi

—Telegram hakkında ne dersin?

—Ruslarınmış. Whatsapp kadar kullanışlı imiş.

—Bu güvenilir mi?

—Tekrar başa dönmeyelim. Kime, nasıl güveneceksin? Adı üzerinde Rus yapımı. Büyüklerimiz “Ayıdan post, Rus’tan dost olmaz” derlerdi.

—Bip?

—Adı üzerinde Bip. Yerli deniyor ama çok kapsamlı ve kullanışlı değil. Bir ara çoğunluk Bip’e geçmişti. Sonra herkes terk etti.

—Dedi nasıl isim böyle?

—Beğenemedin mi?

—Sen yükleyeceksin Dedi’yi, karşıdaki yükleyecek Dedi’yi. İki Dedi bir araya gelince olacak bir dedikodu. Zaten yaptığımız da bu değil mi?

—Peki, bu Bip’e ve Dedi’ye güvenilir mi?

—Kendinden başka kimseye güvenmeyeceksin. Bunlar da Whatsapp gibi seni yarı yolda bırakabilir. Bilgilerini paylaşıp satabilir. Hepsi senin gibi çiğ süt emmiş bunların.  Ayrıca yarın bunları Whatsappın almayacağına bir garanti mi var? Çünkü Facebook, hepsine parayı bastırıp alabiliyor. Whatsapp da öyle olmadı mı? Hangi bir firma yüklü miktarda bir parayı görünce satmaya kalkmaz ki…

—Bu durumda ne yapalım?

—Ne yapacağını bilemem. Zira ben de ne yapacağımı bilmiyorum. Bildiğim tek şey bugüne kadar Whatsappın pazarıydık, bugünden sonra da bir başkasının pazarı olacağız. Bizim kendimize biçtiğimiz rol bu. Birileri yapacak, biz de kullanacağız. Buna sen ister kullanma de ister kullandırma de. Fark etmez. Sonuç aynı kapıya çıkar.

—Konuyu kapatmadan söyleyeceğin var mı?

—Bu mahrem bilgilerin kullanılmasından pek korkmamak lazım. Zaten korkacağımız kadar bilgi ve doküman var ellerinde. Ayrıca tüm konu, Whatsapptaki bilgiler değil ki. Bizler elimizdeki bu telefonlar sayesinde mahremiyetimizi kaybettik zaten. Bunlar sayesinde 7/24 kayıt altındayız. Gittiğimiz yeri de biliyor, girdiğimiz yeri de. Hatta girdiğin yerin neresi olduğunu bilemesen bile “Burayı nasıl buldun. Puanlar mısın” mesajı geliyor sana. O yüzden akıllı telefon kullandığın müddetçe senin hiçbir mahremiyetin yoktur. Yeter ki cemaziyelevvelini pardon mahremiyetini ortaya dökmek istesinler. Senin unuttuklarını bile bir bir sıralar ve gözünün önüne getirirler.

—Ne yapacağız bu durumda?

—Yapacağın tek şey her türlü teknolojide nasılsa bir başkasının velinimetiyiz. Biz onlara müşteri olmaya devam edelim. Tüm bunları yaparken de “Biz öyle bir milletiz ki…” diye övünmeye devam edelim ve hiçbir şey üretmeyelim.

—İçimi kararttın artık. Bu konuşmaya bir son veriyorum.

—Dur hele bir de cuma mesajcılarının içini karartayım. Sonra sen yoluna, ben yoluma.

—Onlara ne oldu?

—Ne olacak? Ellerindeki hazır resimli cuma mesajını her perşembe akşamından bir tuşla kayıtlı numaralara gönderiyorlardı. Bundan sonra bunların işi zor.

—Niye ki?

—Niye olacak. Bundan sonra istediği herkese aynı mesajı gönderemeyecek. Çünkü kimi Telegram, kimi Dedi, kimi Bip yükleyecek, kimi de Whatsappta kalacak. Hepsine göndermek isterse bunların hepsini telefonuna yüklemesi gerekecek.

—Daha neler! Bu kadar da değildir herhalde.

—Sen bilmezsin bu mesaj grubunu. Sana ulaşmak için her yolu denerler. Tüm yollar bitse evine kadar gelip sana “hayırlı cumalar” bile derler. Çünkü istenmemesine rağmen onlar için cuma mesajı göndermek, içki müptelası gibidir. Sen “Arkadaş, bana gönderme” desen de göndermeye devam ederler. Hatta Whatsappla gönderdiği mesaj, belki gitmemiş olabilir diye mesaj yoluyla da teyit edenler bile var. Belki de Whatsapp bu cuma mesajlarından kurtulmak için bizi üzerinden atmak istedi. Kim bilir?