9 Ocak 2021 Cumartesi

Sahte İçki ve Ölümleri *

Kadın cinayetlerine bu ülke alıştı. Gün geçmiyor ki bir kadın cinayet haberi ajanslara düşmesin. Bu cinayetlere birkaç aydır ikinci bir vaka daha eklendi. Bu da sahte içki ölümleri. Haber kanallarının, “İzmir’de şu kadar, Adana, Bursa’da bu kadar kişi öldü.” haberlerine alıştık.

Bu sahte içki ölümleri neyin nesidir, bugüne kadar bundan kaç kişi ölmüş diye sanal alemde bir gezinti yaptım. “Sahte içki, etil alkolden üretilmesi gereken içkinin, maliyetini düşürmek amacıyla metil alkol kullanılarak üretilmiş halidir. Bu içkilere farklı aroma ve boyalar ekleniyor, böylece rakı, votka, viski gibi içkilerin tadına yaklaştırılıyor. Genelde merdiven altlarında kaçak olarak elde edilen damacana veya pet şişelere konularak satılıyor. Daha da vahimi, bu içkiler sosyal medyadan da çok rahat, denetimsiz bir şekilde satışa sunuluyor.” bilgisine ulaştım. “9 Ekimden bu yana resmi rakamlara göre 98 kişi sahte içki yüzünden hayatını kaybetmiş”.

Devlet sahte içki üretimi ile mücadele etmiyor mu? Emniyet Genel Müdürlüğü rakamlarına göre 2019 yılında 796 bin litre, 2020 yılının ilk on ayı itibariyle de 642 bin litre kaçak içki ele geçirilmiş. Ölümler hala devam ettiğine göre piyasaya sürülen sahte içki, ele geçirilen içkiden kat kat fazla olsa gerek.

Her gün kanallar sahte içki ölümlerini vermesine, bu sahte içkinin öldürücü olduğu işlenmesine rağmen bu sahte içkinin öldüreceğini bile bile bizim insanımız, niçin sahte içkiyi içmeye devam ediyor? Niçin kriterlere uygun içkileri almıyor? Acaba çok mu pahalı dedim ve içki fiyatlarına baktım. Bak bak bitmedi. Ne de çok içki çeşidi varmış meğer! Gerçi bu konuda cahilliğimi biliyordum ama bu kadar da zırcahil olduğumu bilmiyordum. Bir ara çengelli ve çengelsiz, bulmacanın her türlüsünü çözerdim. Boş bıraktığım yerler çoğunlukla içki çeşitleri ile ilgili soruların olduğu kısımlardı. Bu bölümleri doldurmak için de birlikte çalıştığım ve içki içtiğini saklamayan Selahattin adında bir meslektaşım vardı. O daha kapıdan girer girmez, “Hocam, gel şu bulmacanın boşluklarını dolduralım. Zira senin ilgi alanına girenler kaldı” derdim. O da gülerek yanıma gelir, “Kaç harfli olduğunu söyle” derdi. Üç, dört, beş, kaç harfli olanı söylemişsem verdiği cevaplar boş karelere tam uyardı. Kulakları çınlasın.

Neyse biz tekrar konumuza dönelim. Öldürücü olduğu bilinmesine rağmen çoğu müptelasının, sahte içkiye yönelmesinin temelinde içki fiyatlarının yüksek olduğu anlaşılmaktadır. İçki fiyatlarının bu kadar yüksek olmasında devletin, içkiden aldığı verginin de etkisi büyük olsa gerek. Çünkü devlet, içkiden yüzde 70 oranında vergi alıyormuş. “Avrupa İstatistik Ofisi verilerine göre, ithal ve yerli alkollü içki fiyatları sıralamasında Türkiye, Avrupa’da alkollü içkinin en pahalı olduğu 3'üncü ülke; OECD 2018 verilerine göre dünya sıralamasında İzlanda, Norveç, Avustralya, İsveç ve Finlandiya'nın ardından en yüksek alkollü içki vergisi sıralamasında 6'ncı sırada”. Adı geçen ülkelerin milli gelirlerinin bizim kaç katımız olduğu göz önüne alınırsa, bu ülkelerdeki içki fiyatları, vatandaşına pek külfetli gelmeyebilir. Bu içki denen meret; ayda, yılda, düğün ve bayramda, yılbaşında seneden seneye zevk ve kederde içilen bir şey olsa, eh, bunu içen yıldan yıla bu fiyatlara katlansın diyeceğim. Öyle zannediyorum, içki içen, gün sektirmeden üç öğün yemek gibi bunu içiyordur. Hatta yemez ama içecektir. Çünkü bağımlılık böyle bir şeydir. Sanırım normal içkiyi almaya gücü yetmeyen bazı müptelaları, “İçki alamayarak öleceğime, sahtesini içerim; öleceksem, böyle ölürüm” diye düşünüyor olmalı. Zira alışmış kudurmuştan beterdir.

