Ana içeriğe atla

Sahte İçki ve Ölümleri *

Kadın cinayetlerine bu ülke alıştı. Gün geçmiyor ki bir kadın cinayet haberi ajanslara düşmesin. Bu cinayetlere birkaç aydır ikinci bir vaka daha eklendi. Bu da sahte içki ölümleri. Haber kanallarının, “İzmir’de şu kadar, Adana, Bursa’da bu kadar kişi öldü.” haberlerine alıştık.

Bu sahte içki ölümleri neyin nesidir, bugüne kadar bundan kaç kişi ölmüş diye sanal alemde bir gezinti yaptım. “Sahte içki, etil alkolden üretilmesi gereken içkinin, maliyetini düşürmek amacıyla metil alkol kullanılarak üretilmiş halidir. Bu içkilere farklı aroma ve boyalar ekleniyor, böylece rakı, votka, viski gibi içkilerin tadına yaklaştırılıyor. Genelde merdiven altlarında kaçak olarak elde edilen damacana veya pet şişelere konularak satılıyor. Daha da vahimi, bu içkiler sosyal medyadan da çok rahat, denetimsiz bir şekilde satışa sunuluyor.” bilgisine ulaştım. “9 Ekimden bu yana resmi rakamlara göre 98 kişi sahte içki yüzünden hayatını kaybetmiş”.

Devlet sahte içki üretimi ile mücadele etmiyor mu? Emniyet Genel Müdürlüğü rakamlarına göre 2019 yılında 796 bin litre, 2020 yılının ilk on ayı itibariyle de 642 bin litre kaçak içki ele geçirilmiş. Ölümler hala devam ettiğine göre piyasaya sürülen sahte içki, ele geçirilen içkiden kat kat fazla olsa gerek.

Her gün kanallar sahte içki ölümlerini vermesine, bu sahte içkinin öldürücü olduğu işlenmesine rağmen bu sahte içkinin öldüreceğini bile bile bizim insanımız, niçin sahte içkiyi içmeye devam ediyor? Niçin kriterlere uygun içkileri almıyor? Acaba çok mu pahalı dedim ve içki fiyatlarına baktım. Bak bak bitmedi. Ne de çok içki çeşidi varmış meğer! Gerçi bu konuda cahilliğimi biliyordum ama bu kadar da zırcahil olduğumu bilmiyordum. Bir ara çengelli ve çengelsiz, bulmacanın her türlüsünü çözerdim. Boş bıraktığım yerler çoğunlukla içki çeşitleri ile ilgili soruların olduğu kısımlardı. Bu bölümleri doldurmak için de birlikte çalıştığım ve içki içtiğini saklamayan Selahattin adında bir meslektaşım vardı. O daha kapıdan girer girmez, “Hocam, gel şu bulmacanın boşluklarını dolduralım. Zira senin ilgi alanına girenler kaldı” derdim. O da gülerek yanıma gelir, “Kaç harfli olduğunu söyle” derdi. Üç, dört, beş, kaç harfli olanı söylemişsem verdiği cevaplar boş karelere tam uyardı. Kulakları çınlasın.

Neyse biz tekrar konumuza dönelim. Öldürücü olduğu bilinmesine rağmen çoğu müptelasının, sahte içkiye yönelmesinin temelinde içki fiyatlarının yüksek olduğu anlaşılmaktadır. İçki fiyatlarının bu kadar yüksek olmasında devletin, içkiden aldığı verginin de etkisi büyük olsa gerek. Çünkü devlet, içkiden yüzde 70 oranında vergi alıyormuş. “Avrupa İstatistik Ofisi verilerine göre, ithal ve yerli alkollü içki fiyatları sıralamasında Türkiye, Avrupa’da alkollü içkinin en pahalı olduğu 3'üncü ülke; OECD 2018 verilerine göre dünya sıralamasında İzlanda, Norveç, Avustralya, İsveç ve Finlandiya'nın ardından en yüksek alkollü içki vergisi sıralamasında 6'ncı sırada”. Adı geçen ülkelerin milli gelirlerinin bizim kaç katımız olduğu göz önüne alınırsa, bu ülkelerdeki içki fiyatları, vatandaşına pek külfetli gelmeyebilir. Bu içki denen meret; ayda, yılda, düğün ve bayramda, yılbaşında seneden seneye zevk ve kederde içilen bir şey olsa, eh, bunu içen yıldan yıla bu fiyatlara katlansın diyeceğim. Öyle zannediyorum, içki içen, gün sektirmeden üç öğün yemek gibi bunu içiyordur. Hatta yemez ama içecektir. Çünkü bağımlılık böyle bir şeydir. Sanırım normal içkiyi almaya gücü yetmeyen bazı müptelaları, “İçki alamayarak öleceğime, sahtesini içerim; öleceksem, böyle ölürüm” diye düşünüyor olmalı. Zira alışmış kudurmuştan beterdir.