Devlet her vatandaşın olduğu gibi içki içenlerin de devletidir. Her vatandaşının sağlığını düşünmek -insanın kendisinin görevi olduğu kadar- devletin de Anayasal bir hakkıdır. Öyle, içki fiyatlarının vergisini yüksek tutarak bütçe gediklerini kapatma düşüncesi ve bu kapıyı rant kapısı görmek bir devlete yakışmaz. Devletin bir amacı da genç ve insanlarımızı zararlı alışkanlıklara karşı korumak olduğuna göre bu işler, içkinin fiyatını yüksek tutarak olmaz. İçkiyle mücadele etsin diye Yeşilay kurmakla da olmaz. Yine içki ve uyuşturucu kullananları tedavi etmek amacıyla gönüllülük esasına dayalı olarak AMATEM’leri (Alkol ve Uyuşturucu Madde Bağımlıları Tedavi ve Araştırma Merkezi) kurmakla da olmaz. Çünkü bu yollar, bataklığı kurutmaktan ziyade sivrisinekle mücadele etmeye benzer. Öyle zannediyorum, piyasaya bol miktarda sürülen sahte içkilerden vergi alamadığı için devlet, büyük gelir kaybına da uğramaktadır.  

Sahte içki üzerine bu yazımı görünce Barbaros Bey amma da içkiye düşkünmüş, içkiyi ve içenleri savunuyor şeklinde anlaşılmasın. Şükür ki bugüne kadar ocakları söndüren, sağlığa zararlı ve dinimizce yasak kapsamına alınmış içkinin hiçbir türünü ne kokladım ne de ağzıma aldım. Bundan sonra da meraktan bile olsa ağzıma sürmeyi düşünmüyorum. Tek amacım, ülke meselesi haline gelen ve Türkiye gündemine oturan sahte içki ölümlerine dikkat çekmek. İçinizden “Zıkkım içsinler” diyenleriniz çıkabilir. Ben, Allah kurtarsın diyorum. Zira içkiden de ölse ölen bu insanlar bizim insanımız. Biz içmiyorsak da yarın çocuklarımızın bu yola tevessül etmeyeceğine dair bir garantimiz mi var?

Hasılı, bir daha sahte içkiden dolayı hiçbir vatandaşımızın ölmemesi için devletin, başta sahte içkiye yönelten yollar olmak üzere merdiven altı içki üretimine ve satışına karşı her türlü önlemi almalıdır ve içkiden aldığı vergi oranlarını düşürmelidir. Şayet sahte içki üreten ve satışını yapanlara karşı mevzuatta yeterli caydırıcılık yoksa bu konuya Meclis acilen el atmalı. Bu işi yapanlar, taammüden adam öldürmekten ve cinayet işlemekten hakim karşısına çıkarılacak bir düzenleme yapmalıdır. Devletin kolluk görevlileri ve istihbaratımız da insanımızın canına kasteden bu fırsatçılara göz açtırmamalı.


*11/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

8 Ocak 2021 Cuma

Dökülen Ağaç Yaprakları Değerlendirilemez mi? *

Sonbaharla birlikte önce sararan, ardından dökülmeye başlayan ağaçların yaprakları, kış mevsiminin ikinci ayını yaşamamıza rağmen hala dökülmeye devam ediyor. Çünkü sararan yapraklar dalından aynı anda kopup yere düşmüyor. Sanırım sırası gelen yaprak, sıra bende deyip yuvasından peyderpey uçup yere düşüyor. Yere düşüşleri bile görülmeye değer. Yere düştükten sonra çıkan rüzgarla birlikte sağa sola sürüklenme riski olsa da bu yaprakların, düştüğü ağacının dibinde oluşturdukları desen ve görüntüler de bana göre çok hoş geliyor.

İsterim ki ilkbaharla birlikte yemyeşil görüntüsüyle gönlümüze sürur ve gözümüze seyir zevki vererek görevini bihakkın yerine getiren bu yapraklar, sararıp döküldükten sonra da ağacın altında biraz nefeslensin. Nefeslenirken de doğaya, doğal katkıda bulunmaya devam etsin. Çünkü “Dökülen yapraklar, azalan yaban hayatı popülasyonu korumak için gerçekten faydalıdır. Dökülen yapraklar, ağaç/ağaççık ve bitki kök sistemlerini örter, toprağın nemini korur, yabani otları önler ve diğer bitkileri bastırır. Yavaş yavaş parçalanırlar ve (temel) besinleri bitkilere geri verirler”.

Gazel dediğimiz kuruyup dökülen bu ağaç yapraklarının nedense düştüğü ağacın altında biraz nefeslenmesi istenmiyor. Çünkü bu yapraklar hemen temizlenmesi gereken çöp olarak görülüyor. Nerede yaprağını dökmeye başlamış bir ağaç varsa en az iki belediye görevlisinin orada bittiğini görebiliyoruz. Bunların elleri de boş değil. Yanlarında süpürge, çöp kovası, tırmık vs aletleri var. Bu ağaç, yaprağını tamamen dökmüş, burayı temizleyelim de demiyorlar. O gün ağaçlar ne kadar yaprak dökmüşse bir güzel silip süpürüyorlar. Sonra bir araya topladıkları gazelleri, seyyar çöp kovalarına doldurup her türlü çöpün atıldığı çöp konteynerinin içine boşaltıyorlar. Bir yeri süpürüp diğer ağacın altındaki gazelleri toplamaya doğru giderlerken temizledikleri ağacın altına yeni yeni yapraklar dökülmeye devam ediyor. Bu arada ertesi günkü görevleri de hazır. Yeni dökülen yaprakları temizlemek. Sanırım başka da görevleri yok.

Çöpe dökülüp çöplerin depolandığı yere bu yaprakların götürülmesine üzülmüyor değilim. Gözümün önüne yufka veya bazlama yapan annelerimiz geliyor. Onlar ekmek yapmadan önce dağa ve ormana gidip yanlarında götürdükleri çuvallara dökülmüş yaprakları doldurur, sırtına yüklenir, tandır evine depolarlardı. Ekmek yapacakları zaman bu gazelleri kah tutuşturmak kah sönmeye yüz tutmuş ocağı alevlendirmek için kullanırlardı. Yani bu yapraklar boşa gitmezdi. Ağacının altında üst üste yatmış ve emekliliğinin keyfini çıkaran ihtiyaç fazlası yapraklar ise toprağın nemini korumaya devam ederdi. Mantar aramaya gidenler de mantar bulmak için ağaç diplerine bakar ve gazelleri alt üst ederlerdi. Çünkü çoğu gazelin altında mantar bulmak olası idi.

Dökülen bu yaprakları günümüzde değerlendiremez miyiz? Betonlaşan ve yüksek katlı binaların içinde gazeller toplanıp ekmek yapımında kullanılsın falan demiyorum. Çünkü evinde tandırı olan ve ekmek yapan aile sayısı bir elin parmağını geçmiyor. Bu yapraklar döküldüğü yerde kalsın da istemiyorum. Yol, kaldırım gibi araç ve insan yoğunluğunun olduğu yerlere dökülen yaprakların çiğnenip saman olmaması, esen rüzgarla birlikte üzerimize tozun gelmemesi ve üzeri ıslandığı zaman gelip geçenin ayağının kaymaması için temizlenmesinde fayda var. Çimlerin üzerine düşen yapraklar da çimi çürütmeyecek şekilde zaman zaman temizlensin. Temizlerken oluşturacağı nemiyle ağaca fayda sağlayacak şekilde ağacın kökünde ve altında biraz yaprağın kalmasında fayda olacağını düşünüyorum. Toplanan yaprakları çöpe atıp çöplerin depolandığı yere dökmektense, bunları uygun yerlere boşaltarak veya gömerek bunların doğal gübre olması sağlanabilir. Yine gerekli tesisler kurularak bu yapraklar preslenip yakıt olarak kullanılabilir.