Devlet her vatandaşın olduğu gibi içki içenlerin de devletidir. Her vatandaşının sağlığını düşünmek -insanın kendisinin görevi olduğu kadar- devletin de Anayasal bir hakkıdır. Öyle, içki fiyatlarının vergisini yüksek tutarak bütçe gediklerini kapatma düşüncesi ve bu kapıyı rant kapısı görmek bir devlete yakışmaz. Devletin bir amacı da genç ve insanlarımızı zararlı alışkanlıklara karşı korumak olduğuna göre bu işler, içkinin fiyatını yüksek tutarak olmaz. İçkiyle mücadele etsin diye Yeşilay kurmakla da olmaz. Yine içki ve uyuşturucu kullananları tedavi etmek amacıyla gönüllülük esasına dayalı olarak AMATEM’leri (Alkol ve Uyuşturucu Madde Bağımlıları Tedavi ve Araştırma Merkezi) kurmakla da olmaz. Çünkü bu yollar, bataklığı kurutmaktan ziyade sivrisinekle mücadele etmeye benzer. Öyle zannediyorum, piyasaya bol miktarda sürülen sahte içkilerden vergi alamadığı için devlet, büyük gelir kaybına da uğramaktadır.  

Sahte içki üzerine bu yazımı görünce Barbaros Bey amma da içkiye düşkünmüş, içkiyi ve içenleri savunuyor şeklinde anlaşılmasın. Şükür ki bugüne kadar ocakları söndüren, sağlığa zararlı ve dinimizce yasak kapsamına alınmış içkinin hiçbir türünü ne kokladım ne de ağzıma aldım. Bundan sonra da meraktan bile olsa ağzıma sürmeyi düşünmüyorum. Tek amacım, ülke meselesi haline gelen ve Türkiye gündemine oturan sahte içki ölümlerine dikkat çekmek. İçinizden “Zıkkım içsinler” diyenleriniz çıkabilir. Ben, Allah kurtarsın diyorum. Zira içkiden de ölse ölen bu insanlar bizim insanımız. Biz içmiyorsak da yarın çocuklarımızın bu yola tevessül etmeyeceğine dair bir garantimiz mi var?

Hasılı, bir daha sahte içkiden dolayı hiçbir vatandaşımızın ölmemesi için devletin, başta sahte içkiye yönelten yollar olmak üzere merdiven altı içki üretimine ve satışına karşı her türlü önlemi almalıdır ve içkiden aldığı vergi oranlarını düşürmelidir. Şayet sahte içki üreten ve satışını yapanlara karşı mevzuatta yeterli caydırıcılık yoksa bu konuya Meclis acilen el atmalı. Bu işi yapanlar, taammüden adam öldürmekten ve cinayet işlemekten hakim karşısına çıkarılacak bir düzenleme yapmalıdır. Devletin kolluk görevlileri ve istihbaratımız da insanımızın canına kasteden bu fırsatçılara göz açtırmamalı.


*11/01/2021 tarihinde Anadolu'da Bugün gazetesinde Barbaros ULU adıyla yayımlanmıştır.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hutbelerde Okunan "Fîmâ kâl ev kemâ kâl" Kısmı

Cuma ve bayram namazlarına gidenlerimiz bilir. Hatip hutbeye çıkınca arada Türkçe hutbe olmak üzere başta ve sonda Arapça hutbe irat eder. Hatip ilk yani giriş kısmında içinde Allah'a hamd, peygamberimiz salavat ve kelimeyi şehadet getirir. Ardından "Ey Allah'ın kulları! Allah'tan korkun ve ona itaat edin. Şüphesiz Allah müttekiler ve işini iyi yapanları sever" der Arapça olarak. Sonra okunacak Türkçe kısma/metne temel olmak üzere Kur'an'dan ilgili bir ayet okur. Ayeti "Allah doğru söylemiştir" demek suretiyle tastikler. Akabinde bir hadis okur. Hadisi de "Rasulullah doğru söylemiştir" diyerek bitirir. Buraya kadar sorun yok. Esas sorun buradan sonra başlıyor. Sen sanırsın ki bundan sonra imam, Türkçe metni okumaya geçecek. Bizim imam, "Ve netaka habîbullâh, fîmâ kâl ev kemâ kâl" okumaya devam ediyor. Yani Allah'ın sevgili kulu bu konuda şöyle veya şunun gibi demiştir." diyor. Böyle okuyan birinden aynı konuda

Kıvrak Eğitim

— -Oğlum, niye erken geldin okuldan? — Bugün kıvrak eğitim yaptık. - — Ö ğretmenler hızlı hızlı mı ders işlediler? — Hayır, baba. Kıvrak o değil. Bir günde işlenecek dersin yarısını işlemek demektir. — Niye yarısını işliyorsunuz ki? Önemli bir durum mu var? — Öğretmenler toplantısı varmış. — Niye şimdi toplanıyorlar ki? — Çalışma  programında bugünmüş. — Oğlum daha iki gün oldu okul açılalı. Başlamışken biraz devam edilseydi de daha sonra yapsalardı, bu dediğin kıvrak eğitimi. Herkes mi böyle yapacak bugün? — Hayır, sadece ikili öğretim yapan okullar. Ama iyi oldu. Yedi saat ders işleyecektik, böylece üç ders işlendi. — -Bu toplantıyı başka zaman yapsalar olmaz mıydı? Mesela siz 15 tatili yaparken öğretmenler o yaptığı şeyi yapsalardı olmaz mıydı? — Baba, tatil o zaman. Tatilde toplantı yapılır mı? — İyi de yavrum! Size tatil. Öğretmenlere değil ki. Haydi, öğretmenler de sizin gibi yoruldular diyelim. Bir hafta tatil yapsınlar, ikinci hafta siz tatile devam eder

Kırgınlık ve dargınlık

Türkçemiz zengin dillerdendir. Bakmayın siz iki-üç yüz kelimeyle konuştuğumuza. Okuyup kelime hazinemizi geliştirmediğimizden işin kolayına kaçıyoruz. Tembelliğimizin cezasını güzel Türkçemiz çekiyor vesselam. İnce ve derin kelimelerimizin sayısı hiç az değildir. Kırgınlık ve dargınlık bunlardan biridir. Aralarında nüanslar vardır. Arasındaki farkı görmek için sözlüğe bakma ihtiyacı da hissetmeyiz. Çoğu zaman birbirinin yerine kullanırız. Siyak ve sibaktan anlarız neyi kastettiğini. Kırgın, "Bir kimseye gücenmiş, gönlü kırılmış olan" demektir. Dargın ise, "Darılmış olan, küskün" demektir. Gördüğümüz gibi iki kelime farklı anlamlara gelmektedir. Kırgınlıkta dargınlığın aksine küsme yoktur, incinme vardır. İnsan kime kırgın olur? Sevdiğine. Kırgın gibi olduğuna, geri durduğuna, mesafeli olduğuna bakmayın siz. Gözü her yerde o dostunu arar. Başına bir şey geldi mi hemen imdadına koşar. Çünkü bunlar ölümüne dosttur. Dargınlıkta ise küslük vardır. Herhangi bir yerde