*09/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

3 Ocak 2021 Pazar

Yaklaşımım *

İlk yazımda, Konya Kahveciler, Çay Ocakları ve Büfeciler Esnaf Odası Başkanı olan Mehmet Adil Bey’in, başından geçen bir anekdotuna yer vereceğim. Kendisini orta ikinci sınıftan beri tanırım. Bildim bileli helal rızkın peşinde koşan bu arkadaş, fuarların meşhur olduğu zamanlarda, fuarlarda yer tutarak evine ekmek götürmenin mücadelesini vermiştir. Şimdilerde başkanlığını yaptığı sektörün sıkıntılarını gidermek için görüşmediği kimse kalmadığı gibi üyelerini bilgilendirmek için hiç olmadığı kadar sosyal medyayı da kullanmaktadır.

1999 yılında Kocaeli Fuarında stant açan Mehmet Bey, İzmir Fuarından da yer tutmak ister. Bunun için ihaleye girmesi gerekir. İzmir’e gitmek için bir otobüs firmasından bilet alır. Yeri tam şoförün arkasıdır.

Akşam sularında otobüs hareket eder. Şoför; Sağa-sola sürme, yanlış solama, hız sınırına riayet etmeme gibi yanlışlar yapar. Şoförün her hatasını da Mehmet Bey, “Dikkat et, karşıdan araba geliyor…sağda araba var…uyuyorsun…kaza yapacaksın…otobüste bu kadar yolcu var” gibi sık sık uyarır. Bu nazik ve yerinde uyarılara şoför, teşekkür etmediği gibi üstelik küplere biner: “Karışma, işine bak” dese de Mehmet Bey, her hatada uyarılarına devam eder. Otobüs bu şekilde gece 00.00 sularında Bursa’ya kadar gelir. Bursa Otogarını geçer geçmez şoför, arabayı sağa yanaştırır ve kontağı kapatır: “Ya o ya ben. Değilse arabayı hareket ettirmem. Bu yolcu mutlaka inecek” der ve Mehmet Bey’in bilet parasını geri vermeye çalışır. Mehmet Bey, kaptanın araba sürüşünden memnun değil ama ihaleye girmesi için sabahında İzmir’e varması gerekiyor. Bu yüzden otobüsten inmeyi kabul etmez. Diğer yolcular da “karışma kardeşim, şoförün işine” derler. Sonunda şoförün işine karışmaması karşılığında Mehmet Bey’in yeri değiştirilir. Orta kapının yanına oturtulur. Buna razı olan şoför arabayı çalıştırır, yoluna devam eder. Birkaç km gittikten sonra şoför, otobüsün sağ tarafını öndeki tıra çarpar. İlk üç koltuğa kadar otobüs içeri geçer, şoför de koltuğuna sıkışır. İtfaiye ve ambulans gelinceye kadar Mehmet Bey, şoförü sıkıştığı yerden kurtarır. Kazayı duyan TV ve gazeteler de olay yerine gelirler. O zamana kadar yolculuk esnasında hep sessiz kalan ve Mehmet Bey, otobüsten indirilmeye çalışıldığı zaman tepki vermeyen hatta “karışma” diyen yolcular, “Bu Beyefendi, şoförü çok uyardı ama şoför dinlemedi” gibi açıklamalarda bulunurlar. Haliyle mikrofon Mehmet Bey’e uzatılır. Mehmet Bey, “Tırın suçunun olmadığını, suçun otobüste olduğunu…” açıklar.

Kazayı yapan şoför, tecrübeli biri olmasına rağmen bu kazayı yapmıştır. Çünkü uykusuzdur. Uzun yoldan gelmesine rağmen istirahat etmeden firması tarafından İzmir’e gidecek otobüse şoför olarak verilmiştir. Maalesef bu kazada, biri çocuk olmak üzere iki kişi ölür, yaralılar da hastaneye sevk edilir.

Otobüs şoförü, 20-25 gün sonra Kocaeli Fuarına gelerek kendisini kurtaran Mehmet Bey’i ziyaret eder, kendisine teşekkür eder ve helallik ister.

İlk yazımı bu anekdota ayırdım. Yazımda bu anekdota yer vermemin sebebi, yazılarımda izleyeceğim metoda işaret etmek içindir. Yazım biraz uzayacak ama kısaca yazı ve yazmadaki yaklaşımıma işaret edeceğim:

-Pazartesi, çarşamba, cuma ve cumartesi olmak üzere haftada dört gün bu köşede bilgi, birikim ve dağarcığım el verdiği müddetçe bazen gündeme dair bazen gündem dışı, toplumu ilgilendiren her konuda söz söylemeye çalışacağım.

-Konu ve sorunları ele alırken önce bir durum tespiti yapmak, konu ve sorunun doğru ve yanlış taraflarını ortaya koymak, çözüm önerileri sunmaktır niyetim. Bunu yaparken bardağın dolu tarafından baktığım gibi boş tarafına da bakacağım. Bardağın dolu tarafının faydalı şekilde kullanılması gerektiğine dair söz söylerken boş tarafının da nasıl doldurulması gerektiğine dikkat çekeceğim ve yanlışa işaret edeceğim. Yanlışı ortaya koyarken niyetim bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek olacaktır.

-Hemen hemen her konunun kutuplaşma konusu yapıldığı ve taraftarının bol olduğu günümüzde, hiçbir tarafın içinde yer almadan, olması gereken tarafın sesi olmaya yani doğruya doğru, yanlışa yanlış demeye çalışacağım. Bunun için orta yolu tutacağım. Yani yaptığı yanlışlardan dolayı şoför, Mehmet Bey’in uyarılarından pek haz almasa da ben yazılarımda Mehmet Bey’in rolünü üstleneceğim. Çünkü aynı gemide/otobüste yolculuk yapıyoruz.

-Serdettiğim görüşlerimde isabet de edebilirim, yanılabilirim de. Zira kendi yorumum ve okumamdan ibarettir ve beni bağlar. Ne kınayanın kınamasına aldıracağım ne de bir başkası ne der diyeceğim.

-Bir hareketinden, bir tasarrufundan ya da bir sözünden dolayı bir kimse/zümre veya camiayı eleştirmem, yanlışlarını söylemem, onlardan nefret ettiğim ve onlara muhalefet ettiğim anlamına gelmez. Daha iyi olmaları içindir. Bazıları buna muhalefet dese de ben buna, yapıcı eleştiri diyorum. Hata ve yanlışı yapan kim olursa olsun; bunu, “Memnuniyetinizi dostlarınıza, şikayetlerinizi bize iletin” sözü gereğince yapacağım. Bunun için amme hizmeti yapan, sorumluluk sahiplerinin -ki direksiyonun başında onlar var- eleştirilere açık olması lazım. Çünkü hamama giren terler. Hepimiz zaman zaman çocuklarımızı eleştiririz. Bu, çocuklarımızdan nefret ettiğimiz için değildir. Onların daha iyi olmaları içindir. Hatta çocuğumuz, komşunun çocuğuyla kavga ediyorsa ilk tokadı çocuğumuza atarız. Bu, çocuğumuza düşmanlık değil, onu korumak amaçlıdır.

-Yazarken ben de hata yapabilirim. Ki yapacağım. Hangi birimiz hatasızız ki…Hata ve yanlışlarımdan dolayı sayfamın yorum kısmı, verdiğim e-posta adresim, her türlü yoruma açıktır. Bazıları şoför gibi eleştirilerden pek almasa da ben peşinen bundan memnuniyet duyacağımı ifade ediyorum.

*04/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.